Kastamonu Sanat İşleyen Eller Dernek Başkanı, Kat’ı sanatçısı Mine Büyükdağ Telli; Güzelliğin, bereketin, bolluğun, arkadaşlığın sembolü çilektir.
Mine Büyükdağ Telli; 1970 Araç doğumlu. Aslında Baba memur olduğu için o yıllarda aile İstanbul’da yaşıyor. Fakat kökleriyle bağlarını hiç koparmamışlar. Bağ bahçe işleri için sık sık memlekete gidip gelmişler. Böyle gidip gelinen bir zaman içinde doğmuşum, daha doğrusu yolda dünyaya gelmişim diye başlıyor hayat öyküsüne.
Ankara'da lise, İstanbul'da ise üniversite eğitimini ev ekonomisi dalında tamamlayan Telli, 1990 yılında evlenip memleketi Araç'a yerleşir. Kendisi gibi sanata ve el sanatlarına olan tutkusuyla çevresine ilham kaynağı olmuş, 22 yıl boyunca Araç Halk Eğitim Merkezi'nde görsel sanatlar ve dekoratif el sanatları üzerine dersler vermiş. Son sekiz yılında ise Kastamonu Merkez'de eğitmen olarak görev yapmıştır.
Emekli olduktan sonra ise sosyal sorumluluk projeleriyle kadınlara istihdam sağlamayı ve yöresel sanatlarımızı ülkemize ve dünyaya tanıtmayı hedeflemiştir. Bu doğrultuda, Kastamonu Sanat İşleyen Eller Kooperatifi'nin başkan yardımcısı ve Kastamonu Sanat İşleyen Eller Derneği'nin başkanı olarak çalışmalarına devam etmektedir.
…
Eski eşyalarımız aslında en kıymetli anılarımızın tanığıdır.
Mine Hocam, Kastamonu Sanat İşleyen Eller kooperatifinde el emeği göz nurunu katarak eşyalara hayat vermeyi öğretiyor. O eşyalar ki bir zamanlar evlerin duvarların en gözde eşyalarıyken artık sadece antikacılarda eski eşya satanlarda bulunuyor.
Eşya demişken artık nostalji/antika olarak gördüğümüz her şey daha düne kadar evlerimizde annemizin, ninemizin kullandıklarıydı. Ne zaman ki seri üretim, sentetik ürünler yaygınlaştı tüm alışkanlıklarımız da değişti. Belki ulaşmak daha kolay ve ucuz olsa da hepimiz aynı olunca sıradanlaştık.
Özümüzü özelliğimizi kaybettik.
Teknoloji/internet/bilgisayar/cep telefonuyla da okuma alışkanlığımız yerini bakma alışkanlığına bıraktı.
Artık kimse kitap/gazete/dergi okumaz oldu. Sosyal medya hepsinin yerini aldı.
Oysa bir kitabın sayfalarını çevirmeden o yazıları tekrar tekrar okumadan, sayfayı kıvırmadan ya da altına kısa notlar yazmadan kitap okudum denebilir mi?
Tüm bu eski kitapların hepsinde bir okunmuşluk vardır. Sayfalar kıvrılmıştır mesela, o sayfayı bulunca açar ben de okurum. Kitapları şöyle bir hızlıca gözden geçirirken sayfa altında gözüm, eğri büğrü yazılmış bir not arar. Onlar çok daha kıymetlidir. Kitabın özeti o satırlarda saklıdır.
Eskici/antikacı/sahaf/ bitpazarı dediğimiz yerlerin de müdavimiyim. Bazen bir tezgâh başında özelliği olan birkaç eşyayı bıkmadan usanmadan saatlerce incelerim. Bir kitap bulunca dokunurum cildine, sayfasına…
Bana göre kitaplar yazılı tarihimizi, eşyalar ise yazılı olmayan geçmişimizi anlatır.
Buralarda eski eşyalar/kitaplar satılsa da Aslında burada satılan bir eşya değil kullanan son kişinin anılarıdır. Üzerindeki her iz belki bize değilse bile kullanan kişiye ya da yakınlarına çok şeyler anlatır.
Dedim ya yaşanmışlık olan her şey çok kıymetlidir.
El sanatları da bu yaşanmışlık üzerine inşa edilir.
Kastamonu el sanatları konusunda çok zengindir.
2016 yılında Kastamonu Ahşap fuarında açılan el sanatları bölümünü geziyorum. Her şey çok bilindik ve tanıdık. Severim insanın elleriyle ürettiği ürünleri. Sepetçi, tıkırcı, taş baskıcı, dokumacı derken bir baktım uzunca bir sergi.
Çok farklı bir teknikle yapılmış eserler.
Müthiş ilgimi çekiyor.
3 boyutlu fotoğraf sanatı gibi bir şey.
Sergiyi açan hocalardan biri olan Mine Büyükdağ Tellioğlu’ ile ilk olarak bu sergi vasıtasıyla tanışmış oluyorum. Güler yüzlü, cana yakın tavırlarıyla dikkat çeken hocamızın Araçlı olduğunu da öğrenince daha da yakın hissediyorum. Ne de olsa araçlı sayılırım hanım tarafından, kan çekiyor demek ki!
Mine Büyükdağ Telli hocamla yaptığı bu güzel çalışma hakkında konuşmaya başlıyoruz. Aslında çok eski ve unutulmaya yüz tutan geleneksel bir sanatımız olduğunu öğrenince de mahcup oluyorum.
Hocamız bu sanatı anlatıyor,
“Kat kelimesi Arapça kesme anlamına gelir. Bu kelimeden türeyen Katı’, bir desenin veya yazı istifinin kâğıt veya deri gibi tabakalardan oyulmasıyla icra edilen bir süsleme sanatıdır. Bir kâğıt veya deri üzerindeki yazıyı, motifi, bir kalemtıraşla kesip çıkartarak içi oyulmuş olan parçayı veya çıkan parçayı diğer bir kâğıt, bir deri veya bir cam üzerine yapıştırmak suretiyle vücuda getirilen işlerdir.
16. Yüzyılın başlarından itibaren Osmanlılar ’da yaygın bir şekilde kullanılmış ve Türk katı’ eserleri eşsiz bir gelişim sergilemiştir.”
Osmanlı kültüründe önemli yeri olan, kâğıt veya derinin kesilip üç boyutlu olarak düzenlenmesiyle yapılan kat'ı sanatı, günümüzde unutulmaya yüz tutan el sanatları arasında. Bu sanatın yok olmaması ve gelecek nesillere ulaştırılması için Mine hocam gibi bir avuç sanatçı, kursiyerler vasıtasıyla çalışmalarını sürdürdüklerini öğrenince seviniyorum..
Ahşap fuarları, sergiler, sosyal medyada ve önemli günlerde artık Mine hocamı ve eserlerini özellikle takip etmeye başladım.
Aradan ne kadar geçti bilmiyorum,
Bir gün hocam aradı ve sosyal medyamda gördüğü bir fotoğrafımı Kat’ı sanatı için kullanmak istediğini belirtip izin istedi.
Çok mutlu olacağımı söyledim.
…
Yine bir sergide karşılaştık. Elinde benim fotoğrafımın Kat’ı sanatıyla yapılmış üç boyutlu hali vardı. Harika bir duyguydu. Bambaşka bir güzelliğe bürünmüştü.
Araç yolunda bir sanatçıya rastlamak…
Mine hocam bana davetiye yollamış. Araç Gemi köyünde yeni açtığı mekânın açılışı için. Açılışta bulunamadım ama Ben Araç/gemi köyünü ve hemen yanındaki tuzaklı göletini çok severim. Özellikle sonbaharı harikadır. Hem yakın zamanda görmediğim göleti fotoğraflamak, hem de mine hocama bir merhaba demek için bir tatil günü çıktım hanımın memleketine doğru.
Yaklaşık yarım saat sonra Gemi köyünde “Çilekli Kahvaltı evi” nde Kemaliyelerin altında kahvemizi yudumluyorduk.
Mine hocam bahçeyi gezdirdi. Sanatçı dokunuşu her yerde kendini gösteriyor. Farklı ve nezih bir ortam, ticari olmaktan ziyade misafirler için düzenlenmiş bir bahçe sanki.
Her yerde çilek resimleri var. Hele o duvara yaptığı kocaman ağaç resmine bayıldım. Pandemide çok vaktim oldu ben de böyle değerlendirdim, bunu yaptım diyor.
Buranın bir özelliği de bahçedeki tüm yapılar, koltuklar, sandalyeler ne gördüyseniz mutlaka bir şekilde geri dönüşüm sonucu kazanılmış.
Hepsi geri dönüşümden kazanılmış eşyalar. Burada hiçbir şey atılmaz, yeni olan şeylerden mümkün olduğunca kaçındık dedi.
Buraya gelen herkese Çilek hediye ediyorum…
Girişinden itibaren baktığımız her yerde bir çilek resmi ya da saksısı görüyoruz.
Adı niye Çilek diyorum.
Buraya daha ilk olarak başladığımızda bir arkadaşım bana iki kök çilek getirdi. Ben de arka bahçeye ektim. Şimdi kocaman bir tarla çileğimiz var.
Çilek; bereket, mutluluk, güzellik demek, benim iki kökten şimdi kocaman bir bahçe dolusu çileğim oldu. Ben de buraya gelen dostlarıma saksıda çilek hediye ediyorum. Dostluğumuz her tarafa kol atsın, bir saksı bir bahçeye, bir bahçe tarlaya dönüşsün diye.
Çilek hakikaten çok güzel bir bitki, meyvesi çiçeği, reçeli her şeyiyle insana ferahlık mutluluk veriyor.
Aklıma Orhan Kemal’in Nazım Hikmet’le 3,5 Yıl… Adlı kitabında anlattığı bir anı geliyor.
“Çilek mevsimiydi. Nâzım’a bir kutu çilek hediye etmişlerdi. Şöyle iri iri, olgun olgun, fevkalade canlı şeyler. Kutuyu kucağına bastırmış, geldi. Yüzü çilekler kadar kırmızıydı, mavi gözleri neşeden kırılıyordu.
"Durun," dedi, "pudra şekeri ısmarlayalım, ondan sonra... " Pudra şekeri ısmarladık gardiyanlardan birisine. Şeker gelinceye kadar da çileklerin küçük yeşil yapraklarını teker teker ayıkladık. Ayıklarken çileğe kasideler söylüyor, çileği övüyordu.”
Bir kutu çilek bir şaire, bir yazara en zor koşullarda bile hayata tutunma gücü, yaşama sevinci veriyordu.
Tuzaklı Göletinde akşam…
Bir kahve molası için durduğumuz yerde zamanın nasıl geçtiğini anlamamışız bile.
Artık akşam olurken biz de çileklerin arasından asıl gideceğimiz yere Tuzaklı göletine yola çıkıyoruz. Orman içinden giden harika bir yol bizi gölete kadar eşlik ediyor. Huzur dolu sessiz sakin bir yer. Eskiden beri arada bir gelir olta atar fotoğraf çekerim.
Maksat balık tutmak değil, sadece o eski anıları yaşamak. Ancak kıyıya her yaklaştığımda o güzel anılar değil beni buraya gelenlerin geride bıraktıkları ve hiç de güzel olmayan atıkları karşılıyor.
Keşke buraya gelen insanlar geride sadece anılarını bıraksalar,
Her taraf çöp, şişe, poşet.
Bir kutu çilekle bu kadar mutlu olan bir şairi tanıyabilseydim, buraya gelsek bir kahve içip doğayı konuşsaydık.
Giderken de ona bir saksı çilek hediye edebilseydim.
“Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,”
…
Demiştin ya üstadım.
Sevgi eksek bu topraklara bir kök çilek gibi kol atsa, çoğalsa bahçeye, tarlaya, dönüşse,
Belki de bu şişeler, bu çöpler yerini çileklere bırakır mı dersin? Diye sormak isterdim.
25 Temmuz 2023/Kastamonu
Cebrail Keleş/Balıkçı Şef