İpek yolunda bir durak/ Gökçeağaç

Artık mevsim sonbahar ve Eylülün ilk günlerindeyiz. Hafif bir yağmur havası var, hem dağlar hem de benim başım azıcık dumanlı. Taşköprü yoluna vurmuşum kendimi, aheste aheste gidiyorum.

Dilimde bir Turgut Uyar şiiri,

Sonra cumartesi günleri gelir
Bir yağmur yağsa da, beraber ıslansak.

Cebrail Keleş Köşe (10)-2

Eşen, Emirli, Kayalıbozoğlak, Bük, Şeker fabrikası, Batak bir bir geride kalıyor. Yol etrafındaki manzara hep aynı. Sökülmüş sarımsak tarlaları, sürülüp yeni sezona hazırlanmak için yağacak ilk yağmurları bekliyor.

Uzunkavak sonrasında geniş Germeç ovası önümüzde açılıyor.

Kuru bir yaz sonrası rengi hâkim. Arada bir yeşil leke şeklinde görünenler ise pancar tarlaları. Germeç kavşağından geçerken her zaman yaptığım gibi gözüm caminin kubbesine takılıyor. Leylekler duruyor mu gitmiş mi diye bakıyorum. Görünmüyorlar demek ki göç başlamış.

Taşköprü’yü geçer geçmez yanı başımda binlerce yıllık tarihiyle Pompeipolisi görüyorum. Çok severim yıllardır gide gele yarı pompeipolisli oldum sanırım.

Zımbıllı tepeden hemşerilerim sanki bana el sallıyorlar. Ben de onlara bir kornayla veda ediyorum.

Yolun karşısında ise Gökırmak üstüne kurulu taa kadim tarihlerden kalan Taşköprü var. Üzerine kurulduğu Gökırmak bugünlerde akıyor mu akmıyor mu belli değil. Dikkatle bakmayınca iyice kurumaya yüz tutmuş ve sadece cılız bir akıntısı kalan Gökırmak seçilmiyor bile.

Yol bitmedi, yolcu varacağı yere gelmedi öyleyse devam…

Hanönü’nden notlar…

Taşköprü Hanönü arasında köylere ayrılan tabelaları okudukça her biri beni ayrı bir zamana götürüyor. Küre çayı, Kayabaşı, Hocavakıf, Yeniboyundurcak, Halkabük, Yenice, yukarı Çakırçay, birçoğu için belki sadece bir köy ismi olabilir. Benim için ise anılar denizinde birer düşler adasıdır. Yaşanmışlıklar, unutulmaz hatıralar, ömür boyu süren dostlukların adıdır.

Hanönü karşımızda göründüğü anda içime bir ince sızı düşüyor.

Girişteki mezarlıkta iş arkadaşım Sabahattin Ekici yatıyor, ona bir selam verip, ruhuna bir Fatiha okumadan girmek bize göre değil. Bunca yılın hatırı var.

Hanönü merkezdeyim, şehir sakin, herkes işinde gücünde. Hafta içinin dinginliği kendini belli ediyor.

Etrafta geziyorum, öğle üzerindeyiz ve hava iyice sıcak, kızdırıyor derler ya işte öyle. Bunun sonu fırtına, yağmur, borandır. Bu hava çok bunaltıyor ve ilk önüme çıkan kahveye dar atıyorum kendimi. Dışarıya konulmuş tek masada oturanlara selam verip, teklifsiz bir şekilde ben de bir sandalye çekiyor, başlıyorum sohbete,

-Ağalar nediyonuz,

-Heç oturuyoz sen nediyon.

-Nedeyim geziyor, çekiyor, yazıyorum.

Masadaki en yaşlı kurt dikkatli dikkatli beni süzüyor.

-Beni bildin mi? diye soruyor.

-Valla kusura kalma ağa çıkaramadım.

-Hani senle mantarda karşılaşmıştık,

- nerede acaba, Yumacık yaylasında mı?

-yok

-Akgöl civarında olmasın,

-Değil,

-Yoksa saray göletinde mi? Karlık mağarası da olabilir, dur yahu geçen de gelmiştim Gürleyik şelalesindedir kesin,

-I ıh

-Geriye bir yer kalmadı, ben mantara genelde Başkan Metin Yamalı ile giderim onun bildiği özel mantar yerleri vardır. Onu da kimseye demez, tam yerini ben de bilmiyorum dağlarda bir yerlerdi.

-Hah tam da orada karşılaşmıştık.

Hımmm hatırladım hatta bir ara kaybolmuştum o dağda.

Sonra o dağ senin bu dağ benim epey laflıyoruz.

Çaylar gidip gelirken yoldan geçen tanışlarla da selamlaşıyoruz.

Cebrail Keleş Köşe (7)-2

Başkan Metin Yamalı…
İyi adam lafının üstüne gelir derler ya, o sırada sokakta Hanönü Belediye Başkanı Metin Yamalı’yı görüyorum. Görme engelli ilçe sakini Osman’la arasında çok sıcak bir sohbet geçiyor, dayanamayıp, koşuyor, bu tatlı sohbete ben de katılıyorum.

Epey keyifli bir sohbet oluyor.

Kadim dostum Metin Yamalı’yla çok çok uzun zamandır tanışırız, kendisi benim aile dostum, kardeşim, ilçedeki en yakın akrabam sayılır. İlk tanıştığımızda çocukları Öykü ile Ozan küçücüklerdi, birlikte kedi yavrularının peşine düşerdik, şimdi kocaman gençler oldular üniversite de okuyorlar.

Zaman ne çok çabuk geçiyor. Öyle değil mi Başkanım diyerek başlıyoruz sohbete.

Hal hatır, eşten, dosttan konuşuyoruz, sonra başkan, ilçesinin yoğun işlerine dönerken, ben de, biraz dolaşayım bakalım ne var ne yok memlekette diyerek sokakları arşınlamaya giderken,

Başkan yamalı arkamdan, -Burası senin memleketin abi, gönlünce gez, dolaş. Bilmediğin yer değil, ilçenin yarısı seni tanıyor zaten diye iltifat etmeyi de ihmal etmiyor.

Hatice Ablamın kahvesi…

Meydana doğru ilerliyorum, Hatice-Satılmış Çapar’ın kahveye takılıyor gözüm. Kapı önündeki masada zıkı bir oyun var. Onları izleyen yancılara ek olarak tepelerindeki kabloya tünemiş güvercinler de merakla oyunun sonunu bekliyor gibiler.

Satılmış ustam her gün o güvercinleri elleriyle besler. O yüzden buradan ayrılmazlar. Kahvenin en sadık ve daimi müşterilerinden birileri de onlardır.

Kahveci Hatice ablam geliyor, biraz moralsiz görünüyor.

-Hoş geldin hele epeydir yoksun neredesin diye çıkışıyor,

-Ablam öyle deme ben hep geliyorum ama sen yoksun, hayır mı?

 -Biraz rahatsızım şimdi de çok iyi değilim, ben gidiyorum bura senin ne ediyorsan et diye çıkıyor. Dışarıda bekleyen araçla sağlık ocağının yolunu tutuyor.

İçeriden ocakçı Hasan başını uzatıp soruyor,

-Şef bir demli çay yapayım mı?

Yolla bakalım Hasan kardeşim bir demli çay, Ne demişti Necip Fazıl Kısakürek üstat çayla ilgili,

Çaycı getir ilaç kokulu çaydan.

Dakika düşelim senelik paydan,

Cebrail Keleş Köşe (14)-1

Dev Kararan Mantar…

Kahveden içeri girip çayımı alayım derken ne göreyim, masanın üstünde masadan büyük bir mantar var. Kara mantar deniyor, genelde sahil kesimi, bir de Boyabat, Sinop bilir, sever bunu.

“Bilimsel adı Kararan mantar (Meripilus giganteus) Meripilaceae familyasından yenilebilir bir polipor mantarıdır.

Dev Polipor (Giant Polypore), Karakıç Mantarı, Kara leke bırakan mantar (Black Staining Polypore- Blackening Polypore) olarak da bilinir.

Meripilus giganteus, bazen kesilmiş ağaçların kütüklerinde ve bazen de yaşayan geniş yapraklı ağaçların (özellikle Kayın ve Meşe ağaçları) dibinde görülen, yarım metre genişliğe ve 50kg ağırlığa kadar ulaşabilen çok büyük bir polipor mantarıdır.”

-Ooo hazine bulmuşsunuz, kimin bu, kim buldu,

Ocakçı Hasan bir yandan çay doldurup, bir yandan lafa giriyor,

- Benimdir, ben buldum şefim,

- Hımmm çok güzelmiş, nerden buldun Hasan ustam diye şansımı deniyorum, (Not Bir Kastamonulunun en iyi sakladığı tek sır mantar yeridir)

Tabiki şefim ne demek, uzak bir yer değil bizim dağlarda, aha şurada bir yerlerde diyerek el kol işaretleriyle yer ve konum bilgisi veriyor.

 Navigasyon bilgisine, enleme boylama gerek kalmadan, gözü kapalı elimizle koymuş gibi bulacağımız bir kesinlikle tarif ettin Hasanım sağ olasın diyorum.

-eee kaçtan gidiyor bu mantar, kilosu kaçadır bu?

-Kilo 50 tl.

-Alan var mı, satılıyor mu?

-Yarın buranın bazarı orada satılır.

Cebrail Keleş Köşe (3)-2

Zehirci Mehmet…

Hanönü’ne geldikçe uğramadan gitmediğim bir dostum da gazeteci fotoğrafçı Hasan Yılmaz.

Onunla da uzun zamandır iyi bir dostluğumuz var.

Kahvede beni görünce geliyor, kucaklaşıp hal hatır soruyoruz karşılıklı. Hasan’ın o güzel çayları gelip giderken dışarıdaki masada zıkı oyun daha da alevleniyor,

Eski günleri konuşuyoruz, epeyce ortak dostumuz anımız var. Oğlu Emre desen tanıdığım en terbiyeli, temiz, dürüst örnek gençlerden biridir.

Çay, sohbet molası bitiyor.

Burası ipek yolunun en güzel mola yerlerinden biri.

Kervanlar yüzlerce yıldır bu yollardan gelip geçerken ilçeye adını veren Han’da konaklamış. Dinlenmiş tekrar yola devam etmiş.

Gelip geçen binlerce kişinin aklında, anılarında bir şekilde yer etmiş. Soranlara Han da konakladık diye başladığı anılarında, belki burada yediği yemeği, kaldığı yeri, tanıdığı kişileri, belki de yolda gördüklerini anlatmıştır.

Kim bilir belki de, Gökırmak kenarındaki çeltik tarlalarından, Gökçeağacın kıymetli kilimlerinden, hiçbir yerde tatmadıkları o sarı ayvalarından. Yol boyunca onlara eşlik eden leyleklerin dinmeyen lak laklarından, o tertemiz sularındaki gümüş renkli balıklardan bahsetmişlerdir.

Şimdi ise,

Çok değişen bir kimliği var. Tarihin eski dönemlerinde önemli bir konaklama yeri kimliğinden artık ülkenin en önemli maden şehirlerinden biri haline gelmiş.

Uzun yıllar boyunca insanlara hizmet eden karayolu, Durağan, Sinop, Samsun, Karabük, Ankara, İstanbul gibi birçok ilçe ve şehirleri birbirine bağlamaya devam ederken artık maden endüstrisi de ilçe ekonomisine, kültürüne sosyal hayatına farklı bir boyut getirmeye başlamış.

Hanönü için artık bir maden kenti diyebiliriz.

Nasıl olmasın ki! Geçmişte basına yansıyan bilgilere bakmak bile bu ilçemizin geleceğinin madende olduğunu bizlere teyit ediyor.

Cebrail Keleş Köşe (8)-4

“Rezerv arama çalışmalarında 47 bin metre sondaj yapılmış ve şu an için, uluslararası kurumlar tarafından akredite edilmiş olan 24,5 milyon ton görünür, 12 milyon ton muhtemel bakır rezervi tespit edilmiştir.”

Dağlarda kamyonlar, iş makineleri birbiri ardına gidip geliyor. Şehirde herkesin bir şekilde hayatına dokunuyor maden.

Uzakta madenin işleme fabrikası görünüyor.

Kamyonlar gelip gidiyor.

Şehirde bir “Han” ve önünde bir fotoğrafçı var.

Hanönü’nde bir gün daha biterken, akşamüstü serpiştiren yağmur sonrası iki minarenin arasında gökkuşağı oluşuyor.

Ne kadar uğraşsam da gözün gördüğü gibi yansıtamıyorum bir türlü.

Başkan Metin Yamalı,

-Boş ver abi, uğraşma seyret sadece diyor.

-Evet, başkan bazı anlar olur ki, o anları sadece gözle görüp, gönlüne kaydedersin.

İşte bu da o anlardan biri.

2 Eylül 2024 Kastamonu-Hanönü
Cebrail Keleş- Balıkçı Şef