Ankara’da devlet hastanesi, sabah 8’de kapısında bittim, ameliyat kağıdımda yazılı olan 8.30’da bulunmam gereken yerde hazır ve nazırdım…

Gözlerimi, yetmez, kulaklarımı dört açarak ismimin okunmasını bekledim.

Hengame kopmasıyla oturduğum koltuktan fırlamam bir oldu, genç memur milletin elinde kaldı, delikanlının elindeki ameliyat onay formu kapışa gitti…

Form kalmaz zannıyla anlaşılan, millet birbirinin üstünden uçarak ele geçirdi formu, ben de “ha gayret” dedim “bas ettim” kalabalığın üstüne, Kastamonu çocuğuyum, meydan mı bırakırım Ankara bebelerine, form aslanın midesinde hemşerim, kadının birinin feryadını duydum, form alamamış, düşene bir tekme vurmadığımıza dua etsin.

Yanlış form almış yekun ahali ama…

Kimse sormadı ki hangi ameliyatın formu olduğunu.

Dakikalar ilerledikçe takat kalmadı, biraz ilerideki geniş koltuklara uzandım, ne uyumuşum…

Yan koltukta oturanlara bir delikanlı telefondan müzik yayını yapmış uyuduğum dakikalarda, kesmemiş olacak ki ortaklaşa bir paket pamuk alıp kulaklarına tıkamışlar, niye acaba?

6 ay önceki ameliyatımdan idmanlıyım, aç karna gittim, su bile içmedim…

Öncekinde yanlış anlama kurbanı olup tok gitmiştim, hemşirenin şaşkınla sorduğu kahvaltı listeme yemediklerimi bile ilave etmiştim, iyi bir şey yapmıştım ya köpürtme derdiyle.

Öğle paydosunun ardından ismim okundu…

Don hariç anadan üryan soyundum, ameliyat giysisi giydim, tekerlekli sandalye ile ameliyathanenin bekleme salonuna intikal ettirildim, üçü erkek-ikisi kadın 5 tekerlekli sandalyeli otopark misali yan yana dizildik.

Bir müddet “çıt” çıkarmadan durduktan sonra hanımefendilerden biri suskunluğa son verdi, başladı muhabbet, ilk soru “Siz nerenizden olacaksınız?”…

Aslında soru “Nereni beğenmedin?” olacaktı, “kedi” misaliydik hemen hepimiz çokça, “keyfe keder”.

Haletiruhiyesini çözmeye çalıştım diğer 4 hastanın…

“Modern hastane binaları yapıyorsun da içi boş” diyen hasta, Suriyeli göçmenlerden rahatsızlığını dile getirerek devam etti üstü örtülü ajitasyona, “şehir hastanesi” yöntemine de demediğini bırakmadı, diğeri onun her sözünü tasdikledi, siyasi meşreplerini anlamış oldum, diğer iki hasta hiç karşılık vermedi, Anadolu’nun taşra bir köşesinden geldikleri belliydi, “şükür” diyorlardı orada olduklarına, onların da reylerinin mührü belliydi.

Beni soracak olursanız…

Geçtiğimiz hafta oybirliği ile “Trol” olduğuma karar verildi malumunuz, ipimin kimin elinde olduğu belli olmayacak derece hem de, çakmışlar mevzuyu.

Tam o sıra ameliyathaneden bir Suriyeli hastanın çıkarılmasıyla coştu bizim “ulusalcılar”…

“Ölsün mü?” diyemedim; sindim.

Mesai bitti…

Memurlar eve gitti, nöbetçi hemşire kaldı başımızda, ameliyathaneden çıkarılan bir yaşlı kadının tansiyonu düştü bayıldı, kan burnundan verdi, hemşire kızdı “Neden tansiyonunun düştüğünü söylemedin” dedi durdu, ortalık kana battı, temizlik görevlisi geldi, “Batırmış her yeri” dedi durdu.

5’li grubumuzdaki yaşlı hasta ikinci defa tuvalete götürüldü, kucağımızdaki nevresimlere sarıldıkça sarıldık, göz kapağındaki et benini aldıracak hasta “Benimki küçük bir operasyon” dedikçe dedi…

Katıla katıla gülme krizine girdikçe girdik, hemşire sinirlenmekle şaşırma arasında kaldı, “Kıpkırmızı oldunuz” deyince somurttuk.

Ameliyathane intikal ekibinden 4 kişi geldi nihayet, benim haricimdeki 4 hastayı hareket ettirdiler, gidenlerin ağzı kulaklarında haliyle…

Orada bile geride kalmak taşradan gelen hastada özgüveni yerle bir ediyor inanmazsınız, “Hiçbir yerde yerimiz yok” dememe kalmadı gidenleri geri döndürdüler, hep birlikte yeniden gülmeye başladık, özgüvenim yerine geldi.

Yelkovan akrebi kovaladı, tek tek götürmeye başladılar ameliyathaneye, benim dışımdaki dördü gitti, “tek kaldım derken” yeni bir hasta getirdiler, “Tosyalı” çıktı, saat 17:00’yi gösterirken  18:00’deki Tosya otobüsüne yetişmek için çırpınıyordu, önceki günkü ameliyatı ertelendiği için yeterince sinirliydi zaten…

Saat 18:00 olduğunda bıraktı “Otobüse beni yetiştirin” feveranını.

Saat 17:30, ameliyathane kapısına kadar varabildik, gerisi kolay…

18:15 ameliyat başladı.

Cerrahımız hiç ara vermeden 21’inci hastasını ameliyat ediyordu…

Eşi aradı, “Nerede kaldın?” diye sordu, içişleri bakanları her yerde aynı.

Önceki ameliyatımdaki alet edevat eksiklerini bir bir söyledim, söylemesi ayıp her ameliyatımda “su” dedikleri serum hep eksik çıkıyor, bisturinin kesmeyenine rast gelirim, makasın kör ağızlısına, bu kez de tekerrür etti...

Tutturdum Harbiye Marşı’nı.

18:45’te ameliyattan çıktım, cebimde bir ağrı kesici getirmediğim için eve varana kadar acımdan öldüm, hastane de bir ağrı kesiciyi çok gördü bana, olsun varsın, devletimiz var olsun, bu da geçer…

Neler geçmedi ki.

Diğer sabah kontrole gittim, önceki gün ameliyat olan 21 hasta hekimin poliklinik kapısında hazırdı, hekimin “Günaydın, hoş geldiniz” demesi üzerine anladım ki devlet hastanelerindeki hekimler meğer bu kelimeleri isterlerse kullanabiliyorlarmış…

“Kendi aranızda sıra yapın” demesiyle hekim, “Hurra”, sanki önceki gün ameliyat olmamış gibi saldırdık kapı önüne.

Kavga kıyamet…

İtiş kakışta yeniden ameliyatlık olmadık Allah’vere.

Haftaya yine kontrol var…

Bakıverin curcunaya.