Eskilerin “Süt” dediği durağa yeniler “Şekerci” diyor, “Salı Pazarı” diyen de var, ara yol ile iki ana güzergaha bağlandığı için iki “Salı Pazarı” durağı olduğunu da hatırlatayım…

“Süt” diyenlerdenim ben.

“Sütü gürdün mü?” derseniz, görmedim, üniversite telaşesinde gitti o yıllar…

“Süt” dediğim “Süt fabrikası” bu arada, yeni nesil bilmez, şimdi olmayıp da evvel zaman da şehrimizde olan fabrika.

Kilometrelerce ötedeki şehirlere gidiyor sütümüzün çokçası…

Avrupa Birliği standartlarına tastamam karşı bir iş, yanlış hatırlamıyorsam sütü en çok 40 kilometre hareket ettirebiliyorsun Almanya’da, “41” yasak.

Dün de yazdım…

Kastamonuluya işbölümünde düşen “gütmek” ve “sağmak”.

Soğutucu kamyon bile dışardan geliyor korkarım…

Yük taşımaya alışkınız aslında.

Pazarlı gün Salı Pazarı’na ürün getiren köylülerimiz yiyeceğini içeceğini Salı Pazarı’ndaki marketlerden satın alıp köylerine dönüyor…

Köylümüz “şehir ürünü” ile beslenmeyi tercih ediyor.

Ayranın yüzüne bakan yok…

“Sarı” yahut “siyah” kola baş tercih.

“Beyaz” var…

“Gazoz” o.

Marketten yumurta alan köylümüzü gördüm…

Yoğurt alan var.     

İşte o “Süt” durağına vardım dün sabah…

“Nasrullah” istikametine gideceğim.

Sabah saatleri…

Durak “dolu”.

“İki dolmuş arka arkaya geçti almadı” dedi “Süt” arkasındaki mahalden geldiğini tahmin ettiğim teyze…

Biniş kartını elinde sıkı sıkıya tutuyordu, aslanın midesinde bu devirde biniş kartı ücreti bile, geçinmek ne zor.

Durumun vahametini anladım, çaktırmadan pozisyon aldım, “can pazarı” misali dolmuş durağı…

Bir cin ben miyim, herkes birbirini marke ediyor, attığım bir adıma iki adımla karşılık geldi bir dededen.

“Rest” dedim…

Üç adım sürdüm.

Beyaz atlı prens halt etmiş…

Dolmuş yanaştı iskeleye.

“Rıhtım gibi”…

Kartı okutup arkadan binmeye yeltendim ki kartı okutmadan arka kapıdan binenleri görünce kendime kızdım, vakit kaybetmiştim, inerken okutmayı akıl edemedim.

Arka kapının uç kısmına kapı örtüldüğünde “sıfır” olacak şekilde vücudumu sıkıştırdım, o kuturlu beden nasıl elastik oldu anlayamadım, “plastik” oldum adeta…

İnsan işte, girdiği her kaba uyum sağlıyor, “uyum sağlayan yaşar”.

İki kadın kartlarını okuttu, biri genç diğeri yaşlıca, biraz da kiloluca...

Koşarak arka kapıya geldiler, “balık istifi”, adım basacak yer yok.

Koştular ön kapıya, “Binemiyoruz” dediler, ödedikleri ücreti istediler…

Sürücü, “İade edemeyeceğini” söylemiş olmalı ki, ön kapı ile arka kapı arasında birkaç tur daha gidip gelindi.

“Pervaz” misali arka kapıya mıhlanmış durumdayım…

Siper ettim gövdemi bildiğiniz.

E nihayetinde ücretini ödeyen iki yolcunun binmesi lazım…

O ara arka kapı haznesindeki bir yaşlı kadın iyiden iyiye sıkıştı, üstteki koltuklarda oturan bir başka kadın ona yer vermek istedi, el kadar alanda TIR döndürürcesine ortalık karıştı.

Sanırım o karışıklık iki yolculuk alan açılmasına olanak sağladı…

Ücretini ödeyenler bindi, ben “pervaz” olmaktan kurtuldum, yerimi sağlamlaştırdım.

Araç hareket etti…

Yaşlı amca sırt aşağı gelmekten bana tutunarak kurtuldu, “özür diledi”, iadeyi jestte bulundum.

Mevsim normallerinin üzerinde ısı…

“Katı” halden “sıvı” hale dönüştüğümü hissettim, aman “gaz” olmasın, kaldırılmaz bu havasızlıkta.

Yolculardan bir kadın hükümete kabahat buldu…

Dolmuş ücretinden şikayetçiydi.

Bir yolcu önceki belediye başkanlarından birini övdü…

Diğer yolcu “Bırak ya hepsi birbirinin aynı” dedi.

Her durakta yaşlıca ve kiloluca teyze “in-bin” yapmak zorunda kaldı…

“Sabah egzersizi” mi diyelim?

“Adliyenin orada” indim…

Yeni nesil “Müftülük” diyor oraya.

Hiç benimseyemedim bu “devri”...

Hala da muhalifim, hep de muhalif kalacağım, “Adliye” orası.

Sütten girdik adliyeden çıktık…

Ne çok değişti şehir.

“Kırmızı belediye otobüsü” vardı evvel…

Babam şoförüydü.

Özledim…

Babamı da kırmızı otobüsü de.