"Derler ki, aşk da unutulurmuş her şey gibi... Hem de yaşanıp bittikten, soğuyup küllendikten sonra değil, tam da doludizgin devam ederken unutulurmuş aşk...

Neyse ki, Zühre yıldızı varmış göğün üçüncü katında...

Halen âşık olup olmadıklarını ve eğer âşıklarsa kime âşık olduklarını hatırlamayanlar, göğün üçüncü katına çıkıp, Zühre yıldızının elindeki aynaya bakarlarmış...

Baktıklarında gördükleri yüz, âşık oldukları kişinin yüzü olurmuş... Derler ki, bazıları sadece zifiri karanlık görürmüş aynada...

Böylelerinin hafızalarından şüphe etmeleri yersizmiş... Çünkü tekleyen hafızaları değil, yürekleriymiş..."

Elif Şafak'ın Mahrem romanından…

...

Bir sonbahar mevsiminde soğuk, serin, sisli bir gününde çıkmışım Ilgaz’a, üstelik de Hacetin zirvesine. Kendimle başbaşa kaldığım dertlerimi döktüğüm ve sırlarımı emanet ettiğim tek yerde, ılgaz’ın zirvesindeyim.

Fakat o da ne benden önce çıkmış biri var.Hem de benim yerimde.

Kuşların artık uçamadığı, değil kervan, kurtların bile  gezmediği, ağaçların artık yetişmediği bu yükseklikte, hem de bu vakitte, kim ola ki bu?

Hiçte tanıdık gibi gözükmüyor, üstelik ne selam ne sabah hiçbir şey demiyor.

Sadece bir karartı , sanki karanlık bir gölge. Huzursuz bir şekilde aşağı yukarı inip çıkıyor ve devamlı göğe bakıyor. Bir şeyler arıyor. Bir o yana bir bu yana gidiyor, devamlı saate bakıyor.

Kim bilir belki de herkesin içinde bir yerlerde saklı olan o “göğe bakma durağını” arıyordur.

“Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat

Durma kendini hatırlat

Durma göğe bakalım”

Diyor ya Turgut Uyar üstadımız.

O karanlık gölge,gizemli silüet herkes gibi göğe bakma durağını arıyor ancak bulamadığı belli, yine de “sisifos” misali hiç vazgeçmiyor. Tam işte şimdi bitti dediği anda yeniden başlıyor. Bir aşağı bir yukarı biteviye devam ediyor.

Gün batıyor artık. Ufukta güneş kaybolurken son ışıklarıyla zirveleri boyuyor kızıla.

Artık karanlığın örtüsü aşağıdaki ovaların üstünü örterken ağır ağır, yaklaşıp bu gizemli yabancı karartıya soruyorum.

-Kimsin, adın nedir?

- Beni tanıyorsun,biliyorsun, adım Güntülü diyor.

-hiç duymadım tanımıyorum hem ne demek güntülü?

- Gündüz düşü…

Güntülü ile gündüz düşlerinde…

Ilgaz’ın zirvesinden gökyüzünü seyrediyorum.

Benimle gökyüzü arasında hiçbir şey yok. Hava soğuk, hava sisli, dağın zirvesini kucaklayan, kaplayan dert yüklü bulutlar var. Onlar da taşıyamıyor bu ağır yükü, çöküyor ovaya doğru. Bulutlar inerken aşağıya, gökyüzü de kenarından köşesinden açılıyor. Açıldıkça da yıldızlar bir bir ışımaya başlıyor.

Bu yaşananlar bir masal mı gerçek mi bilemiyorum. Gördüklerim, yaşadıklarım, hayallerimle birbirine karışıyor. Dedim ya burada bugün hiçbir şey gerçek değil, gerçeküstü bir masal anlatıyor Ilgaz.

Masalın kahramanı da Güntülü/Gündüz düşüm serdiği kilimin üstünde gökyüzünü seyrediyor. Yanına gidip usulca, sessizce oturuyorum.

Geceye bir adım kalmışken, Ilgaz’ın zirvelerini sisler sarmışken, karanlık bir örtü çöküyor aşağıdaki ovanın, ormanların üstüne.

Artık hiç ışık kalmıyor.

Yamaçlarda birkaç öbek köy ışığı, taaa uzakta şehrin pırıltısı belli belirsiz gözüküyor.

İşte o anda,

Yıldızlar arasında bir yıldız ikinci bir ay misali doğmaya, gökte belirmeye başlıyor.

Birlikte göğe bakıyoruz. Seyrediyoruz akşam yıldızını, göğün karanlığını aydınlatan Zühre’nin yükselişini.

Zührem…

Güntülü anlatıyor usulca,

-Gökyüzü ile yeryüzü arasındaki en yüksek yerde gece en geç dağların zirvesini kaplar. Ovalar çoktan karanlıklara gömülmüşken dağların zirvesinde hala bir ışık gözükür belli belirsiz. Sıradağlarda akşamın kızıllığı yerini mora bırakır kat kat ilerler ufukta.

En sonunda en büyük zirveyi sarar gecenin siyahı. Tam zifiri karanlık basacakken ay kadar parlak bir yıldız doğar.

“Karanlığı ilk akşamdan delen, sabah en son terk eden güzelliğin adına kimi Venüs der, kimi Zühre, bizde adı Çolpan’dır. Eski Roma da Afrodit, İran’da Nahid.

Herkes ayrı bir isimle tanısa da her yerde, her dilde, her dönemde “Aşkın, sevginin” sembolü olmuş, şarkılarda, şiirlerde, resimlerde efsanelerde dilden dile anlatılmıştır.”

Güntülü anlatıyor, ben dinliyorum, Zühre yükseliyor.

Zühre’ye bakınca kimi göreceğiz bilen var mı?
Ilgaz dağında hacetin zirvesinde bir garip gezgin Balıkçı şef, bir efsanenin peşinde, bir efsane dağ’dan Ilgaz Hacet’ten Zühre’yi seyrediyor.

Uzandığı yerden yıldızlar yağıyor üstüne, binlerce milyonlarca kandilin aydınlattığı dağın zirvesinde öylesine mutlu ki, uzanıp başını koyduğu taş değil sevdiceğinin dizidir, saçlarının arasında gezinen Ilgaz’ın serin yelleri değil, sevgilinin şefkatli elidir, burası bir dağ değil yoldaşının nazlı yüzüdür.

Balıkçı Şef kendini arıyor, yıldızlı göğün altında, dağda en sevdiği yerde Ilgaz’da, kaybolmuş sönmüş yıldızlar arasında.Bulamayınca yanı başındaki Güntülü’ye sorar;

Bir gün karışınca bedenim toprağa, yıldızım sönünce gökyüzünde. Ben de çıktığımda göğün üçüncü katına, Zühre yıldızının elindeki aynaya bakacağım ya,

Ne göreceğim,

Zifiri bir karanlık mı? Yoksa Ilgaz’ı mı?

Güntülü gülümser;

Ben sadece bir düşüm, gündüz gördüğün bir düş. Senin gölgen, ruhunun bir parçasıyım.

Bana sorma!

Kendine sor…


11 Ekim 2023/Kastamonu
Cebrail Keleş/Balıkçı şef