Trump’ın Çin başta olmak üzere çok sayıda ülkeden gelen mallara karşı yüksek gümrük vergileri koyması, bu haftanın iktisat gündemini oluşturdu. Yazımızın konusu da haliyle bu oldu. Yazımızda bu hafta iki farklı görüşten bahsedeceğiz. Birinci görüş, Merkantilist görüş diye adlandırılıyor. Merkantilistlere göre ülkenin amacı yüksek dış ticaret fazlası vermektir. Ülke dışarıya çok mal satmalı, dışarıdan az mal satın almalı ve böylece ülke dış ticaretten fazladan altın elde etmelidir. Dışarıdan mal alınacaksa bu hammadde olmalı ve ülke bu hammaddeyi işleyerek dışarıya satmalıdır. Dış ticaret sayesinde elde edilen altın ise ordu ve donanmanın güçlenmesi için harcanmalıdır. Ordu ve donanma da haliyle sömürü için kullanılmalıdır. Bu iktisadi görüş, Adam Smith ve David Ricardo isimli iktisatçılara kadar hakim görüş olarak öne çıkmıştır.

Adam Smith ise Batılı anlamda “iktisadın kurucusu”, “Kapitalizmin babası” gibi lakaplara sahiptir. Aslında ahlak filozofu olan Adam Smith, ünlü “Ulusların Zenginliği” kitabının yazarıdır ve bu kitabı Avrupalılar ilk iktisat kitabı olarak kabul etmektedir. Adam Smith, kendi zamanına kadar hakim düşünce olan Merkantilizme karşı çıkmış ve Mutlak Üstünlükler Teorisi’ni geliştirmiştir. Şimdi “Mutlak Üstünlükler Teorisi nedir?” diye soracaksınız. Kısaca anlatalım. İki ülke olsun. Ülkelerden biri (X ülkesi) gömlek, diğeri de (Y ülkesi) meyve suyu üretimini başarıyla yapsın. Gömleği başarıyla yapan X ülkesi gömleği yaparak Y ülkesine satmalıdır. Meyve suyunu başarıyla yapan Y ülkesi de meyve suyunu yaparak X ülkesine satmalıdır. Yani her iki ülke, üretmekte başarılı oldukları malı üreterek diğerine satmalıdır. Bu sayede iki ülke işbirliği yapmalıdır. Bu işbirliği, ülkelerin gömlek ve meyve suyu üretimlerinde uzmanlaşmalarını sağlayacak ve üretim verimlilikleri artacaktır.

Eğer iki ülke dış ticaret yapmazsa, gömleği başarıyla üreten X ülkesi kaynaklarının bir kısmını gömlek, bir kısmını ise meyve suyu üretimine kaydıracaktır. Yani 50 tane gömlek ve 50 litre meyve suyu üretecektir. Oysa dış ticaret serbest olduğunda X ülkesi tüm kaynaklarını gömlek üretimine kaydıracak ve 100 tane gömlek üretecektir. Daha fazla gömlek ürettiği için işi öğrenecek, gömlek üretiminde uzmanlaşacak ve daha verimli çalışacaktır. Aynı şey, meyve suyu üretiminde başarılı olan Y ülkesi için de geçerlidir. Dış ticaret serbest olduğunda Y ülkesi daha fazla meyve suyu üretecek ve meyve suyu üretiminde uzmanlaşacaktır. Uzmanlaştığı için verimliliği artacaktır.

Sonra David Ricardo denen bir başka iktisatçı daha gelmiştir. Bu, Adam Smith’in “Mutlak Üstünlükler Teorisi’ni” geliştirmiş ve “Mukayeseli Üstünlükler Teorisi”ni ortaya koymuştur. Gerçek yaşamda her zaman bir ülke gömlek, diğeri de meyve suyu üretiminde diğerinden daha başarılı olmayabilir. Bazen X ülkesi hem gömlek hem meyve suyu üretiminde Y ülkesine göre daha başarılıdır. Bu durumda X ülkesi hem gömlek hem meyve suyunu üretip Y ülkesine mi satmalıdır? Ricardo’ya göre hayır. Ricardo, böyle bir durumda mukayese yapılmasını savunur. X ülkesi mukayeseli olarak hangi malın üretiminde daha başarılıysa o malın üretimine yönelmeli, Y ülkesi de diğer malı üretmelidir. Örneğin, X ülkesi gömleği 10 kat daha başarılı, meyve suyunu da sadece 2 kat daha başarılı üretiyor olsun. Bu durumda X ülkesi gömlek üretip Y ülkesine satmalıdır. Meyve suyu üretimini de Y ülkesine bırakmalıdır. Y ülkesi de meyve suyunu üreterek X ülkesine satmalıdır.

Sonuçta Smith ve Ricardo’nun görüşleri zamanla iktisatçılar arasında popüler hale gelmiştir. İktisatçılar da zamanla politikacıları etkilemiştir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da savaşları azaltmanın yöntemlerinden birinin uluslararası ticareti artırmak olduğu görüşü hakim olmuştur. Bunun sonucu olarak da ülkeler arası dış ticaretin serbestleştirilmesine yönelik adımlar atılmaya başlanmıştır. Bu adımlar da küreselleşmeyi ortaya çıkaran nedenlerden biri olmuştur. Ülkeler arasında gümrük vergileri sürekli düşürülmüş, tarife dışı engeller azaltılmıştır. “Dünya Ticaret Örgütü” kurulmuş ve bu örgüt çeşitli zamanlarda toplanarak dış ticaretin serbestleşmesine yönelik kararlar almıştır.

Fakat dış ticaretin serbestleşmesi, Avrupa ve ABD gibi ülkelerin lehine olup olmadığı tartışmalıdır. Dış ticaret sayesinde Batılı ekonomilerde fiyatlar düşmüştür, tüketici refahı artmıştır. Bu doğru ama işin diğer yanı da var. Bir kere Çin, Hindistan gibi ülkelerde üretim maliyetleri daha düşüktür. Bu nedenle büyük firmalar üretimlerini zamanla Çin, Hindistan gibi ülkelere kaydırmıştır. Dolayısıyla ABD ve Avrupa’da üretim azalmıştır. Bu azalma sonucunda ABD ve Avrupa işsizlik oranları istatistiklere göre korkutucu boyutlara ulaşmamıştır ama işçilerin refahları tartışmalıdır. ABD’de yaşayan bir işçi 1950’lerde 4 kişilik bir aileyi geçindirebiliyor, hatta ev ve otomobil alıyordur. Ama günümüzde 4 kişilik bir ABD ailesinin geçinebilmesi için minimum iki kişinin çalışması gereklidir. İki kişi çalıştığında da eskisi kadar refah içinde yaşamaları mümkün olmamaktadır. İşsizlik rakamları da yüksek değil ama her nasılsa sokaklarda yatan evsizlerin ve fakirlerin sayısı muazzam artmıştır. Bugün internette “Homeless USA” veya “Homeless Europe” diye girdiğinizde karşınıza çıkan videolar muhakkak sizi şaşırtacaktır. Yani Batı ekonomileri eskisi gibi refah ekonomisi değiller. Muhtemelen “Bu nasıl oluyor?” diye soracaksınız. Gümrük vergileri yok veya çok az olduğu için Çin, ucuza ürettiği malları ABD’ye satıyor. ABD çok yüksek dış ticaret açığı veriyor. Yani az mal satıyor (ihracat) ama çok mal alıyor (ithalat). Eee! Açık olunca bu açığı nasıl finanse ediyor? Borç alıyor. Çin, ABD tahvil ve bonolarını alıyor yani ABD’ne borç veriyor. Sonuç olarak ABD, Çin’den borç alarak Çin mallarını satın alıyor.

Başta Çin olmak üzere diğer gelişmekte olan ülkeler de eskisi kadar fakir değiller. Eğer gidişatta bir değişim olmazsa, Çin milli gelirinin 2030 yılında ABD’ni yakalaması hatta geçmesi söz konusu. Üstelik Çin 21. yüzyılın başındaki gibi işgücü yoğun tekstil veya hafif sanayi ürünleri falan da üretmiyor. Bugünün en kaliteli elektrikli otomobillerini, cep telefonlarını, televizyonlarını, bilgisayarlarını üretiyor. Türkiye için de benzer şeyleri söyleyebiliriz. 1990’lı yıllardaki hasta adam Türkiye yok, eski Türkiye yok. En gelişmiş İHA, SİHA ve savunma sanayi ürünlerini üreten Türkiye var. İşe bu açıdan bakarsak Trump’ın neden korumacı politikalara döndüğü daha net anlaşılabilir. Bu arada Trump’ın açıkladığı tarifeler Türkiye’nin lehine çünkü Türk ürünleri en düşük gümrük vergi oranları ile ABD’ne girecek. Trump, Çin başkanı Şi ile görüşmek istiyor. Eğer görüşmede bir anlaşma olmazsa gümrük vergileri aynen kalırsa Türkiye’nin lehine olur. ABD, Türkiye’nin en fazla ihracat gerçekleştirdiği ülkelerden biri. TİM verilerine göre 1 Ocak- 31 Mart arasında ABD’ne 3,1 milyar $ mal ihraç etmişiz ki bu durumda ABD bizim üçüncü en büyük pazarımız oluyor. Eğer bu tarife oranları gerçekleşirse Çin’deki üretimin bir kısmının bize kayması ve ABD’ne olan ihracatımızın artması söz konusu olabilir.