ANADOLU’NUN 1 MİLYON YILLIK TARİHİ
Yine yollardayım.
Memleketten çokta uzakta değilim, hemen yanı başımızda 3 saatlik yolda, Ilgaz’ın öte yanında başlayan o büyük bozkırda yol alıyorum. Burası Anadolu, medeniyetlerin beşiği, hedefim Ankara,
1073 yılından bu yana Türk yurdu, 13 Ekim 1923 den sonsuza kadar cumhuriyetimizin başkenti,
Bozkırın ortasında ama adı gemi çapası olan Ankara…
Ben bir bozkır çocuğuyum. Uçsuz bucaksız ovalarda büyüdüm, Bozkırda (o zamanlar)Ankara’nın bir ilçesinde doğmuş biri olarak, en fazla gidip geldiğim hayatımın her aşamasında mutlaka yerini almış kentimizdi.
Benim çocukluğumda tüm çevrem sadece sağlık sebepleriyle giderlerdi, o yüzden adı hastaneyle eş değerdi. Korkardım için, çünkü gidenler gelmezdi çoğunlukla…
Sonra yıllar geçti, ben de ilk kez Ankara’yla İlkokulda iken bir okul gezisinde tanıştım. O kadar da korkutucu değilmiş dedim. Hatta çok güzeldi, çok sevmiştim. İlk kez gördüğüm Anıtkabir’i, Çankaya’yı, Hayvanat bahçesini ok sevmiştim. Küçük bir kasabada yaşayan biri olarak, böylesi büyük bir şehri görünce ufkum açılmıştı.
Hayatımın en önemli km başlarında, dönüm noktalarında hep Ankara yer aldı. Üniversite sınavına burada girdim, işe girmek için bakanlıklarda sözlü yazılı sınavlar için devlet dairelerinin koridorlarını bu şehirde aşındırdım. Gençlik parkı eğlence mekânımız, Ulustaki Mehmetçik heykelinin önü buluşma noktamızdı.
Memur oldum, kurayı Ankara’da çektim. 1.100 km ötedeydi ilk görev yerim. Yine de hiçbir zaman kopamadık, çünkü kurumumuzun genel merkezi Ankara’daydı. Her işimiz için mutlaka uğramak zorundaydık.
Ankara bizim için bürokratların, yüksek memurların kentiydi. Yıllar yılı Hep bir telaşla bir sıkıntıyla gelip gittik. Ne tarihine ne de güzelliklerine ayıracak vaktimiz olmadı. Hayat bizi yıllarca bir oraya bir buraya sürüklese de bir yanımızda hep Ankara yer aldı. Yaş ilerledi, çocuklarımız oldu, onlar da büyüdüler. Oğlum da kızım da Üniversiteyi bu kentte okudular. Onların yanına da gidip geldik yıllarca.
Kızçem; evlenip işini yuvasını bu kentte kurunca bir ayağımız hep burada oldu. Torunum Ilgaz’ı görmek için ne zaman bir fırsat doğsa, kendimizi Ilgaz tünelinde bulur olduk.
Bunca yılın sonunda artık bizim de Ankara’yı yeniden keşif zamanımız gelmişti.
Eşimle birlikte her geliş gidişimizde bir rota belirleyip en azından günübirlik gezi turları yapmaya başladık.
Ankara’nın aslında sadece hastaneler ve devlet dairelerinden ibaret olmadığının farkına varmaya başladık.
Ankara, kendi bozkırda ama ismi niye gemi çapası?
Başkentimiz, tam bir bozkır kenti, en yakın deniz yüzlerce km uzakta. Peki, bu kadar sudan, su taşıtlarından uzak bir yere niye gemi çapası anlamına gelen isim verilmiş?
Bu konuda epey bir efsane var,
Ankara adının “Anker” yani Gemi Çapasından geldiği söylenir ve denir ki:
“Bir zamanların bu bölgeye hâkim Frigya Kralı Midas’a rüyasında ilâhî bir ses duyar : “- Durma, kalk! Topraklarında bir gemi çapası ara! Onu bulduğun yerde bir şehir kur! Bu şehir sana mutluluk getirecek!” diye seslenir.
Sevinçle uyanan Midas, ülkesinin her tarafına adamlar salar, gemi çapasını aramalarını emreder, sonunda, bir gün Ankara Kalesi’nin bulunduğu tepelerde çapayı buldurtur, kısa zamanda burada bir şehir kurarak, adını “Anker” ya da “Ankira” koyar. Bulunan o demir, gemi çapası, uzun yıllar bu şehrin tapınağında saklanır.”
Bir diğer efsanemiz de; “Bu bölgeye hâkim olan Galatlar, bir ara güneyde Akdeniz’e kadar uzanmış ve Mısır donanması ile büyük bir savaşa girerek, parlak bir zafer kazanmışlar. Bu zaferin sembolü olarak da, gemilerin çapalarını sökerek alıp getirmiş, tapınaklarına yerleştirmişler. Bu olaydan sonra, çapaları ile dolu tapınakların bulunduğu bu şehre çapa şehri anlamına gelen “Angora” ya da “Ankerium” demişler.”
Bir başka efsanede de, “Tufan’da Nuh’un Gemisi’nin bir ara burada demirlediği ve çapasının buraya düştüğü, sonradan bulunan çapanın yerine, Ankara’nın kurulduğu söylenir.”
Ankara'nın adıyla ilgili başka açıklamalar da getirilmiştir. Evliya Çelebi, seyahatnamesinde Ankara için "Mamur yer olup, üzümü çok olduğundan adına Engürü demişler" der. “Ungür, Farsça bir kelime olup üzüm anlamına gelmektedir.”
1937'de, Türkiye'yi ziyaret etmekte olan Yunanistan Başbakanı Elefterios Venizelos'un Atatürk ile bir görüşmesinde Atatürk, "Ekselans, 'Ankara' adının nereden geldiğini bilir misiniz?" diye sormuş ve aldığı olumsuz yanıt üzerine getirilen "Dünya Atlası"nın bir sayfasını açıp Baykal Gölü yakınındaki Angarsk kentini göstermiş ve "İşte buradan geliyor, Ekselans!" demiştir. “Atatürk'ün Milli Dış Politikası, Kültür Bakanlığı Atatürk Dizisi, Cilt: 2, Sayfa: 371-373.”
Ankara kalesinde medeniyetlerin tarihi taşlarla yazılmış…
Dedim ya yıllarca bu şehre gidip gelsek bile hep aynı yerlerde dolanıp durduk. Ankara’da fazlaca bir yer bilmezdik, Genel müdürlüğümüzün, dolmuşların, otobüslerin güzergâhının olduğu Ulus ve civarında geçerdi hayatımız.
Kale ise uzaktan gördüğümüz bir yerdi sadece. Gecekondular vardı, girmeyi gezmeyi hiç düşünmedik. Günümüzde ise burası artık Ankara’nın gözde bir turistik alanı haline gelmiş. Biz de ne zamandır gitmedik vakit bulmuşken biraz gezelim diyerek ulustan aşağı sallandık.
Ankara Kalesi, Ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmemekle birlikte M.Ö. 5. yüzyıl başında Galatların Ankara'ya yerleşmeleri sırasında kalenin var olduğu bilinmektedir. Romalılar, Bizanslılar, Selçuklu Hanedanı ve Osmanlılar dönemlerinde birçok kez onarımdan geçmiştir.
Günümüzde de başarılı ve güzel bir düzenleme yapılmış. Her şey çok güzel ama otopark konusunda biraz sıkıntı oluyor. Hafta sonu ve uzun tatillerde buraları düşünemiyorum bile. Aracımızı aşağılarda bir otoparka bırakıp kaleye doğru yokuş yukarı çıkmaya başladık.
Burada “Medeniyetlerin tarihi” taşlarla yazılmış.
Kalenin içinde, mahallelerinde dolaşıyoruz, bizim Vakıf mahallesindeki evlerin bir benzerleri ama hepsi restore edilerek ve bir şekilde ekonomik getiri aracı olmuş. Ya bir antikacı, ya halıcı ya da kafe. Burası fotoğrafçılar için tam bir stüdyo, Ankara panoramasını en iyi çekeceğiniz yerlerden biri.
Her noktası ilginç ama benim en fazla merak ettiğim Kale duvarı üstünde yan durmuş roma dönemi heykelleri oldu. Ben onları fotoğraflarken, Ankara Kalesi’ni Koruma Derneği Başkanlığını yürütmüş, kaleyi gezenlere gönüllü rehberlik yapmış TİL-TUR KÜLTÜR EVİ’nin sahibi Hicran Aktay’ hışımla geldi.
Ankara Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi mezunu, yurt dışında araştırmalar yapmış, 25 yıl tarih öğretmeni olarak devlette çalışmış, kitaplar, makaleler yazmış olan hocamızın Beni pek gözü tutmasa da hanımı yakalamışken uzunca bir tarih dersi verdi.
Kaledeki taş bebek evi…
Ankara kalesinin içindeki her ev bir işletme ve ekonomik olarak gelir getiren bir yere dönüşmüş. Bizim sokak sağlıklaştırması yaptığımız eski evlerimizde başaramadığımız unsur bu.
Bir tanesi küçük eski geleneksel Ankara evi. Ama tüm odalar duvarlar harika taş bebeklerle kaplanmış. Yurt içi ve dışından gelen yüzlerce bebek var. Mimar Vedat tek müzemizdeki bebek eviyle yarışır yani bence.
Ankara Medeniyetler Müzesinde 1 milyonluk tarihi bir çırpıda görmek…
Buraya gelirseniz uğramadan gitmemeniz gereken yerlerin başında Anadolu Medeniyetler müzesi geliyor. Burası öyle ilginç ve güzel ki bir gören bir daha mutlaka geliyor tıpkı benim gibi.
Ankara’nın ilk müzesinin öyküsü 1921 yılına uzanmaktadır. Mustafa Kemal Atatürk’ün merkezde bir Eti Müzesi kurulması fikriyle, ülkenin dört bir yanından Hitit eserleri toplanmaya başlanmıştır. Kısa sürede de tam bir kültür merkezi haline gelmiş.
Tarihi yapısıyla köklü geçmişi ile bugünlere gelen Anadolu Medeniyetleri Müzesi, 19 Nisan 1997 tarihinde İsviçre'nin Lozan kentinde 68 müze arasından birinci seçilerek "Avrupa'da Yılın Müzesi" unvanını elde etmiş.
Müzemiz bu unvanı sonuna kadar hak ediyor. Aslında tüm ilkokullara bu müzeyi ziyaret, en azından sanal gezisi zorunlu ders olmalı.
Burası bir müze değil adeta milyonlarca yıllık bir tarih yolculuğuna çıkıyorsunuz.
Paleolitik Çağ Bölümü; Anadolu’da günümüzden 1.000.000’ öncesinden itibaren başlayan insanlığın ve medeniyetin tarihini gözler önüne seriyor. Her köşesinde bu topraklardaki medeniyetlerin bir parçasını görüyoruz ve bir de tanıdık görüyoruz. Komşumuz Çankırı’dan gelen bir eser var.
“İnandık Vazosu Hitit devletinin Hanhana (Çankırı'ya yakın İnandık Köyü) adlı kült merkezinde bulunan ünlü vazodur. Üzerindeki resim kutsal tanrılarının evlilik törenini anlatmaktadır. Hitit kültürünü çok iyi yansıtır.”
Adım adım bir tarih yolculuğundayız. Öyle eserler var ki nasıl yapıldığını akıl almıyor. Taşa, demire, bakıra, ağaca öyle bir sanatsal dokunmuşlar ki inanılmaz.
Öyle güzel yakışıyor ki Ankara’ya tarih…
Müzedeki 1 milyon yıllık tarih yolculuğunun sarhoşluğu ile aracımı bıraktığım otoparkta zorlukla buluyorum. Biz gelinceye kadar araç üç beş kez yer değiştirmiş, parkta adım atacak yer kalmamış.
Aracımız gelinceye kadar ben de etrafa bakınıyorum.
Karşıda Augustus Tapınağı var yapılış tarihi MÖ 25 yılları, ona bitişik duran Hacı Bayram Câmii 1427 yılı tarihli arkasında günümüzün Ankara manzarası.
Bu topraklardan binlerce nesil, milyon yıldır gelip geçiyor.
Her medeniyet gelip geçerken geride kendi izini bırakıyor. Kimi bir taş kimi bir kale, kimi koskoca bir imparatorluk.
Bir de bu topraklardan gelip geçen ve ne adı, ne de izi kalan milyonlar var.
Onlar kim mi?
Bu medeniyetin izlerini yaratan sanatçılar, zanaatkârlar, taş ustaları, ameleler, çiftçiler ve diğerleri.
Onlara bir selam yolluyorum.
Ilgaz’ın huysuz ihtiyarından...
Cebrail Keleş/Balıkçı Şef
11 Mart 2025- Ankara