Diyarbakırlısı, Hataylısı, Kastamonulusu, Mardinlisi, Adıyamanlısı, varın gerisini siz getirin, Kırşehirli, İstanbullu, Ankaralı…
Deniz gözlü, kestane, zeytin karası.
Güneş sarısı saçları karanlık gölgelere meydan okur…
Esmer elleri aydınlık geleceğin muştusunu dokur.
Bir keman tınısına tutunup hayatın sarp kayalıklarına tırmanırlar…
“Pes” sesini sevmezler, “tiz” canlılar.
Nereden bilecektik, Türkiye’nin dört bir tarafından Kastamonu’ya gelen gençlerle çember olacağımızı, kim aklımıza getirecekti?..
“Rüzgar kanatlı at kız” olmasaydı.
“Hasretinle yandı gönlüm” şarkısını keman ile çalıyor bursiyer…
Şarkının sözleri değişiyor, “Yandı yandı sönmedi gönlüm”, vefasızlık edemeyiz Anadolu ovalarını rüzgar kanatları ile geçen at kıza.
Vatana ömrünü adayanlar için hasretimiz daim…
Asla kaymayan yıldızı onlar Türkiye Cumhuriyeti göğünün.
Babası “Rüzgar kanatlı at kızım” dermiş ona…
Ardına nice rüzgar kanatlı atları takıp vicdanın, dayanışmanın, iyinin en hızlı koşucusu oldu.
18 Mayıs Cumartesi günü ebediyete geçişinin 15’inci seneidevriyesi idi…
Naçiz bedeni toprak olsa da, fikri, daim rüzgarı olacak esintiye hasret coğrafyaların.
“Rüzgarlı kanatlı at kız”…
Türkan Saylan.
Not: Cüzzam hastalığının beli kırılmışsa…
Prof. Dr. Türkan Saylan’ın emeği büyüktür.
“Deri ve Zührevi Hastalıklar Uzmanı” olmasında, cüzzamın ülkemizin hemen her köşesinde halı altına süpürülmesi etkili oldu, ömrünü bu alana adamaya karar verdi…
Kamu yanı sıra uluslararası sivil toplum kuruluşları ve meslek örgütleri ile emeğini küreselleştirdi.
Ardından bir katar çekti…
Nice gönüllüye yol açtı.
Sağlık sistemini cüzzam ile barıştırdı…
Çare üretti.
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin simgesi oldu…
Yol izi ardından gelenlere.
(ÇYDD Kastamonu Şubesi, Prof. Dr. Türkan Saylan’ın ölüm yıldönümü ve 19 Mayıs Atatürk Anma, Gençlik ve Spor Bayramı dolayısıyla şehrimizde tiyatro gösterisi düzenledi…
“Ben Türkan Saylan” isimli oyun, Şenay Gürler’in oyunculuğu ile vücut buldu, hüzün ve umut salonun atmosferini doldurdu.
Mendilsiz yakalananlar zor anlar yaşadı…
Varsın sel olsun gözyaşı.
Sanat…
Demokrasinin kısa yolu.
Ekmeksiz kalalım…
Sanatsız kalmayalım.)
Not 2: Sene 1919, Mayıs sonrası, Kastamonu…
Kurtuluş ateşi civek aldı.
Nurettin Peker’den (İstiklal Savaşı, Resim ve Vesikalarla İnebolu-Kastamonu ve Havalisi Deniz ve Kara Harekatı) aktaralım…
“Ankara’da bulunan 20’nci Kolordu Kumandanlığı yolu ile Erzurum’daki karar ve haberleri şifrelerle alan Kastamonu Ahz-ı Asker Kalem Reis Vekili Binbaşı Kastamonulu Şevket Bey (Ali Fuat Paşa tarafından Kuvayi Milliyecilik için Sinop Şube Reisliğine gönderilen Göllü Şevket Bey) milli teşkilatı kurmak ve geliştirmek için askerlik şubelerini teftiş bahanesi ile mülhaka çıkmış ve Temmuz ayı sonralarında Sinop’a geçmiş ve Ağustos’un ilk haftasında buralardaki asker, sivilleri gelenlerle anlaşarak durumu Ankara ve Erzurum’a şifrelemiş ve gizlice milli teşkilatın temelini atmıştı.”
Kastamonu’da milli mücadele safına kahramanca emek veren “ikinci” Şevket bey ile karşılaşmış bulunuyoruz…
“Binbaşı Şevket Bey”.
Diğer kahramanımız…
“Üsteğmen Şevket Bey”.
“Kalpaklı yiğitler”…
Türkiye Cumhuriyeti’nin temel taşları.
“Şevket’ler bitmez”…
Tohumudurlar vatanseverler ormanının, fırtınada da açar tomurcukları ayazda da, yaprak dökmezler dört mevsim.
Nazım “Kuvayi Milliye Destanı” şiirinde nicelerini anlatır istiklal kahramanlarının…
“Onlar ki toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çokturlar; korkak, cesur, cahil, hakîm ve çocukturlar ve kahreden, yaratan ki onlardır, destanımızda yalnız onların maceraları vardır.’’
Asırlar geçse de…
Destanımızda yalnız onların maceraları olacak.