Tarım ve Orman Bakanlığı “5 bin 500” personel alacak, 107’si “su ürünleri mühendisi”, 18’i “balıkçılık teknolojisi mühendisi”…

Ülkemizin “su” potansiyeline yönelik son yıllardaki en ciddi “kadro” alımı olsa gerek.

Zengin su kaynaklarına sahip ülkemizde…

Deniz ve iç su ekonomisinin çok daha gelişkin olması lazım.

Akademide “su ürünleri” nerede diye YÖK kayıtlarına baktım…

“Akdeniz, Atatürk, Çukurova, Ege, Ege (KKTC uyruklu), Fırat, İzmir Katip Çelebi, Mersin, Muğla, Rize, Sinop, Van, Isparta” üniversitelerinde “su ürünleri fakültesi”; “Ankara ve Malatya” üniversitelerinin ziraat fakülteleri bünyesinde “su ürünleri” bölümleri; “İskenderun ve Çanakkale” üniversitelerinde “deniz bilimleri ve teknolojisi fakültesi” var.

“Bizimki” birkaç sene önce kapatıldı biliyorsunuz…

YÖK istemişti.

(Mühendislik fakültesi içinde bir bölüm olarak devam edeceğini sanıyordum ya da biliyordum, kepenk külliyen indirilmiş meğer, geçenlerde biri “laboratuvar da dağıtıldı” dedi de inanmadım…

Fakülte olmasına gerek yok da “bölüm” yaşayaydı bari.)

Her neyse olan oldu…

Destekleyen yazılar yazmıştım fakültenin kapatılmasını.

Bakanlık “su ürünleri” mezunları alıyor…

Mezunlar pek mutlu.

Karadeniz’in en uzun sahiline sahip ilimizde…

Mezunların istihdamlarının ötesinde, Kastamonu ölçeğinde “su ürünleri” mevzusunu kiminle konuşacağız bilim rahlesinde, mevzunun arka yüzü bu.

Not: Şehirlerin hafızalarını cenaze merasimleri canlı tutar, hatıra defterinin kum saatini külliyen geri çevirmese de kayıp gitmekte olan taneleri en azından biraz da olsa yavaşlatır, buna da fitiz vaktin kar zemininde…

Güneş her açtığında zararına işliyor kadim kentlerin.

Zamanı durdurmak mümkün değil…

Aynı ırmakta iki kere yıkanmanın olanaksızlığını asırlar önce Herakleitos usta zihnimize soktu sıkı sıkı.

Memleketlimizdir…

Anadolu bilgesidir.

Şehir belleği hızla eriyor…

Belleğin başköşelerine talip aktörlerin niteliği değiştikçe değişiyor.

Çeyrek asır bile çok…

Üst başın komple değişmesi için.

Altı kaval…

Üstü şişhane.

Kastamonu o eski Kastamonu değil…

Ben bile fazlalığım artık.

Çoğunluğun ritminde azınlığın darbuka sesi duyulmuyor…

“Azıcıklar” artık. 

(Hakim Selma Zeydan’ın cenaze namazının kılınacağı cami önündeyiz…

Dr. Ahmet Zafer Ergün, baktım ki güneş ışığının düştüğü bir metrekare bulmuş avluda, hemen yanına iliştim.

Gerçi…

Dr. Ahmet Zafer Ergün aydınlığı hep yanında taşır, odur esas aydınlık, güneş ne ki yanında.

23 Ağustos Ortaokulu Müdür Yardımcısı Özcan Küçükoğlu vardı yanında…

Hiç değişmeyen öğretmen edası, namusu, ışığı ile.

Aradan kaç yıl geçti…

Yılların eskitemediği “Cumhuriyet öğretmeni” aklı, fikri, hür iradesi.

“Ah nerede eski öğretmenler” diyecek olsam…

Şimdikiler sinirlenir.

Neredeler?..

Bana bir tane “Özcan Küçükoğlu” bulanın kırk yıl kölesi olayım.

O vakitteki öğretmenlerimizden konuştuk…

Çeliğin ilk suya verildiği zamanlar, hamurun yoğrulma vakti, fidanın dikilme evresi.

“Tevfik Sofuoğlu” geldi aklıma…

“Cumhuriyet İlkokulu Müdürü”.

1970’li yıllar…

Cumhuriyet İlkokulu o vakit 23 Ağustos Ortaokulu’nun bitişiğindeydi, yıkıldı sonra, yerinde milli eğitim müdürlüğü var bugün.

Fört şapkalı, kalın kumaştan uzun paltolu, jilet takım elbiseli…

Daima “sinekkaydı” traşlı.

Roman kahramanı gibiydi…

Orhan Kemal’lerin, Kemal Tahir’lerin, İzzettin Dinamo’ların satırlarından kalkıp da gelmişti sanki.

Sert mizaçlı…

Pamuk kalpli.

O gelir aklıma…

“Okul müdürü” denildiğinde.

Kırkçeşme tarafında mı ikamet ederdi?..

Hayal mahsulü hatıralar zihnimde.

Dr. Ahmet Zafer Ergün de “Cumhuriyet” mezunu benim gibi…

“Cumhuriyet” mezunu olmak bir kimliktir.)