Gurbetten bakınca…
Pınarbaşı ilçemizde de bir doğa harikası köyümüz var. Adı Uzla… Kastamonu il merkezine 126 km, Pınarbaşı ilçe merkezine 29 km uzaklıkta. Görmeyenler için söylüyorum tam bir saklı cennettir. 4 Mahallesi de birbirinden güzeldir. Yeşil bir deniz içinde küçük küçük adacıklar misali yayılmışlar dağların yamaçlarına.
Muhtar Muammer Kalaycı ile Pınarbaşı’ndan yola çıktık. Yanımızda Mirahorlu Greyder opr. Şenol Kurt var. Kendisi aile dostumdur. Annesi evladından, kardeşleri beni ağabeylerinden ayırt etmezler.
Yol boyunca laf lafı açıyor. Muhtara köyünü, hane sayısını soruyorum bu güzel coğrafya tam bir cennet. Niye bırakıp gider bir insan buraları diyorum.
Muhtarıma bir dokunuyorum, bin ah işitiyorum.
Kendisi çok sosyal biri özellikle dernekçilik konusunda yıllardır bu bölge için çalışan didinen bir dernek yöneticisi. Başta kendi köyü, mahalleleri olmak üzere, tüm bölge kırsalındaki yaşayanlarla her türlü fırsatta bir araya geldiklerini, eğitim başta olmak üzere gençler için ellerinden gelenleri yaptıklarını yapmaya da devam edeceklerini söylüyor.
Buralardan uzaklara gidenler ne düşünür…
Gurbet kuşlarıdır her biri.
Yerinden yöresinden uzakta hayata tutunmaya çalışırlar. Bir arada olmanın kıymeti daha bir anlaşılır.
Gurbet ellerinde karşılaşan iki “gurbet kuşu” lafa başlarken ilk olarak sorarlar birbirlerine “hemşerim memleket nere” diye…
Bizimkiler anlatır bir bir nereli olduklarını.
Memleketimi soruyorsan adına gerek yok kısaca cennet diye bil yeter, Orası yeryüzü cennetidir. Anlat diyorsun cenneti nasıl tarif eder insan,
Nasıl desem ki, insanın başını döndüren kokularıyla havasını mı anlatsam, her köşe başında akan pınarlarını, o suların lezzetini, ya da berrak sularında oynaşan balıklarını, ağaçlarında güneşin olgunlaştırdığı meyvelerini mi, neyini anlatayım, hangisini anlatsam bir diğeri eksik kalacak. Dediğim gibi yeryüzü cennetidir.
Şimdi çok uzaklarda bir yerde, hani bir çocuk şarkısında diyor ya Orda bir köy var uzakta, gitmesek de, görmesek de o köy bizim köyümüzdür diye. İşte bizim cennet misali memleketimizde bir köyümüz var. Gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzdür. Gün gelip gideceğimiz umuduyla yaşadığımız cennetimizdir.
Memleket bazen öyle uzak olur ki, ulaşılmaz olur. İstanbul’un trafiğinde, o kalabalıkta ne zaman gözlerini kapasalar burunlarında tüter memleketleri. Sızlar yürekleri. Kimi zaman bir tahta kutuda döner cennetine, bir ağaç altında, toprak altında sonsuz uykusuna yatar.
Uzla köyünün gençleri cennetlerini bırakmamış…
Muhtar Muammer Kalaycı ile virajlı yollardan koca dağ denilen zirvelere doğru yol alıyoruz. Az sonra Kastamonu’nun her tarafında görmeye alışkın olduğumuz yol kenarlarına sıralanmış ster odunlarla karşılaşıyoruz.
Orman işçileri mola vermiş kenarda dinleniyorlar.
İniyoruz, muhtarın iki oğlu ve kardeşi orman envali işi yapıyorlar.
Semaverde çay kaynıyor, köknarlar yıkılmış, kabukları soyulup sıralanacak ve orman deposuna teslim edilecek.
Hava buz gibi arada bir yağmur atıştırıyor. Yerler çamur, balçık ormanın içini düşünemiyorum bile. O ağaçların kesilmesi, taşınması, soyulması, yüklenmesi, taşınması hep bir yoğun insan emeği gerektiriyor.
Genç insanları buralarda görmek sevindiriyor beni.
Kırsal kesimde ne kadar çok genç istihdamı olursa o kadar kalkınacaktır kırsal kesim.
Hüseyin Kalaycı önce babasına sonra bize çay dolduruyor,
Çayları içerken, mutlu musun, memnun musun hayatından diye soruyorum,
-Şükür olsun işimi seviyorum, gelirimiz yetiyor bize, tüm ihtiyaçlarımızı karşılıyoruz daha ne olsun diyor.
18 Yaşındaki Efe…
Muhtarın bir diğer oğlu daha 18 yaşındaki Efe. Boy bos maşallahı var. Elinde motorlu testereyle ağaçların kabuklarını büyük bir ustalıkla soyuyor.
Efe ne var ne yok sen de gidecek misin uzaklara diye takılıyorum.
Yok, şefim burası bizim için cennet arada bir gidip gelsek bile bizim vatanımız burası. Bu köknarlar bizim işimiz, aşımız, ekmeğimiz diyor ve kabuk yontmaya devam ediyor.
Muhtarım ve Şenol Opr. İle uzun ve yorucu bir arazi çalışması sonrasında Pınarbaşı merkeze dönüyoruz.
Pınarbaşı’nda bir klasik Aydın abimin kara çorbası…
Pınarbaşı’na ne zaman yolum düşse çayını, kahvesini hele de kara çorbasını içmeden dönmediğim eski ama eskimeyen dostum Aydın abimiz var. Artık ne kadar oldu bilmiyorum ama hatırlamayacak kadar uzun bir zamandır süren tanışıklığımız var. Zaten buraya gelip ona uğramadan gidersem küser bana bilirim.
Bir masa etrafında oturmuşuz, iki lafın belini kırıyoruz.
Konu her zamanki gibi, Kastamonu kırsal turizmi, kanyonları ile başlıyor iş güç çoluk çocuk ile devam ediyor.
Kara çorba servisi başlıyor, Klasik menüyü bekliyorum. Bir tabak ıspıt bacağı, bir tabak mantar, bir tabak sarma.
-Bu ne mantarı Aydın abim hiç kanlıcaya benzemiyor,
-Sığırdili mantarıdır ye bir tane çok beğeneceksin,
-Hakikaten efsane olmuş. Nerden buldun bu mantarı buralarda olur mu ki?
-Ağlı’da Bülent Yanıkkaya’dan aldım. Tüm kadınları topladım, mantarı temizletip, haşlayıp salamura yaptırdım.
Nasıl olmuş?
-Başkasını bilmem ama bana göre efsane bir lezzet. Şu yerel yemeklerin yetiyor, başka bir şeye gerek kalmıyor. Eyvallah Aydın abim…
Pınarbaşı’nda sadece kara çorba değil kara yollar (BSK asfalt) var…
Kastamonu dönüş yolundayız.
Aralık ayının ortasındayız. Hava nispeten iyi sayılır. Ama kar geliyor deniyor. O yüzden herkes işlerini bir an önce bitirmeye çalışıyor. Özel İdarenin de Kastamonu’nun tüm kırsalında harıl harıl karınca misali bir gayreti var. Yıl bitmeden işler bitmeli.
Yol kenarında Özel İdare BSK Asfalt ekibini görüyoruz. Aktaş gurup köy yolunu sıcak asfalt ile kaplayıp simsiyah renge boyayan ak yürekli özel idare çalışanlarına merhaba diyoruz.
Ekip başı Finişer Opr. Bedir ustam bunca yılın tecrübesiyle bir yolu daha bitirmenin tatlı yorgunluğuyla gülümserken, ekip bir sonraki yol için hazırlık yapıyor.
…
Uzaklar neredir?
Kimsenin bilmediği, uzaklar diye bir yer var.
Kimi için kapısının dışı gurbet iken, kimi için dünyanın bir ucudur. Ama bir şey var ki, nerede olursan ol, yanında götürürsün memleketini, yaşadığın cennetini.
Gün gelir unuttum sanırsın. Aklına gelmez bilirsin. Birden bir türkü gelir kulağına radyodan, sokaktan, biri mırıldanır yanından geçerken,
İşte o zaman çöker gurbetliğin acısı, sessizce eşlik edersin o çalan türküye,
” Allı turnam ne gezersin havada
Kanadım kırıldı kaldım burada”
Memleket dedikleri yerdir uzaklar.
Gidemediğin, göremediğin ama senin olduğunu bildiğin o yerdir.
Bizim memleketin her köşesinde bir gurbet öyküsü vardır.
Her evde birileri eksiktir.
Ya beklenendir,
Ya da bekleyendir.
…
Uzaklar dediğimiz mesafelerle ölçülmez ki;
Bazen Pınarbaşı Uzla’dan geçerken köknar ağaçlarının söylediği gurbet türküleridir.
Belki de soba başında anlatılan hasret öyküleridir.
İçilen bir tas kara çorbanın içindeki o buruk tattır.
Balıkçı şefin objektifine gülümseyen gurbet yürekli çocuklardır.
…
10 Aralık 2024 Kastamonu-Pınarbaşı
Cebrail Keleş-Balıkçı Şef