Öncelikle tüm okuyucularım için üç ayların başlangıcının hayırlara vesile olmasını, 2025 yılının Türk ve İslam alemine mutluluk getirmesini dilerim. Bu hafta biraz asgari ücret konusunda konuşacağız.

Birinci olarak asgari ücretin ne olduğunu konuşalım. Ücretler işgücü piyasasında belirlenir. İşin bir yanında işgücü arzı yani çalışanlar varken diğer ucunda işgücü talebi yani işverenler vardır. İşverenler mümkün olduğunca düşük ücret vermeye çalışırlar. Çalışanlar da mümkün olduğunca yüksek ücret kazanmak isterler. Denge ise arz ve talebin anlaştığı noktada ortaya çıkar yani işveren ve çalışanlar arasındaki anlaşmaya göre denge ortaya çıkar. Sorun şudur ki kalifiye olmayan işgücü piyasasında firma ile çalışan arasındaki etkileşimde çalışan dezavantajlıdır. İşveren az sayıdadır, buna karşılık az sayıda işyerinde çalışmaya hazır çok sayıda işçi vardır. Eğer devlet piyasaya müdahale etmezse ücretler çok düşük oranlarda belirlenebilir. Yani çalışanların bu kadar düşük ücrette yaşamını devam ettirebilmesi mümkün değildir. Bu nedenle de devletler çeşitli usullerde piyasaya müdahale ederek ücretin minimum seviyesini belirlerler. İşte bu orana asgari ücret denir.

Asgari ücretin belirlenmesi devletten devlete değişir. Örneğin; bazı Avrupa ülkelerinde çalışmayan kişilere devlet aylık 1400-1600 Avro arasında işsizlik maaşı ödemektedir. Bu nedenle de kimse 1400-1600 Avronun altında ücrette çalışmak istemez. Böylece devlet asgari ücreti ilan etmemiş olsa da piyasada 1400-1600 avro asgari ücret olur. Türkiye’de ise sistem şöyle işler. İşveren, işçi ve devletin temsilcileri her senenin sonunda bir araya gelirler. Pazarlık ederler. İşverenler, asgari ücretin düşük olmasını; işçiler ise yüksek olmasını isterler. Kimi zaman anlaşırlar, kimi zaman da anlaşamazlar. Anlaşamadıklarında devlet araya girer ve ikisinin ortasında bir ücrette iki tarafı anlaştırır.

Buraya kadar asgari ücretin ne olduğunu anlattık. Şimdi asgari ücret ile ilgili yanlış algıları düzeltmeye çalışalım. Birincisi; asgari ücret kalifiye olmayan işgücü piyasası için geçerlidir. Yani asgari ücret kazanan kişiler toplumun fakir kesimleridir. Örneğin; tekstil, temizlik vb sektörlerde çalışanlar asgari ücret veya asgari ücrete yakın bir gelir elde ederler. Buna karşın mühendis, doktor vb çalışanlar daha yüksek gelir elde ederler. Avrupa’da da 1400-1600 avro gelir elde edenler fakirdir, zira eli yüzü düzgün bir evin kirası 1500 avro civarındadır. Türkiye’de de 17,000 TL elde edenlerin kiralayabileceği evlerin kalitesi biraz düşüktür. Büyük şehirlerde yaşanabilecek ev kiraları 10,000-15,000 TL kiradan başlamaktadır. Yani asgari ücret elde edenler ister Avrupa ister Türkiye’de yaşasın geçinmekte zorlanırlar.

İkincisi; asgari ücretin yüksek olmasını herkes ister ama çok yüksek olmasının sakıncası vardır. Size uzun uzun işgücü talep ve işgücü arz eğrilerini anlatmayacağım. Ama asgari ücret yüksek olursa piyasada firmaların çalıştırmak istedikleri işçi sayısı (işgücü talebi) düşük; çalışmak isteyen kişi (işgücü arzı) da yüksek olur. Piyasada 100 kişi çalışmak ister ama firmalar bunun sadece küçük bir kısmını işe alırlar. Yani işsizlik ortaya çıkar. Bir diğer ifadeyle asgari ücretin yüksek olması ilk bakışta güzel bir şey gibi görünebilir ama o kadar da iyi değildir. Firmaların amacı para kazanmaktır. Eğer firmalar işçiye yüksek ücret öderlerse girişimcileri tatmin edecek kadar para kazanmazlar hatta zarar bile edebilirler. Bu nedenle de ücretler yüksek olursa mevcut firmalar kapanır ve piyasaya yeni firmalar giriş yapmaz.

Üçüncüsü; Türkiye’de çalışanların yarıya yakınının asgari ücretle çalıştığı iddia edilmektedir. Bu iddiayı öne sürenlerin temel dayanakları SGK verileridir. Ama bu doğru değildir. SGK verilerindeki hata şudur. İşverenler çalışanlarına sigorta yapmaktadır ama sigortayı yaparken gerçek ücretle beyan etmemektedir. Çalışanlar da bu konuda yeterince hassas değildir. Örneğin; firma çalışanına 50,000 TL ücret verse bile sigortaya asgari ücretle (17,000 TL) istihdam ettiğini beyan etmektedir. Ev temizliğine giden çalışanlar İstanbul’da günlük 2500 TL; Kastamonu’da 1500 TL kazanmaktadır. İnşaatlarda düz amelenin günlüğü 2000 TL’dan; sıvacı, duvarcı gibi ustaların günlüğü de 4000 TL’dan başlamaktadır. Oto sanayide ustalar bir saatlik iş için 1000 TL civarında işçilik almaktadır. Hepsi alınlarının teriyle helal kazanç elde etmektedir, ama gördüğünüz gibi ayda 25 gün çalışan çoğu kişinin kazancı aylık 17,000 TL asgari ücret değildir.

Dördüncüsü; Türkiye’de enflasyonist bir süreç yaşanmaktadır. Firmalar en ufak bir bahanede fiyatları yükseltmektedir. Yani asgari ücretin çok yükselmesi firmaların mal fiyatlarına daha yüksek zam yapmalarına neden olmaktadır. Bu durumda geçmişte gerçekleşen enflasyona göre değil beklenen enflasyona göre ücret zamları yapılmaktadır. Yani iktisatçıların çoğu da enflasyonist ortamda ücretlerin çok yükselmesine karşı çıkmaktadır. Ücretler çok yükselirse enflasyon düşmez. Enflasyonun düşmemesi de firma sahiplerinin lehine çalışanların aleyhinedir. Enflasyonist süreçte firma sahipleri, girişimciler fiyatları artırarak kendilerini korurlar ama işçiler bunu yapamazlar. Bu nedenle enflasyonist süreç gelir dağılımı adaletini bozar. Gerçekleşen enflasyona göre ücretleri artırmaya kalkılırsa enflasyonu düşürmek uzun zaman alır.

Ocak ayından itibaren asgari ücret 17,000 TL’dan 22,000 TL’ya çıkmış olacak. İlk bakışta düşük gelirli kesimin aleyhineymiş gibi görülüyor. Ama yazıyı okudunuz. Asgari ücretin çok artırılması düşük gelirlinin lehine değildir. Eğer çok artırılırsa işsizlik oranı artar, firmalar bu artıştan daha fazlasını mal fiyatlarına yansıtırlar. Bu nedenle de iktisatçıların çoğu asgari ücretin aşırı artırılmasına karşı çıkar. İktisat ta aslında optimal seviyeyi tespit etmek değil midir? Ne çok ne az, ılımlı…