Amazon kraliçesi, Irmak tanrısının kızının adı nedir?
Tekfurun üzerine basılıp girilen türbede kim yatıyor?
Yelkenli ahşap gemilerle yapılan son deniz savaşı nerede olmuştur?
…
Sinop benim için ne manaya geliyor diye şöyle bir düşündüm, mutlu insanların şehri, ülkemizin en kuzeyindeki, kalesiyle, nokuluyla, mantısıyla, diyojeni, denizi, balığı, doğasıyla bize benzeyen, güzel bir komşumuz geliyor.
Ayrıca bir fotoğrafçı için de bulunmaz güzellikte yöreleri var. Akgöl, sarıkum, günbatımı, deniz feneri, hamsilos liman ve diğerleri. Hepsi de benim için ayrı ayrı çok fotojenik yerler, her seferinde çekmekten büyük keyif alırım.
Benim bir huyum var, ne zaman memleketten dışarı gidecek olsam mutlaka oranın tarihine göz atarım. En azından nette bir araştırmadan şehre adım atmam, fotosunu çekmem.
Her ne kadar iyice tanış olsak da gelin tazeleyelim bilgilerimizi.
Su perisi, temizliğin, iffetin timsali Sinope…
Önce adının kökenine bakalım, Sinop ne demekmiş. Komşu da tıpkı biz gibi, şehrin ismiyle ilgili epey değişik efsaneleri var. Ne de olsa aynı denizin, aynı toprağın, aynı dağların, aynı memleketin çocuklarıyız.
Sinop adının ilk kez nereden türediği hakkında çok şeyler söylenmiş.
En romantiği ile başlayalım. “Sinope, ırmak Tanrısı Osopos'un güzeller güzeli kızıymış. Bir gün Zeus kendisini görmüş ve o anda âşık oluvermiş.
Sinope, öyle güzelmiş ki, Zeus'un bile başını döndürmüş. Sinope'ye aşkına karşılık her istediğini yapacağını söylemiş.
Korku içindeki genç kız, kendisine dokunmamasını istediğini söylemiş, Zeus da sözüne sadık kalmış ve Sinope'yi alıp en sevdiği yerlerden olan Karadeniz'in cennet kıyılarına (Sinop’a) bırakmış.
Sinop adının Asurların ay ilâhı olan "Sin"den geldiğini söyleyen de vardır.
Bir de M.Ö. 200 yıllarında yaşayan Skymnos, şiirlerinde Sinop adının Sinova adlı bir Amazon kraliçesinin adından geldiğini dile getirir.
Suyun göğsü anlamında Farsça (Sine-i âb) dan Sınap şekline çevrilmiş diyenler de var.
Kim ne derse desin Sinop adının geçtiği her şeyin ortak özelliği güzellik, saflık, temizlik…
Bir çeşme, bir yudum su ve bir Fatiha
Sinop limanında bir çay söylemiş karşımda demirleyen balıkçı gemilerini izliyorum.
Arkamda kale surları var.
Önümden insanlar geçiyor mutlu, neşeli sevinçli. Oysa bu liman, karşısı ve kale surları bundan 171 yıl önce büyük bir trajediye şahitlik etmişti.
Bu sularda, bu denizde, Türk Deniz tarihinin en kanlı savaşlarından biri yaşanmıştı. O günü hatırlayacak olursak;
“1853 yılının 30 Kasımında soğuk bir günde kar atıştırıyordu. Günlerden Cuma idi. Ruslar o gün fırtınadan zarar gördüğünden Sinop limanına demirlemiş bulunan Türk donanmasına baskın düzenledi.
Çarpışma sırasında her yönüyle üstün olan Rus donanması, kahramanca karşı koyan Türk donanmasına ait gemilerin tamamını tahrip edip batırdı.
İki bine yakın Türk denizcisini şehit eden Ruslar, şehrin Müslüman mahallesini de topa tutarak önemli ölçüde zarar verdiler. Tarihe kara bir leke olarak geçen bu acı olay sonrasında İngiltere ve Fransa Osmanlı Hükümeti ile ittifak yaparak Rusya’ya karşı savaşa girdiler
Yanan gemilerde bulunan 4.200 personelin 2.700’ü şehit oldu.
Baskının acı hatırası olarak kentte Deniz Şehitleri Anıtı ve Çeşmesi inşa edildi.
Çeşmeden bir yudum su içip şehitlerimizin ruhuna bir Fatiha okuyorum.
…
Peygamber Efendimiz'in torunu Hz. Hüseyin(ra) soyundan Seyyid İbrahim Bilal Hz.Türbesi
Sinop şehrinde sadece deniz kum ve güneş yok. Her köşe başında bir tarihin izi var. Kale surları şimdiye kadar gelmiş geçmiş uygarlıkların taşları, eserleriyle dolu.
Şahin tepesinden şehri kuşbakışı izleyip aşağıya inerken bir çeşme başında durup serinliyorum. Kitabesinde peygamberimizin torunlarından Seyyid İbrahim Bilal Hazretlerinin burada meftun olduğu yazılı.
Tarihçesini okuyorum,
“MS 675 yılındayız, Halife Ömer Bin Abdülaziz Dönemi. İslam ordusu Peygamber Efendimiz (sav)'in "İstanbul'un Fethi" müjdesine nail olmak için İstanbul'u kuşatmıştır.
Seyyid İbrahim Bilal Hazretleri’de bu sefere katkı sağlamak için Orta Asya’dan topladığı gönüllü askerleri ile birlikte deniz üzerinden yola çıkmıştır. Ancak denizde büyük bir fırtınaya yakalanırlar. Bunun üzerine doğal limana sahip Sinop’a sığınır ve Tekfur'dan konaklama izni alırlar.
Seyyid İbrahim Bilal Hazretleri yorgun ve hasta askerleriyle dinlenmeye çekilirler.
Sinop Tekfuru önce izin vermesine rağmen bu kararından cayar ve haince bir gece baskını düzenler. Günümüzde Hükümet Meydanı olan bölgede aralarında büyük bir çarpışma olur. Birçok Alperen bugünkü Alaaddin Camii'nin olduğu yerde kahramanca çarpışarak şehit olurlar.
Çevresi Tekfur ve askerleriyle sarılan Seyyid İbrahim Bilal Hazretleri düşmanı yararak bu baskından sıyrılmak ister. Çatışmanın en şiddetli anında Tekfur'un bir kılıç darbesiyle mübarek başı, tıpkı Kerbelada ceddi Hz. Hüseyin'in de olduğu gibi gövdesinden ayrılır ve yere düşer.
Hemen kesik başını koltuğunun altına alarak şu anda türbesinin bulunduğu yere, yaklaşık 700-800 m kadar mesafeye çarpışa çarpışa gelir. Başını yere ihtimamla yerleştirir, kendisi de kıbleye müteveccihen sanki başı hiç kesilmemişçesine uzanır ve orada ruhunu Rahmet-i Rahman'a teslim eder.
Bu olayı gören Tekfur, askerler ve halk herkes büyük bir dehşete kapılır. Zamanla böyle bir olaya sebep olduğu için Tekfur çok pişman olur.
-Ben nasıl bir mübarek insanı öldürdüm’ diye dövünür ve artık rüyalarına dahi girmeye başlar.
Gün geçer ve tekfur, kendisi şöyle bir karar alır.
- Ben öldükten sonra bu vebalden kurtulabilmem için benim cenazemi onun eşiğinin altına, yolunun üzerine, kapısının önüne gömün. Ve onu ziyarete gelen herkes benim üzerime bassın geçsin’ diye vasiyette bulunur.
Selçuklular döneminde 1280’li yıllarda türbe yapılır. Tekfur’un o vasiyeti üzerine de eski yapılan türbedeki Tekfur’un mezarının bulunduğu kapı eşiği aynı yerden bırakılıyor.
“İnsanlar yüzyıllar boyunca Tekfur’un mezarının üzerine basarak Seyyid Bilal Hazretleri’ni ziyarete gelirler.
İnsanların buraya ilgisi arttıkça da Osmanlı döneminde bir namaz yerinin de bulunması gerektiğini düşünen Cezayirli Ali Paşa 1700’lü yılların sonuna doğru yanda bulunan camiyi inşa ettirir. Ziyaretler arttıkça dönemin âlimleri;
-Bizim kültürümüzde inanmamış dahi olsa mezardaki bir insandır. Kim olursa olsun mezarının üzerine basılmaz. Diyerek o kapıyı kapatıyorlar. O günden sonra da Tekfur’un mezarının üzerine basılmaz.”
…
Sinop’a veda ederken…
Bir komşu ziyaretiydi bizimki,
Çat kapı uğrayıp bir merhaba dedik sadece.
Yatıya kalmaya da geliriz elbet dedik.
Şimdi yolumuz uzun, daha sarı kum, Akgöl, İn altı mağarası var.
Irmak perisi sinope şimdilik hoşça kal uzakta değiliz az ötede karadenizin kıyısındayız.
Bize de bekleriz.
2 Temmuz 2024- Sinop- Merkez
Cebrail Keleş- Balıkçı Şef