2016’nın bu vakti yolcu ettik Mustafa Tuzcu’yu, sıcak bir Ağustos günüydü yine, Hazreti Pir’in ön avlusunda saf tutmuştuk...

İçimiz yanıyordu.

“Soğuk duş” idi yaşadığımız…

Terliyorduk.

Bulunduğu mekanı “kahkaha çanı” gibi inleten ağabeyimizi yolcu ediyorduk ebediyete…

Somurtuyorduk.

Madalyonun tersini gören akıl hocamızdı o…

Bizi aynalar karşısında bir başımıza bırakıp gidiyordu.

Yenildik o tarihten bu yana her maçta yalan dünyaya…

Yan pastan ötesini yapamadık.

Oysa hep diklemesine giderdik…

Rakip “Kral’ın Çocukları” (Real Madrid) olsa dahi.

Cehalete ve avamın sonradan görmeliğine düşman olma huyumu ondan kaptım…

Tahammül edemiyorum onun gibi ben de zerresine.

Aydınlığın ve erdemin imiğini iki parmakları arasında kibrit ateşini söndürür gibi sıkan her cahil ve yozla hasımım…

Geceye bile tahammülüm yok.

Sebebi Tuzcu tedrisatı…

Mıh gibi çaktı zihnimize akıl, bilim ve ironiyi.

Bir yıl sonraki yazıda buluşmak üzere “Tuzcugiller”…

Niceliğimize aldanmayın, niteliğimiz yeter.

Not: Hemşerilerimizce sosyal medyada paylaşılan bir video var, gezginin birinin yolu Kastamonu’da şelale ararken bir köye düşmüşmüş de, evleri kerpiçtenmiş de…

Kastamonu’da kerpiç köy evi ne arar birader?

Bitlis’in Hizan ilçesindeki köyün fotoğrafını Kastamonu’daki köy diye koymuş ağam…

Nasıl gezginlikse?

Paylaşımı gördüğümde gözlerime inanamadım…

Kastamonu’da evleri kerpiçten olacak kadar “yoksul” ve “yoksun” bir köy varsa “yuh” bize.

“Geleneksel mimari” ürünü olarak “kültürel koruma” altında tutulabilir ayrı mesele…

Ancak orada da dert “gündelik yaşam” değil, “kültür” ve “turizm” mevzusudur, en azından Kastamonu’da böyle olmalı.

Videonun devamı daha da “yürek burkucu”…

Sırtında çuval ile yaşlı ve yoksul bir kadın, o derece yoksul ki, süt dışında ikram edeceği bir varlığı yok.

Bu da Kastamonu’da olmamalı…

Oluyorsa vah cümlemize.

(Diğer yandan…

Kırsal üretimin içindeki bir yaşlı kadın ne diye garipsenir?

Elbette…

Bacasını tüttürmek için elinden gelen çabayı verecek?

Süt dışında ikram edeceği bir varlığı olmadığı nereden çıkarılıyor?..

Önyargıya bakar mısınız?)   

E efendim fukara kadın süt ikram ederken…

Varsıl kentliler tüm erdemlerini kaybetmişler filan.

Bu kadar mı yanlış okunur yaşam?..

Bu kadar mı köksüz romantizm olur?

(Bir söz vardır Kastamonu’da…

“Acıyan şehirliye acısın”.

Köydeki vatandaşın karnı yoğurtla, patatesle, unla doyar…

Şehirdeki garibim neylesin?

Şehirde ekmek para, su para, hava para…

Klimasız gel de yaşa yaz sıcağında.)

(“Bedava” şiiri aklıma geldi…

Orhan Veli Kanık’ın.

“Bedava yaşıyoruz, bedava;

Hava bedava, bulut bedava;

Dere tepe bedava;

Yağmur çamur bedava;

Otomobillerin dışı,

Sinemaların kapısı,

Camekanlar bedava;

Peynir ekmek değil ama

Acı su bedava;

Kelle fiyatına hürriyet,

Esirlik bedava;

Bedava yaşıyoruz, bedava.”

Acı su bile bedava değil şehirde…

1.5 litresi 20 TL.)