Ülkemizde şu an en zoru “üretim”, maliyetler arttıkça arttı, “tüketim” kısıldıkça kısıldı…

Ülkemizde şu an en zoru “üretim”, maliyetler arttıkça arttı, “tüketim” kısıldıkça kısıldı…

“Üretim” ile yelkenlere rüzgar basmak geçer akçe olmaktan çıktı korkarım.

Dert enflasyonu tek haneli rakamlara düşürmek…

Bakalım yolun sonunda üretim cephesinde tek hane kalacak mı?

Tuzu kuru üreticiler suyun üstünde kalacak belli…

Nemli tuz dibe batacak.

KOSGEB personelleri işletmeleri ziyaret ediyor misal…

Küçük ve orta ölçekli işletmelere yeni destek var mı, yok, e bu neyin ziyareti?

Kuru kuru hal hatır sormak…

Üreticinin karnı böyle mi doyacak?

Üretemeyen ülkede “vergi tahsilatı” nasıl olacak?..

Üreticinin cebinde ne var da ne verecek?

Tahakkuk dağ…

Tahsilat ova.

Üretimin ve üreticinin baş tacı edileceği günlere selam olsun…

Çarkların döndüğü, bacaların tüttüğü, bereketin nam saldığı.

“Faiz artsın, faiz artsın, faiz artsın”…

Arttı işte.

Rantiyeye bayram…

Üreticiye kabus.

Not: Edip (Nazlı) ağabeyin eczanede oturuyoruz, daha doğrusu o oturuyor, ben sırtımı ecza dolabına yaslamış şekilde ayaktayım, orada hiç oturduğumu hatırlamıyorum…

Dalga geçer Edip ağabey “Hasımlı adamsın, sırtını duvara, yüzünü cama veriyorsun” diye.

Ne hasmım olacak…

Bir fiskeliğiz neticede şehri bivefada.

Davul-zurna ekibi geçiyordu, hiç yerli gibi gelmediler bana, Vezirköprü havalisi geldi simalarından…

“Öndeki zurnacı var ya” dedi Edip Abi “Çok meşhur”.

Hiç görüp bildiğim biri değil…

İyi kötü davul-zurna hengamesine kulak kabartanlarım.

“Bu ekipte yere atılan paraları davulcular değil zurnacı toplar” dedi Edip Ağabey…

“Ne zevki var davulcu yere sırt aşağı yatıp da kağıt banknotları ağzı ile almadıktan sonra” dedim.

“Dinle bir” dedi Edip ağabey…

“Yere atılan kağıt banknotları zurnası ile üstlerine eğilip zurnanın kıç tarafıyla alıyor, vantuz misali bir çekiyor, kağıt banknotlar yılan gibi kıvrılıyor, lüle haline geliyor, sivri uçları ok gibi zurnanın alt kısmına giriyor”.

“Ağabey o iş nasıl olur?”…

“Vallahi kaç defa gördüm” diyerek cevapladı.

“Çok meşhurdur bu ekip” diyerek ekledi “Sen nasıl bilmezsin ya”…

Cahil çıkardı.

“İnandım” dedim…

“Peki, vantuz şeklinde çekiyorsa banknotları, o halde zurnayı öttürmüyor, hem öttürüp yani havayı ileri istikamette üfleyip hem de parayı aynı şekilde zurnanın içine çekebilir mi, asıl maharet bu” dedim.

“Olmaz” dedi…

“Fizik kurallarına aykırı”.

“İyi de Edip ağabey” dedim, “Fizik kuralları ile ne işimiz var, belki metafizikçiyim ben”, ters ters baktı…

Yalan yok kimi zaman zihnimi okşar metafizik.

Ortaçağ felsefesine “hastayım” misal…

Yanlışlığını bile bile sevmek doğruyu bilen insanlara has.

“Augustinus” hele…

Doyamam.

“Anlamak için inanıyorum”…

Daha ne diyeyim?

İşin işinden çıkamayacağını anlayınca Edip ağabey mevzu değiştirdi, klasik sorusunu sordu, “Havada zıplayan topa karaburun vurulur mu?..

“Bu” dedi, “Yıllardır tartışılan bir konudur ve henüz çözümlenemedi”.

Topun zıplama seviyesi önemli…

Eğer diz boyunu aşmazsa bir ihtimal karaburun ile topa “dürtmek” mümkün, ancak saatteki sürat olarak karın doyuracak bir şiddete ulaşamaz, oysa ki karaburundan beklenen cam çerçeve indirmesidir.

Zannımca zıplayan topa karaburun vurmamak lazım…

Madara olunması büyük ihtimal.

Bir ihtimal, zıplayarak topla ayak seviyesini aynı seviyeye çıkararak vurulur mu, olabilir…

Denemek lazım.