Renk körüydük, gözbebeği misali gövdesinin rengini bilemeden sevdik, kokusundan bihaber müptelası olduk…

İsmini dahi çok sonraları öğrendik.

Ne rengine, ne kokusuna, ne de ismine gerek vardı…

Sevmeye meyilliydik.

“Güzel bir bahaneydi” sadece…

O an dünyanın durmasının müsebbibiydi.

20 senesi var temiz…

Serdar İzbeli avuçlarında, avuçlarını sımsıkı tutarak getirdi, terlemişti avuçları her ikisinin de.

Hangi mevsimdi meçhul…

Bahar mı, kış mı, yaz mı?

Bize her mevsim hazan…

Her mevsime hazanız biz.

Hep getirirdi avuçlarından tutup…

Alışmışlığın verdiği bezginlik hiç olmadı ama ne onda ne de bende.

“Yurdu burası artık” dedi…

Medresenin “batı” yüzü.

Güneşin doğuşuna değil…

“Batı”şına meftunduk besbelli.

Adına sonradan öğrendik…

“İsabella” imiş.

Hikayesi derin…

“Güzel İsa”.

Uzun yolculukların, uzak coğrafyaların, farklı kültürlerin izi vardı yüzünde…

Yaşanmışlıkların tortusu.

Amerika’dan Kafkasya’ya uzanan izdüşüm…

“Azerbaycan”, “Gürcistan” ve “Artvin”.

Savaşlar, savaşlar, savaşlar…

Tek yer değiştiren halklar değil savaşlarda; börtü böcek de, dal yaprak da göç ediyor.

Medresenin batı yüzünü bir uçtan diğer uca yurdu yaptık…

Çırak olarak çalıştım Serdar Usta’nın yanında, yalan yok, onun kadar hiç sevemedim İsabella’yı.

“İsabella” yahut “İzabel” ya da tam adıyla “Vitis Labrusca L.”…

Seneler sonra tanıştık.

(“Kokulu üzüm” deyip geçmiş bizim coğrafya…

Üzüm mü üzüm, kokulu mu kokulu, yeterli.

Fırına girip “ekmek ver” diyen…

Balıkçıya siparişine “balık ver” diyerek isteyen bir nesle dönüşmedik mi?

Hikayesini bilmez…

Mazisini merak etmez.

“Soğuk bir şey ver” diyerek meşrubat ister…

“Tatlı ver” der.

Kadayıf mı?..

Üstü kaymaklı mı, dondurmalı mı, zerre önemsiz.)

Seneler senesi…

Meyveye durdu “İsabella”.

Medreseden yayılan kokusu şehri sardı…

Yaprağına güç yetmedi.

“Kamu malı”, “halkın malı”, “ortak kullanım”…

“Paylaştık”, “bölüştük”, “ihtiyacı olan daha çoğunu aldı”.

Yıllar içinde dallarının sardığı sayvan eskidi…

Ağaçları bel verdi.

Serdar İzbeli’nin gözünden kaçmadı…

Tek üzümünü yemediği asma bağını kurtarmak yine ona düştü.

“Kaswood” ustaları geldi, cümle edevat ile, malzeme ile…

Bir günde işin başına çıktılar.

Emekleri daim...

İmeceleri baki.

Bizimkisi bir “İsabella” hikayesi…

Ne tadını biliriz, ne kokusunu, severiz sadece.