Gelir dağılımı adaleti ile devrimler arasında önemli bir ilişki vardır. Bir toplumda gelir dağılımı adaletsizliği toplumun çoğunluğunu rahatsız etmeye başlarsa devrim gerçekleşmektedir. 

1789 Fransa devrimi ile başlayalım. Fransız toplumunun o dönemde büyük kısmı ciddi sefalet yaşıyordu. Açlık, salgın hastalıklar ve sefalet… Bu ortamda yavaş yavaş burjuvazi gelişmeye başlıyordu. Buna karşın kral ve etrafındaki şanslı azınlık, lüks ve şatafat içinde yaşıyordu. Partiler, balolar düzenliyor ve bol bol heykel yapıyorlardı. Vergilerin etkin harcanmadığı düşünülüyordu. Ekmek fiyatları yükselmiş, geniş halk kitleleri açlık çekmeye başlamıştı. Toplumda ortaya çıkan rahatsızlık ise 1789 Fransa devrimi ile sona erdi. Lüks ve şatafat içinde yaşayan kesim hayatını kaybetti. Demokrasi ve çok partili hayat ortaya çıktı. Zamanla diğer Avrupa ülkeleri de bundan etkilenerek demokrasiye geçtiler. 

2024 Suriye devrimine de gelelim. BAAS partisi uzun süredir iktidarda idi. Beşar Esed ve ondan önceki babası Hafız Esed, Suriye’de uzun süre ülkeyi yönettiler. Bu süre zarfında kaymak bir tabaka oluştu. Toplumun büyük çoğunluğu açlık çekerken, bir kısmı zindanlarda işkenceden geçilirken hatta öldürülürken bu kaymak tabaka hep gününü gün etti. Türkiye’ye önemli miktarda Suriyeli göç ettiğinde bir kısım sözde Türk basınında şatafatlı partilerde eğlenen, plajları dolduran kaymak tabakanın fotoğrafları, videoları yer aldı. Suriye’de hayatın böyle olduğu algısı oluşturulmaya çalışıldı. Halbuki o fotoğraflarda Suriye’nin kaymağını yiyen %10’luk şanslı azınlık yer alıyordu. Bu böyle süremezdi. Nitekim 2024 yılında halk, Suriye’de rejimi devirdi. Suriye’nin eski rejimi Esed ailesi Suriye’nin kaynaklarını konserlere, partilere ve heykel yapımına ayırmıştı. Ülkenin solcu mutlu azınlığına kaynaklar aktarıldı, fondaşlar semirdikçe semirdi. Mutlu azınlık yedikçe yedi, patlayıncaya tıksırıncaya kadar yediler. Ülkede bilinçli olarak fabrikalar açılmadı. Ülkede Türkmenler ve Sünni Araplar hep fakir bırakıldı. Ama her zulmün bir sonu ve her zalimin bir Musa’sı vardır. Bu nedenle devrimi gerçekleştiren Suriyelileri (Türkmen-Arap ayırt etmeden hepsini) tebrik ediyorum. 

Şimdi ne olmalı? Suriye’de haksız yere semirilen %10’luk mutlu bir azınlık var. Öncelikle bundan sonra Suriye’de istikrarın sağlanması için Türkiye olarak elimizden geleni yapmalıyız. İstikrarsız bir Suriye, yanıbaşımızda bir PKK-YPG devletinin kurulması veya katil İsrail devletinin sınırlarımıza dayanması anlamına gelir. İstikrarın sağlanması için de gelir dağılımı adaleti sağlanmalıdır. Suriye’de devletten yıllarca haksız yere para kazanıp semiren mutlu azınlıktan Suriye halkı hakkını almalıdır. Örneğin; hapishanelerde zavallılara zulüm ve işkence eden görevlilerin yakalandığını görüyoruz. Bu kişilerin yargılandıktan sonra hapis, idam vb. ile cezalandırılması işin bir yönü. Ama bu kişiler işkence yaptıkları, binlerce masumu öldürdükleri, hapishanedeki kadınlara tecavüz ettikleri için devletten yüksek maaşlar aldılar mı? Aldılar. Bunlarla evler, arabalar, altınlar, varlıklar aldılar mı? Aldılar.  İran ve Irak’tan gelen ne idüğü belirsiz 700,000 kişiye Suriye’de vatandaşlık verilmiş, O dönem Suriye’yi terk edenlerin evleri, işyerleri de bu 700,000 kişiye verilmiş. Al sana kaymak tabaka!  Türkiye’de 3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu var.  Bu kanuna göre haksız yere mal edinen kişilere para cezası da veriliyor. Suriye, buna benzer bir kanun düzenleyebilir. 

Bundan sonra Türkiye ile Suriye arasındaki ekonomik ilişkiler geliştirilmelidir. Suriye artık yaralarını tamir etmelidir. Esed döneminde yıkılan, kapatılan fabrikalar açılmalıdır. Suriye artık Türk firmaları için önemli bir pazardır. Fabrikalarını yeniden açmak isteyen Suriyeli girişimcilere Türk bankaları kredi vermeli, Halep ve Şam’da banka şubeleri açmalıdır. Yollarını, limanlarını Türk inşaat firmaları (Cengiz Holding, Enka vb) inşa etmelidir. İnşaat faaliyetleri için gerekli çimentoyu Türk firmaları sağlamalıdır. BİM, A101, Şok ve Tarım Kredi Kooperatifleri Suriye’de şubeler açmalıdır. PTT, Yurtiçi, Aras gibi kargo firmaları Suriye’ye girmelidir. LC Waikiki, Cotton, De Facto, Sarar, Kığılı gibi Türk firmaları Şam ve Halep’te mağazalar açmalıdır. Suriyelilere Arçelik ve Vestel satmalıyız. Torku, Ülker ve Eti çikolataları yedirmeliyiz. Hava savunma sistemlerini Aselsan, TUSAŞ kurmalıdır. İHA ve SİHA ihtiyaçlarını Bayraktar karşılamalıdır. Türk okulları, üniversiteleri kurulmalıdır. Limak, otel inşa etmeli; Kalyon ise güneş enerji santrali kurmalıdır. Türk medya kurumları Suriye’de yayına başlamalıdır. Fransız L…. Çimento fabrikasının altında tünellerde PKK-YPG terör örgütlerine ait mağaralar, inler bulunuyordu ve bu fabrika kimliği belirsiz uçan cisimlerce bombalandı. Şimdi çimentoyu Suriye’ye teröristlere tünel inşa eden Fransız L….  firması mı satmalı yoksa Türk firmaları mı satmalı? Bu pazarı kaybetmemeliyiz. Sömürgeci Batı sermayesini Suriye pazarına sokmamak için elimizden geleni yapmalıyız. 

Türk sanayici ve işadamları için 20 milyon nüfusa sahip Suriye önemli bir fırsat. Nüfusu biraz inceleyin. Ülkenin ikinci büyük topluluğu Türkmen. Arapların içinde de 10 seneden fazla Türkiye’de yaşayıp ülkesine geri dönen çok sayıda kişi var. Yani toplumun içinde Türkçe bilen, Türk markalarına alışmış bir kitle var. Ülkenin birinci etnik grubu Sünni Araplar ise şu anda Türkiye’ye büyük sempati duyuyor. Sayın İbrahim Kalın’ın Şam ziyareti ve Emevi caminde namaz kılması da Türkiye’nin Suriyeliler gözünde olumlu imajını ispatlamaktadır. Bu potansiyel müşteri kitlesini fırsata çevirmek Türk firmalarının görevidir. İç savaş yaşanan zor durumlarda bile TUİK istatistiklerine göre 1.7 milyar dolar ihracat yapmışız ki artık Suriye’ye ihracatımızı 10 milyar dolar seviyesine çıkarmayı amaçlamalıyız. Çok da zor olmadığını düşünüyorum. Yeter ki Türk firmaları kararlı olmalı ve stratejik davranmalıdır. MİT başkanımız sayın İbrahim Kalın’ın Şam Emevi caminde namaz kılması devletimizin çok önemli bir iş başardığını gösteriyor. Sahada kazandığımızı ekonomi masasında da kazanalım. Bu konuda firmalarımızın da devletimize yardımcı olması ve bu önemli fırsatı değerlendirmesi gerekiyor. 

Prof. Dr. Serkan DİLEK
Kastamonu Üniversitesi