Baharın derelerde düşüp kaybolduğu memlekete İnebolu’ya gitmek için yola düştük. Soğuk serin bir mayıs günü, Kastamonu’dan çıktık. Seydiler Küre derken Ersizlerdere kanyonunun yanından Çuha’ya doğru tırmanıyoruz. Hava bir açıp kapatıyor. Yağmur ha yağdı ha yağacak. Bir zamanlar Nazım Hikmet’in de geçtiği yollardayız Mevsim bahar ya benim de gözüm Kara cehennem boğazı ve ara sıra ışık vurdukça parlayan Küre çayına takılıyor.

Ne diyordu şairimiz;

“O kadar yakın ki dağların yamaçları

Dereye düşen bahar bir daha çıkamamış.”

Dereleri göremesek bile dağlar, tepeler yemyeşil. Arada aşlaklar, ahlatlar, kuş kirazları bembeyaz çiçek açmış top topgözüküyor. Bahar sahile çoktan gelmiş hatta Nazım Ustanın dediği gibi çıkamamış.

Bu manzara karşısında insan ya şair ya da ressam olur.

Karşımızdaki manzaraya bakarken burada doğan büyüyen biri ya şair olur ya ressam diye iç geçiriyorum. Elbette bu güzelim coğrafyadan gelip geçen birçok edebiyatçı var. Bunların arasında ilk olarak anmak istediğim benim de çok sevdiğim yazarımız Oğuz Atay başı çekiyor. Bu topraklarda İnebolu’da doğan ama gurbettetutunan;“Tutunamayanlar” yazarı hemşerimiz geliyor aklıma. O da buralardan geçmiş midir acaba? Ya da Orhan ŞaikGökyay bu manzaralar karşısında duyduğu hislerle mi vatan, memleket, bayrak şiirleri yazmıştır.

Ben de naçizane yoldaysam ve araç kullanmazsam kendi kendime bir şeyler karalarım. Elimde bir ajanda yine bir şeyler yazıyorum. Bir yanlış yaptım ve sileyim dedim.

Gülümsedim.

Çünkü elimdeki kurşun kalem değil tükenmezdi. Silmeye kalksam ya silgim ya defterim zarar görecekti ben de üzerine bir çizgi çektim.

Karaladım.

“Tutunamayanlar” kitabında üstat benim yerime yıllar önce bu durum yazmış. Ruhu şad olsun.

“Başkalarının yaptıklarını silmeye çalıştım; mürekkeple yazılmışlar oysa. Ben kurşun kalem silgisiydim, azaldığımla kaldım.”

Oğuz Atay hemşerimizi okumak zor, anlamak daha da zordur. kitaplarında anlattığı gibi “Dünyayı değiştirmek niyetinde değildir, bireyi değiştirmek ister sadece.” Bizim coğrafyamız bir dünyacennetive böyle kalsın hiç değişmesin. Fakat birey olarak bizler biraz daha bu coğrafyayla birlikte yaşamayı öğrenelim.

Adı cehennem kendi cennet bir garip kanyon…


İnebolu-Küre arasında çuha doruğuna tırmanıyoruz.

Solumuzda kara cehennem boğazı var.Gözün alabildiğine ufka doğru gidiyor, İki dik yamaç arasından akan Küre çayının şekil verdiği milyonlarca yılda ilmek ilmek dokuduğu doğal bir suyolu var. Yamaçlarda ise arada bir tek tük kırmızı çatılı ahşap ev, bir beyaz minare gözüküyor. Bacaların bir kaçından ince bir duman çıkıyor.

Böylesi güzel bir kanyona Kara cehennem denilmesi aşılmaz oluşundan mı, yoksa gidenin bir daha gelmediğinden mi nedir bilinmez. Ama bana göre, bir doğa fotoğrafçısına göre burası gerçekten cennetten bir parça.

İşte her noktası, nereye baksam her yer farklı bir sanat eseriolan güzelliklerle dolu. Ben bazen böyle durumlarda elimden makineyi bırakırım. Bilirim ki hiçbir ekipman bazı güzellikleri benim gördüğüm gibi yansıtamaz. Gözümün gördüğünü, gönlümün hissettiğini kaydedecek böyle bir makinemyoktur.

Ben de gönlümün en derinlerine kaydetmek için yüksek bir yer bulurum.Oturup doyasıya bulutların dansını, rüzgârın sesini dinlerim. Hele güneş bir görünüp bir kaybolduğu anlarda ise renklerin değişimini seyretmeye doyamam.

Bahar yapraklarına yeni kavuşan bin bir çeşit ağaçlara bakarım. Tek bir yeşil rengin bu kadar çok farklı tonu olmasına inanamam. Her bahar görmeme rağmen yine de hayret ederim.

Sadece görmek yetmez duymak da gerekir.

Kara cehennem boğazı ne diyor diye duymak için kulak kabartırım. Kapatırım gözümü,bülbüllerin,karabakalların sesi gelir ilk önce. Uzakta bir ağaçkakan sesi gelir, tak tak tak… Bir köyden motorlu testerenin vızıltısı, yaylada gezinen bir ineğin boynundaki kelek sesi ve bilmediğim türlü sesler duyarım gelir belli belirsiz.

İpsine kayalıklarından bir türkü gelir. Bir şiir getirir rüzgâr, İnebolulu şair Orhan Şaik Gökyay’dan;

Çıksam şu dağların yücelerine,

Eş olsam gurbetin gecelerine,

İmrenir dururum nicelerine,

Bir ben mi murada eremiyorum.

Karacehennem boğazından yukarı çıkarken çağıl çağıl akarken kayaları oya gibi işleyen Küre çayını ardımda bırakırım. Bilirim ki o aşılmaz kanyonun sonunda Zarbana, yunusköy den Karadeniz’e kavuşur. İşte ancak o zaman durulur sakinleşir.


Dağlarda açan sarı çiçekler…

İnebolu Çuha doruğundan aşağı sallandığın yerde sola bir yol döner. Severim bu yolu. Harika bir manzarası vardır. Mutlu, Kuzluk, Hamit, Gökçevre, Ulu’dan aşağı İnebolu’ya inersin. Denize bakan yamaçlarda kurulu irili ufaklı onlarca yerleşim yeri görünür. Duman çıkar köy evlerinden, hareketli bir köy yaşantısının izleri her yerde görünür. Seraların beyazlığı taa uzaklardan fark edilir.
Epeydir buralara gelmemişim.

Özlemişim buraları.

Yağmur başlıyor, denizden kalkan bulutlar yükünü daha fazla taşıyamıyor yamaçlara bıraktıkça yükseliyorlar tepelere doğru ve kayboluyorlar.

Bizim memlekette özellikle sahillerde bu mevsimde orman gülleri sarar, dağı tepeyi. Ağu diyen de vardır, orman gülü de. Zifin derler bazı yerlerde. Sarısı olur, moru olur. Arı gelip bu çiçekten bal yaparsa deli bal denir adına. Az yersen şifa, çok yersen zehirdir.

Sarı orman gülleri içinde bir başka sarı renkte iş makineleri kesiyor yolumuzu.

İl Özel İdaresi ve İnebolu Kaymakamlığı KHGB müdürlüğü ekipleri canla başla yağmur altında sıcak asfalt serme sıkıştırma çalışması yapıyorlar.
Seydiler Asfalt plentinden Kamyonlarla aldıkları sıcak asfat malzemesini yola seriyorlar. Yağmurun ve soğuğun etkisiyle buharlaşan malzemeyi İş Mak. Opr. Âdem Demir greyderiyle seriyor. Arkasından kürekle Hasan kendirci fazlalıkları alıp eksik yerlere dolduruyor.
Yoğun bir koşuşturma arasında Özel İdarenin İnebolu şefi genç inşaat Mühendisi Özhan Kara görünüyor. Yanında KHGB müdürü Mustafa Arslan var. Az sonra asfalt merkez ekip başı formenlerinden Sebahattin Ekici ‘de geliyor. Muhtar da var yanlarında.
Diğer çalışanlar da her biri bir tarafta o sarı iş makinelerinin etrafında üstünde çalışıyor.

Umudun rengi “Sarı” dır…

Uzakları birbirine bağlayan yolları inşa eden iş makineleri yağan yağmura aldırmadan işine devam ediyorlarken, sarı çiçekler de açacak güneşi bekliyor.

Kırsalda umudun rengi sarıdır.

Kardan kapalı yollardaysanız eğer, hastanın da, yolcunun da, öğrencinin de ilk olarak aklına o sarı renkli iş makineleri gelir.

Kar taneleri arasından beklenen “Umudun” rengidir.

Felakette devletin rengi “Sarı”dır.

Kırsalda ne zaman başı dara düşen olursa, ister heyelan, ister sel, yangın ya da deprem. Devletin şefkatli eli, kolu, gücüdür o sarı iş makineleri.

Devletin uzattığı elin rengidir.

Sarı renkli bir destanın kahramanlarına elimizi uzattık bizi de renginize katar mısınız diye. Gelin hep birlikte el ele gönül gönüle bir fotoğraf verelim mi deyince,

Özhan, Mustafa, Sebahattin, Erol, Adem, Şerafettin, Recep, Mehmet haydi diyerek durduk yan yana.

Üstümüzde yağmur, arkamızda sarı iş makineleri ,yol kenarlarında sarı orman gülleriyle birlikte hatıra fotoğrafı için poz verdik.

Cebrail Keleş/Balıkçı Şef

8 Mayıs 2023 Kastamonu/İnebolu
 

18171412-10907020001