Hangi taş bina 122 senedir ilk yapıldığı işlevini sürdürüyor?
Taşlar konuşur mu?
Sözler, kelimeler nereye yazılırsa ölümsüz olur?
80 bin yıl sonra 82.024 yılında görüşmek üzere…
…
Bundan kaç yıl önceydi ben bile unuttum.
Yine böyle bir güz mevsiminde herkes kanlıca peşine düşmüşken, ben kadim tarihimizi emanet edilen taşları Devrekâni ovasında arıyordum. Çeribaşı köyü ile karabakal arasında bir arazi yolunda belli belirsiz bir izin peşine düşmüş, tarlaların ortasına dikilmiş taşlar görmüştüm. Uzun uzun bakıp dokunmuştum her bir parçasına. Taşlara kazınan tarihi parmaklarımla okumaya çalışıp, binlerce yıl önceden bu güne kadar nöbet tutan suskun bekçilerle konuşmaya çalışmıştım.
Suskun, sessiz, taşlardı.
O taşlara emanet edilmişti tarihin en gizemli anıları, anları.
Kayalar gördüm, yalçın sarp ve ulaşılması imkânsız. Duvarlarında anlamadığım dilden yazılar, şekiller olan kaya mezarlarına uzun uzun baktım. Sonsuz uykusuna yatıp, huzur arayanlar bu taşlara tarihlerini, umutlarını, yarınlar için beklentilerini kıyamete kadar kalsın diye kazımışlar taşlara.
Bir renk yağmuru yağıyordu, sonbahardı ve ben bir yolda buldum kendimi. Yol değildi yürüdüğüm, adeta bin bir renkli bir halıydı. Taşlar, otlar, çalılar ve her çeşit, her renkten ilmek ilmek dokunmuş bir hayat öyküsüydü.
Onu seyretmekten yolu da, yolcuyu da, kendimi de unutmuştum ki.
Neden sonra aklım başıma gelince, kaldırıp kafamı baktım ufka,
İşte Yaralıgöz elimi uzatsam tutacağım kadar yakın gözüyor, Ya Ilgaz nerede kaldı, hemen gözlerim Ilgaz’ı arıyor, göremiyorum. Dağların öte yüzünde, bulutların ardında, işte şu köy evinin bacasından çıkan dumanın azıcık bu yanında olmalı.
Ama gözükmüyor ki diyorlar, gülüyorum.
Ben ne zaman yönümü kaybetsem gözüm arar Ilgaz’ı, gözüm göremezse, yüreğime sorarım. Bilir o nerede olduğunu. Yüreğim bana nerede olduğunu gösterir ve hiç şaşmaz, benim pusulamdır. Sizler görmeseniz bile ne gam, ben biliyorum ya orada olduğunu yeterli.
Kastamonu şehir merkezindeki konuşan taşlar…
Yazılar yazıyorum yıllardır.
Hep suya yazdığımı düşünüp üzülüyorum. Oysa ben taşa kazımak isterdim bazı yazılarımı. Benden sonrakilere de kalsın diye.
Orta Asya’da ki atalarım söyleyeceklerini taşa kazımışlar. Dünya durdukça bu sözler okunsun işitilsin bilinsin diye.
“Ey Türk; üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe, senin ilini ve töreni kim bozabilir.”
İlk insanlar bir mağarada yaşarken elini boyayan bir taş bulunca elinin izini duvara yapıştırmış.”Biz de buradaydık.” mesajı vermiş çağlar ötesine.
Ben taşlarla konuşurum bazen…
Hükümet konağının yanından geçerken taşlar bana, bu yapının Kastamonu Valiliği görevinde de bulunan Sırrı Paşa'nın oğlu Mimar Vedat Tek tarafından çizildiğini anlatır. 1901 yılında Vali Enis Paşa tarafından hizmete açıldığını ve o günden bu güne hükûmet konağı olarak kullanımına devam eden nadide bir yapı olduğunu fısıldar.
Daha şehre adım atmadan dönemin Valisi Ömer Âlî Beyin kendi cebinden yaptırdığı üstüne yadigâr yazdırdığı çeşmeyle karşılaşıyorum. Dur diyor, dinle Ömeri’n yadigârını. Akmayan çeşmesini.
Şehre doğru giderken Nasrullah köprüsüne çıkıyor yolum. Taşlarla ilmek ilmek örülmüş köprüden geçerken bir ahhh işitiyorum.
Ortada çifte sadaka taşı var ve içleri her dokunanın ahlarıyla dolu. Kimse gülümsemesini bırakmamış, herkes bir dert, bir ahhh bırakmış sadaka niyetine.
Uzatıp alıyorum bırakılan tüm dertleri. Dert hamalı olarak yüklüyorum küfeme, ağır ağır Nasrullah Camisine doğru gidiyorum uzun ince yoldan.
bir solukluk dinlenmek için dayıyorum sırtımı Münire Medresesinde taşlara. Bir ürperti geliyor, soğuk taşlar dile gelip uzak tarihlerden başlayan öykülerini anlatmaya başlıyorlar. Şadırvandan öyle çok sular akmış ki bir deryayı doldurur. Bu meydandan öyle çok kişi gelmiş geçmiş ki dünyayı doldurur.
Yürüyorum, şehrimin Arnavut kaldırımlı sokaklarında, eski mahallelerinde.
İçinde yaşayanlardan sadece birkaç iz kalan evler, yıkılmış viran olmuş ahşap evler. Arada bir taş binalar gözüküyor. Yıllara, yüzyıllara meydan okurcasına ayakta ve hür. Sokaklarda çocuklar top peşinde koşarken, bahçeli evlerde sonbahar hazırlıkları başlamış bile. Bahçelerde kazanlar kaynıyor, bacalarda dumanlar dans ederek gökyüzüne yükseliyor, pencerelerde boya kutularında çiçekler, balkonlarda güz güneşinde kurumaya bırakılan çamaşırlar var.
82.024 yılında Kastamonu…
Açık maslak tarafında yeni yapılacak sanayi alanındayım. Gün batmış, hava kızıl bir renge boyanmış. Bir yandan ay doğmuş çamların üstünden bir yandan Ballıdağ üzerinden gün batımının son kızıllıkları gözüküyor. Hangisine bakacağımı şaşırıyorum.
Eski dostum, astro fotoğrafçı arkadaşıma herkesin anlata anlata bitiremediği o kuyruklu yıldızı soruyorum.
-Nerede bu Comet C/2023 A3 (Tsuchinshan-ATLAS)
- biraz geç kaldın şefim ama yine de şansımızı deneyelim diyerek az sonra yanıma geliyor.
Kaç gündür kapalı havanın ardından bugün nispeten temiz bir gökyüzü var.
Bekliyoruz kuyruklu yıldızı.
“Bilim insanları tarafından 2023 yılı Ocak ayında keşfedilen C/2023 A3 (Tsuchinshan-ATLAS) kuyruklu yıldızı, Türkiye'nin gökyüzünde de görülmeye başlandı. Yaklaşık 80 bin yıllık yörünge periyodu hesaplanan kuyruklu yıldızı, ekim ayı sonunda gün doğumundan önce doğu ufkunda görünmeye başlamıştı.”
Parlaklığı ve görünürlüğü nedeniyle "yüzyılın kuyruklu yıldızı" deniliyor.
NASA'ya göre, yörüngesi 80 bin yıl süren A3 Tsuchinshan-ATLAS kuyruklu yıldızı, en son Neandertaller döneminde gezegenimizden görülebildi.
Kuyruklu yıldızı beklerken Murat Kardeşimle sohbet ediyoruz.
Bu yıldız en son görüldüğünde dünya da ilkel insanlar yaşıyordu, belki de mağaralara gökyüzünde beliren uzun saçlı bir kadın resmi yaptılar, Ya da bir beyaz yılan, gökyüzünde dolaşan ateş saçlı beyaz bir ejderha…
Şimdi biz görüyoruz
Yaklaşık seksen bin yıl sonra yine burada birileri gökyüzüne bakıp bu kuyruklu yıldızı gördüğünde dünyamız, Kastamonu kim bilir nasıl olacak hayal bile edilmesi zor.
Murat helvacı diyor ki; Abi aslında bizim dünyamız yaklaşık 4,5 milyar yıl yaşında.
80 bin yıl çok da uzun bir zaman değil.
Dünyamızda insanın ortaya çıktığı ilk andan bu zamana kadar dokunduğu, kazıdığı her taş bize sonsuzluğu anlatırken,
Gökyüzünde beliren bir beyaz iz bize zamanın ne kadar kısa olduğunu öğretti.
Taşlar durdukça, zaman duracak.
Kıyamet kopup dünya yok olsa da gökyüzünde bir beyaz iz her seksen bin yılda bir görünüp merhaba diyecek dünyamıza.
Yerinde duruyorsa tabi.
15 Ekim 2024 Kastamonu
Cebrail Keleş- Balıkçı Şef