İlimizin yekununun tarihsel derinliğini iğne ucuyla kazıyoruz, üzerini yurt tuttuğumuz Kastamonu’muzun nereden geldiğini olabildiğince anlayabilmek için zemine inmeye çalışıyoruz, sadece kahverengi bir kara parçası değil çünkü bastığımız toprak…

“Vatan”.

Vatanperverlerin düsturudur…

Bastığı yerleri toprak diyerek geçmez; tanır, tanıtır.

Üzerine titrer vatanının…

Bir dal parçasının ucundaki tohumu dahi rüzgara kurban etmemek için sinesini siper eder.

Tarihsel derinliği ile ucu göğe eren bir sütun misali yükseliyorsa şehir…

Hem yerlilerine hem de uzaktan seyir eyleyenlerine onur, inanç, heyecan verir.

Yaş aldıkça şehir…

Beton kelepçelerini patlatan çınar kökleriymişçesine daim geleceğe yürür, prangasız, zincirsiz.

Evveliyatı olan şehirlerin çocuklarına ne mutlu…

Öğretmendir şehirleri anlayabilene.

(“Anadolu” şiirinin her satırında Ahmet Arif, vatanımızın sayı tutmaz yaşını anlatır, bir bölümünü okuyalım…

“Binlerce yıl sağılmışım / Korkunç atlılarıyla parçalamışlar / Nazlı seher uykularımı / Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar / Haraç salmışlar üstüme / Ne İskender takmışım / Ne şah ne sultan / Göçüp gitmişler gölgesiz / Selam etmişim dostuma / Ve dayatmışım / Görüyor musun?”

Anadolu’nun yaşını anlattığı satırları Ahmet Arif’in…

Anadolu’nun hiçbir kavmin yeknesak yurdu olmadığını da izah eder, ortaklıktır Anadolu, imecedir.

Ki Kastamonu da…

Anadolu’dur.

Dağ dağ, bayır bayır, çeşme çeşme suların biriktiği göldür, denizdir, okyanustur Kastamonu…

Benzemezlerin tarihi süreç musluğundan birlikte akmasıdır, dolmasıdır, asla su “kaçırmamasıdır”.)

(Bin yıllar öncesine gidelim…

Kastamonu’nun “ne” kenti olduğuna cevap bulmak için.

“Pala” ve “Tummana” kavimlerini bilir misiniz?..

“Hititleri” yahut?

Ya “Frigler” ya da “Lidya”…

Şehrin göbeğindeki “Evkaya” ve İsmail Bey Camii’nin oturduğu kayaya oyulan kaya mezarlarını görür müsünüz?

“Persler”, “Makedonyalılar”, “Pontus”, “Roma”…

“Paflagonyalılar”.  

“Bizans”…

“Castamon”.

Sene “1084”…

“Emir Kara Tigin Bey” komutasındaki Türk hakimiyeti.

Anadolu Selçuklu Devletine bağlı Emir Hüsameddin Çoban Bey…

“Çobanoğulları”.

“Şemseddin Yaman Candar”…

“Candaroğulları”.

Candaroğlu İsmail Bey, “Bey” olduğu gibi aynı zamanda “Hulviyat” isimli fıkıh kitabı yazarıydı, dönemin nice bilim insanını Kastamonu’da misafir etti…

Günümüzdeki hanların, hamamların, camilerin büyük kısmı “Beylikler Dönemi” eseri haberiniz olsun.

Kasaba köyündeki Mahmut Bey Camii…

Hangi dönemin eseri?

“1461”…

Osmanlı devri.

Osmanlı’da “Üsküdar’a Kadar Kastamonu”…

Sancaktı, eyaletti, başkentti.

“Kastamonu Lisesi” ve “Taş Mektep” başta olmak üzere Osmanlı’nın eğitim merkezlerindendi Kastamonu…

İnebolu Limanı ile ticaret odağıydı.

Kastamonu mimarisinin can damarı konaklar…

Osmanlı mirası.

Uzatmayayım…

Mimarisi, edebiyatı, müziği, tarihi ve cümle kültürü ile Kastamonu’yu “vakit” sınırına sokmak, “Şu devrin Kastamonu’su” demek Kastamonu’ya yapılabilecek en büyük haksızlıktır.

Hele hele “siyasi” amaç ile Kastamonu tarihini tersyüz etmek asla affedilmez…

Kastamonu her çeşit ideolojiden müstesna olarak ancak ve ancak bilim ile değerlendirebilecek zihinlerce anlaşılabilir.

Ki elbette “Cumhuriyet” baş tacımız, bir kem gözden dahi sakınırız, ilelebet payidar kalması için cansa can-kansa kan.

Ancak, Kastamonu için “Cumhuriyet Kenti” tanımlaması hiç ama hiç kabul edilemez, tarihi sürece aykırı, “tahrif” resmen.

Cumhuriyet döneminde ilerlemedi üstüne üstlük Kastamonu…

Hazindir ki geriledi.

Cumhuriyet hükümetlerinin Kastamonu’yu “üvey evlat” olarak görmesi senelerce sürdü…

Bu kadar göç verişin, altyapı ve üstyapı yatırımlarının gecikmesinin, “batının doğusu” olmasının sebebi hikmeti ne Kastamonu’nun?

Ilgaz’ı aşalı kaç yıl oldu?..

Devletin aklına ne zaman geldik?

Kastamonu için “dönem demiri” atılacaksa suya…

“Kadim Kastamonu” denebilir ancak.

Ne antik, ne Beylik, ne Osmanlı, ne de Cumhuriyet ardına yazılabilir “Kastamonu” ismi?..

Hepsinin ortaklığıdır, elbirliğidir, imecesidir.  

Aksi “küçültmektir” Kastamonu’yu…

Asla kabullenemeyiz.)