Merhaba dostlar.

Geçen hafta sizlere kültürel bir turizm değerimiz olan Sarı Yazma ustası Mehmet Genç’in hikayesine değineceğimizi ve o hikaye üzerinden değerlerimize ve fırsatlarımıza bakış açımıza dair bir değerlendirme yapacağımızı söylemiştim.

Şimdi birlikte bu hikayeye kulak verelim ve buradan hissemize düşebilecek olanları yakalamaya çalışalım.

1950 doğumlu Mehmet Genç ilkokulu doğduğu köy olan Cide Yayla Köyü’nde tamamlar. 12 yaşında okumak düşüncesi ile İstanbul’a gider. Ancak ailevi sorunları nedeniyle bu mümkün olmaz. Mevlanakapı’da bir yazma atölyesinde çırak olarak işe başlar.

1977 yılına kadar İstanbul’da çeşitli atölyelerde çırak - kalfa ve usta olarak çalışır.

Mehmet Genç el işinde çalışmaktan sıkılmıştır. İstanbul’da onu pek mutlu etmez. Hep memleketine geri dönme arzusu  bir yanında saklı durur.

Yazma değerlidir. O tarihlerde bir yazma bedeli, bir kadının tarlada çalışarak kazanacağı bir günlük yevmiyesidir. Sarı Yazma Cide’de neredeyse alternatifsiz bir ürün olarak kullanılmakta. Köyüne dönüp bu işi orada yapmaya karar verir.

Bunun için kalıplara ihtiyacı vardır. Baskı atölyelerine kalıp yapan birisine önemli bir ücret karşılığında kalıpları sipariş eder. Ancak ücretini verdiği halde kalıpları alamaz. Uzun uğraşlar sonunda zor da olsa parasını geri alır.

Tokat’ta kapanan bir atölyenin elinde Sarı Yazma kalıbı olduğunu duyar ve Tokat’a gider.  İhtiyacı olan kalıpların ancak yarısını bulabilir. Eksik kalıpları da bir kalıpçıya tamamlatır.

Bu sırada kayınpederi vefat eder. Eşinin henüz daha yetişme çağında kardeşleri vardır. Mehmet Genç eşinin köyüne, Cide Başköy’e giderek ailenin başına geçer ve aynı zamanda burada yazma atölyesini kurar.

Atölyeyi ilk kurduğu zaman, toplumca halen bugün de aşina olduğumuz bir tavırla karşılanır. Kendi babası, akrabaları dahil kimse bu işi başarabileceğine inanmaz, desteklemez. Mehmet Usta burada duygusunu şu şekilde dile getirdi bize; ilk yaptığım yazmayı babama gönderdim...

İstanbul’dan gelirken yanında getirdiği yedi top kumaşı işler ve basar Mehmet Usta. Bastığı yazmaları Cide’de Manifaturacı Azmi Gürsoy’a götürür. Yaptığı yazmalar tutulur ve iş yapmaya başlar...

Şimdi burada bir parantez açalım Sarı Yazma’ya dair. 

Sarı Yazma, asıl ismi ile Çengelköy Tüyü adıyla anılan ve İstanbul’da üretilen bir yazma türü.

Cide’ye yazma getiren tüccarlar, Cide’de en çok tercih edilen yazmayı doğal olarak daha çok ürettirmiş ve daha çok ürün getirmişler.

Bölgede geçmiş tarihlerde bu tarz ve renk üretim yapıldığına  ya da geleneksel bir kıyafet olduğuna dair elimizde bir bilgi ve belge yok. Cideli kadınların özellikle bu rengi ve deseni seçmesi belki tesadüfi, belki de kültürel kimliklerinde saklı.

Geleneksel Türk kültüründe, bahar, çiçek motifleri oldukça yaygın. Hemen yanında yer alan Azdavay ve Pınarbaşı, bugün somut geleneksel kıyafeti ile biliniyor. Aslında Sarı Yazma, bu geleneksel Türkmen giyimi renk ve tarzına yabancı değil.

Sarı Yazma adının meşhurluğunu ise Rıfat Ilgaz’a borçlu, ünlü Sarı Yazma romanı ile. Aslında Sarı Yazma’yı bugünkü kültürel ve turistik değerine getiren en önemli unsur bu roman.   

Türk ve dünya edebiyatında önemli bir üne sahip olan Rıfat Ilgaz, Sarı Yazma’yı Cide sınırlarından alıp evrenselleştiriyor...

Mehmet Usta aynı zamanda muhteşem bir kalıp sanatçısı. Sanırım kendisi de pek farkında değil bu özelliğinin.

Sarı Yazma baskısı tek renk ahşap kalıp baskıya nazaran daha meşakkatli. Üst üste üç renk desen ve bir de sarı zemin kalıbı var.  Bu hem göbek hem kenar için olunca toplam sekiz kalıp baskı yapmak gerekiyor.

Geleneksel Sarı Yazma baskısının on adet kalıbı varmış. Sarı zemin için, beyazlar tek seferde kapanmadığından göbek ve kenar olmak üzere ikişer kalıp kullanılıyormuş. Mehmet Usta sarı zemin kalıbını geliştirerek tek kalıpta sorunu çözmüş.

Tabi muhteşem bir kalıp ustası dememizin nedeni bu değil.

Kendi yaptığı ama hiç kullanılmamış birbirinden harika ahşap kalıpları var.

Kendi yaptığı derken, sadece teknik olarak kalıbın oyulmasından bahsetmiyorum. Tasarımları da benzersiz, kendine özgü kalıplar.

Bir grafik tasarımcı olarak, hiç eğitim almamış birinin bu motifleri çıkarmasının hiç kolay birşey olmadığını biliyorum. Bu ancak üstün doğal bir yetenek ile mümkün olabilir.

Aslında Mehmet Usta tam bir sanatçı ruha sahip. Bu ruhun izlerini, sadece Sarı Yazma üzerine anlatımlarında değil, özel hayatına dair paylaştıklarında da görmek mümkün.

Sanatçı ruhlu insanlar, çevrelerine ve hayata dair daha bir farkında ve duyarlı olurlar. Olaylara tepkileri diğer insanlara göre daha farklıdır. 

Evet dostlar, Mehmet Usta ve Sarı Yazma’ya dair daha söylenecek çok söz var. Hepsini tek seferde buraya sığdırmak imkansız.

Şimdi sizleri kısaca anlattığım bu hikaye üzerinden bir konuda düşünmeye ve düşünmekten de öte harekete geçmeye davet ediyorum.

Mehmet Usta, bozulan sağlığı nedeni ile yıllardır aktif olarak baskı yapmıyor. Ancak tüm takım taklavata ve baskı yapma imkanına sahip. Henüz sağ ve salim iken, Cide ve Kastamonu için böylesine kültürel ve turistik önemi olan bir değeri, Sarı Yazma’yı hem bir geleneksel sanat hem de ticari bir ürün olarak geliştirmek ve yaşatmak zorundayız.

Sarı Yazma’yı, geleneksel bir ürün olarak el sanatı olarak değerini  yükseltirken, ticari bir ürün olarak da serigraf baskı atölyeleri ile Kastamonu ekonomisine kazandırabiliriz.

Bugün Sarı Yazma yalnızca Cide’de turistik ticari bir ürün değil. Kastamonu’nun birçok ilçesinde kültürel hediyelik ürün satan tezgahlarda vitrinlerde önemli bir yer tutuyor. Peki bu işten en çok kim kazanç sağlıyor? Tokat...

Evet, bu gün geleneksel Sarı Yazma kültürünün anahtarı olan Mehmet Usta’ya ve sanatına sahip çıkmak, ona bu sanatı icraya devam edecek ustalar yetiştirmesini sağlamak  için imkanlar tanımak ve turizm adına önemli bir değer ve ürün olan Sarı Yazma’yı diriltmek zorundayız. 

Ayrıca bu konuda çok büyük bir şansımız da Veliye Martı hocamız. Kastamonu yazmacılığını aslında geçmişte olduğu zirve noktaya yeniden ulaştırmanın önemli bir fırsatı.

Bu yazıda, Cide ve Kastamonu olarak ayağımıza gelmiş böylesine önemli bir fırsatı neden değerlendiremediğimize, bir bakıma Mehmet Ustayı hangi sebeplerle küstürdüğümüze de değinecektim. Ama yerim kalmadı. Geniş olarak bu konuyu bir başka yazıya bırakıp toparlıyorum.

Öncelikle en büyük sorunumuz bu konuda da, benzerlerinde de toplumsal bilinç eksikliğimiz. Toplumsal yaklaşım biçimimiz.Nedense bu tür faydalı işlerde, yapıcı, yaşatıcı değilde yıkıcı ve yokedici bir rol üstleniyoruz. Bunun da en büyük sebebi haset duygusu. Basitçe “benim değilse senin de olmasın”. Bu aynı zamanda çok aptalca bir düşünce. Çünkü eğer bugün senin olursa yarın benim de olur...

Yapmamız gereken şey yıkılmasını ve yokolmasını istemek yerine hepimiz için varolmasını istemektir.

Evet dostlar devam edeceğiz. Hiç durmadan, yılmadan. Sağ ve salim olduğumuz sürece. Ayrıca buraya sığdıramadıklarımızı da Kastamonu Cep Dergi’de anlatmaya çalışacağız. Geçmişte on sayı yayınladığımız dergimiz yakında yeniden sizlerle olacak. Geçmiş sayılara ve Mart ayı itibariyle gelecek yeni sayılara www.kastamonucepdergi.com adresinden ulaşabilirsiniz.

Sağlıkla mutlu, verimli ve başarılı günler diliyorum. Gelecek hafta görüşmek dileği ile...