Dünyaya armağanımız Horma, Ilıca, Ilgarini Valla…
Torunum Ilgaz, İnci Aybalayla kamp ateşi yakıp yıldızları seyrediyor geceyi dinlerken dediler ki;
Balıkçı Şef Dedemiz bize Pınarbaşı’nın masalını anlat, içinde kanyonlar, mağaralar, şelaleler, doğal güzellikler olsun.
Pınarbaşı’m senin masalını anlatmaya nasıl ve nereden başlasam ki galiba çok çok eskilere gitmek gerekecek.
Masalımızın adı “Kastamonu’nun dünyaya armağanı” , Dünyadaki cennetin adı” olsun. Bu masalı yazıya dökmek daha kolay olsa da hep bir şeyler eksik kalacak. Aslında yazıdan ziyade görsel olarak anlatmak çok daha güzel olacak.
Haydi, çocuklar düş peşindeyseniz düşün bu yaşlı gezginin peşine, masalsı bir yolculuğa çıkıp fotoğraflarla bir masal yazmaya gidiyoruz...
Pınarbaşı masalı bundan milyonlarca yıl önce başladı…
Tüm masallar Evvel zaman içinde diye başlar ya bizim Pınarbaşı’mızın masalı da öyle başlasın.
Başlangıç için sanal olarak birkaç milyon yıl önceye gidelim.
Burası kanyonlar mağaralar diyarı olmadan önce belki de dümdüz bir yerdi. İnsanın bile henüz ortalarda gözükmediği devirlerde kayaları ilmek ilmek işleyen sular, ne taraftan bir yol bulmuşsa ya denize doğru bir kanyon olup iniyor ya da dipsiz bir mağara haline geliyordu. Sular damla damla dökülürken kayaların arasından, doğanın en güzel heykellerini yapmaya başladılar, hem de binlerce yıl sürdü her biri. Bazıları tavandan sarkarken bazıları da yeden yukarı dikildiler tavana kadar.
İşte bu sarkıtlar dikitler doğanın sabır taşlarıdır.
Bu fotolar masalın başlangıcı olacaktır, Pınarbaşı’nda onlarcası var, kimi dünyaca tanınırken kimini sadece birkaç köylü dışında kimse henüz bilmiyor.
Masalımızın ikinci bölümünde artık insanlar ortaya çıkmışlar kendilerine sığınacak en uygun yer olarak mağaraları görmüşler. İlk evleri bellemişler, tehlikeye düşünce ona sığınıp, son uykuları için yine mağaraların en derin yerlerini seçmişler.
İnsanın Pınarbaşı’ndaki en eski masalı Ilgarıni mağarasında anlatılır. Bu masalı okumak değil görmek gerekir. Mağaranın içinde dolaşırken gözünüz duvarlarda olsun,
Belli belirsiz bir çentik izi, bir keskinin yaraladığı bir kaya parçası, belki soluk bir şekil görürseniz hiç durmayın çekin fotosunu. Uzun uzun zaman öncesinde belki de binlerce yıl önce yaşamış olan ilk insanın masalı vardır o izlerde.
Bu diyarlarda doğmuş, büyümüş, yaşamış, bu topraklardan gelmiş geçmiş ve burada toprağa karışmış ilk hemşerilerimizin bilinmeyen izleri anlatır bize o zamanın öykülerini.
Yaralı göz’ün gözyaşlarıdır Devrekâni Çayı
Buradan bir çay akar şehri ikiye bölerek hormaya doğru nazlı nazlı akar. Devrekâni çayıdır adı,
Her çekilen fotoda aslında farklı bir masal anlatır o sular. Bu masal bir damla yağmur damlasıyla başlar.
Karadenizin hırçın dalgalarının göğe fırlattığı damlalar bulut olur karışır gökyüzüne, Yaralıgöz’ün zirvesinden başakçaya doğru süzülür. Bir nevi gözyaşıdır yaralıgözün. İncecik pınarlardan, gözelerden birleşe birleşe büyür çoğalır gözyaşları, pınarlara, çaya dönüşür, ağır ağır yol alır doğduğu yere, Karadeniz’e doğru.
Durmaz yerinde ve tüm ilçeleri geze geze sonunda ulaşır, Pınarbaşı’na. Yol vermez dağlar, geçit vermez yalçın kayalar. Horma denilen yerde kayalar önüne set olur.
Ama bu Karadeniz’e ulaşmasına engel olmaz, sabırla o granit taşları tek tek işler bir oya gibi. Tam ovaya kavuşmuşken düşer kayalardan aşağı. Ilıca şelalesi derler adına, koca çay vurur kendini taştan taşa. Artık sonu mutlu biten bir masal değildir anlattığı, Bir acı çığlıktır, bir gurbet türküsü söyler. Kaybedilen dostların sesi karışır çağıldayan sulara.
Düşmüşken ovaya düze, sakinleşmişken o coşkulu sular, masal tam bitti derken Kanlı çay kollarını açmış bir şekilde bekler. Kavuşurlar kanyonun girişinde Valla da. Karadeniz’e kavuşmanın önündeki tek engel bu kayalardır. Hiç acele etmez, milyon yılda damla damla aşındırır demirden sert, tunçtan kavi olan kayaları.
Valla kanyonunda çekilen fotoğraf değil milyonlarca yıllık süregelen bir masalın yapraklarıdır.
Yaşayan insan hazinelerimiz…
Masal sadese dağı taşı anlatmaz insanı insana da anlatmak gerekir.. bu dağlarda sonbahar gelince çıkarsanız ormanlara yöresel kıyafeti, kendine özgü şivesi, gülümseyen yüzüyle onlara rastlarsınız. Her biri bir masal kahramanıdır. Ama öyküleri hiçbir kitaplarda yazmaz. Ahşap köy evinin duvarında soluk bir siyah beyaz resimdedir tüm öyküleri. Uzaktaki bir evlat, kaybedilen bir can yoldaşının cansız sureti anlatır yarım kalmış bir hayatın öyküsünü.
Bu diyarda her mevsim bir masal yaşanır. Bu bazen İlkbaharda dere kenarlarında ıspıt toplamak, balkonda bir bağ mısır kurutmak, bir evleklik tarlasında gün boyu çapa sallamaktır.
Bunları fotoğraflamak isterseniz acele etmeyin. Durun önce dinleyin sonra içten bir selam verip oturun yanına. Bir bardak demli çayı paylaşın. Birbirinize anlatacak ne çok masalınız olduğuna siz bile inanamazsınız.
“Foto-Masal”
Bir nisan akşamında, yakılan kamp ateşinin karşısında, serin bahar rüzgârlarının Ilıca şelalesinin sesini taşıdığı o yerdeyim, üzerimizde yıldızlar kırpışırken, yanan ateşin civekleri kıvılcımları havaya karışıyor.
Ateş böcekleri misali son bir kez parlıyor. Her biri tek tek gökyüzündeki yıldızları kıskandıran güzellikte son bir kez selamlıyorlar.
Uzaklardan baykuşların içli ötüşleri yayılıyor zari çayının üzerine.
Halı diye ayağınızın altına serili çimlerin üstünde, torunum Ilgaz’a, inci Aybalama çektiğim fotoğraflarla bir masal okuyorum. Milyonlarca yıl öncesinden başlayıp halen devam eden suyla taşın mücadelesini, suyu yumuşak gören taşın nasıl yenildiğini anlatıyorum.
Devrekâni’de yaralı gözden akan yaşların ılıca şelalesinden düşerken söylediği o acıklı türküdeki masalı anlatıyorum.
Bu bir dağın, bir dalın, bir suyun, yüze yansıyan bir kırışıklığın, bir gülümsemenin, masalarıdır diyorum.
Benden önce vardı, benden sonra da olacak, bu sonsuza kadar süren bir masaldır.
Hepimiz gelip geçeceğiz geride çekilen karelerle yazılan masal kitapları kalacak.
…
Cebrail Keleş/ Balıkçı Şef
Kastamonu-Pınarbaşı 2025