70’lerin ortası, tıpkı şarkıdaki gibi “hava ayaz mı ayaz”, sırtında torunu ile Kefeli’den Vakıf’a indi dede...
Kayaaltı’ndan devlet hastanesine sık nefes.
Ateşler içinde yanıyor garibim, “gitti gidecek”, ciğerine kuvvet koştur dede koştur...
Kader seni bu ıssız gecenin ambulansı eyledi.
“Dedenin o insanüstü gayreti olmasaydı o gece...” şeklinde anlatılır bizim evde sürekli...
Ömrümce yaka paça olduğum ve olacağım cümle hükümranlar şanslarına yansın.
Ambulans çağıracak telefon mu var o devirde her evde, “sahip olmak için telefona yazılacaksın da çıkarsa çıkacak”, taksi durağı mı var Kefeli’de?..
Ciğere kuvvet dedem.
Belediyede mi köy hizmetlerinde mi çalışırdı o vakit peder pey çıkaramadım...
Gece vakti evde olmadığına göre mesaideydi mutlak.
Krem rengi telefon ne vakit sonra “çıktı” hanemize de, çekirdek ailemizin hücre cüssesindeki tek odasının baş köşesine konuldu, tavana yakın bir sehpa üzerine elbette...
Dantel örtüsü üzerine törenle yerleştirildi açılışı beklenen emsalsiz heykel misali.
Asayiş berkamal...
Ambulans bir telefon mesafedeydi.
(O telefon hane ekonomimize “bol” geldi...
Hattı ile birlikte sattık çok geçmeden.
Dantel örtüsü yadigar kaldı...
Telefon varsıla, örtüsü yoksula, ekonomipolitiğine kurban olduğum memleketim.)
(Belediye Caddesi merkez olmak üzere etrafına yayılan özel muayenehaneler ile tanıştım sonrasında el mahkum...
“Her Kastamonulu özel muayenehaneleri tadacaktır” takının altından geçerek.
Belediye Caddesi söndüyse o muayenehanelerin terkinden sonra söndü asıl...
Devlet hastanesi koridoruna dönüşen cadde saat 15:00’ten sonra “mık çiti” hastalarla.
Muayenehanelerin “bekleme odası” görevi verilmiş giriş salonlarını hangi çılgın unutturabilir bana...
Ne hikmetse kimse diğer bekleyenlerle konuşmamaya gayret ederdi.
Özensiz sandalyeler, dökük sehpalar, kalubeledan kalmış dergiler...
Kim okuyacaksa!
Çoğunda ortayaşı devirmiş kadınlar “sekreter” olarak çalışırdı, görevleri “dükkanı” açık tutmak, sağı solu toparlamak...
Ödeme hekime bizzat elden yapılırdı, vergisiz, kemiksiz gelir.
Şehirliler yordam bildiklerinden evvela muayenehane iskelesinden geçer, sonrasında o hekimin kamu hastanesindeki polikliniğine giderdi, “gelenek” oturmuştu...
Köylü vatandaş ne bilsin, evvela kamu hastanesine varır, hekim tarafından oradan postalanırdı muayenehanesine.
“Muayenehane-kamu hastanesi” zincirine dahil olamayacak kadar yoksul vatandaşa kim acısın?..
Kaderi neyse ona teslim oldu.
O vakit “özel hastane” yok Kastamonu’da...
Kamu içinde “özel hastanecik” rolüne soyunan kamu hekimleri var.)
(“Modaya uysa da” vicdanını kaybetmeyen hekimleri ayrı tutuyorum zehir zembelek anılarımdan...
Muayenehaneleri olsa da, aldıklarından çoğunu gariban hastanın cebine koyarak yollayan hekimleri bilirim, asla ve asla saygıda da kusur etmem.
O hekimler de beni bilir...
Bu yazının konusu olmadıklarının da farkına varacaklardır muhakkak.)
(Ajite etmeyeyim okuru ama öyle paragöz hekimlere denk geldi ki bu şehir...
Hırslarına dair örnek vermekten imtina ediyorum.
“Bıçak parası” vardı birader...
Haydi göreyim seni denkleştireme de tutarı ameliyat masasına yatabil kamu hastanesinde.
Bıçak parası alan hekimler bir adım öne çıksın...
Ne kadar astarını değiştirseler de o kir vicdandan çıkmaz efendi.
“Sağlıkta Dönüşüm” geldi 2000’li yılların başlarında...
Kamu hekimlerine “ya özel muayenehane ya kamu hastanesi” dedi devlet, öyle yok kamu hastanesinde çalışıp da hasta araklamak, oyunun kuralı geldi.
Muayenehaneler bir bir kapandı...
Kimi kamuda devam etti kimi özel hastanelerin yolunu tuttu.)
(Gelelim “Kastamonu kamu hastanelerinde günümüzde neden hekim durmuyor?” mevzusuna...
“Özel muayenehaneler kapanmadan önce Kastamonu’da neden hekim duruyordu?” sorusudur ilk sorunun cevabı.
Allah’vere tıp fakültesi geldi de Kastamonu’nun hekim tutmakta az bir eli güçlendi...
Gerçi, hedeflediği akademik kariyere ulaşan, “kessen durmuyor” yine de.
Yüzü gülmeyen, kibrinden hastasının selamını dahi almayan, hastasını yük gören hekimler var mı?..
Ne yazık ki var.
Hastasının ağzından şelale gibi dökülen “Allah razı olsun” sözünü işitmek bile kimi için “yoğunluk” gerekçesi...
Yine de “Allah razı olsun” cümlesinden.
Sonuçta memleketin çocukları...
Herkes bir gün anlar memleketin kadrini kıymetini.)