mustafa afacan-5Ayfer Savaş Aydın’ın “Rıza” ismini verdiği romanı yaklaşık bir aydır çalışma masamın bir ucundan diğer ucuna yer değiştirip duruyor, merakını celp edenlerin sorularına belli belirsiz cevaplar veriyorum, mezarlık kenarından geçenlerin hissettikleri tarifsiz hisler içindeyim…

Okumakla okumamak arasında gidip geliyorum.

Rastgele sayfalarını karıştırdığım oluyor kendimi tutamadığım anlarda…

Birkaç satırı bitiremeden kapağını kapatıyorum, masamın karışık coğrafyasının içine gömüyorum tekrar, beklemediğim anda apansız karşıma çıkıyor.

Bildiğiniz mücadele veriyorum…

Kitaptan çıkan gelen kelimeleri etrafımdan savuşturmak için canhıraş savunma duvarı örüyorum.

Bir iki sebep olsa ara bir uzlaşma yolu bulabilirdim…

Orman kıvamında set var önümde.

mustafa afacan-4“Hayatı yarım bırakıp da gitmek mi yoksa hayatta kalıp kocaman bir ömrü gidenin eksikliği ile yaşamak mı acı?” sorusu arka kapaktan koskocaman puntolar ile beni süzüyor…

Şarkıda ki gibi cevabım, “Git, git, git”, “gitme ne olursun”.

Babamı kolon kanserinden kaybettim…

Bu kadarı çok ama, romanın kahramanı da yazarı da aynı dertten muzdaripmiş, reva mı bana?

“Yazar, dayısıyla aynı kanseri yaşamanın tuhaf gururunu hissederken dayısına karşı içinde yıllardır sorgusuz bekleyen sevgisini de keşfeder”…

Sevgisini hücrelerine yerleşen kanserde hissediyor.

Romanın kahramanı “Rıza”, yazar Ayfer Savaş Aydın’ın dayısı, istiridyenin içinden çıkan kıymetli mücevher…

Yıllar sonra arkeolojik kazı ile gün yüzüne çıkan hazine.

“Varlığındaki anlam arayışının en önemli durağına geldiğinde dayısı Rıza’nın yaşamıyla karşılaşır. Yirmi dört yaşında aynı kanser türünden ölen dayısının yaşadığı büyük aşk, devrim peşindeki hayatının da yansımasıdır”…

“Devrim” ve “aşk”, gerçi, onlar birbiri için “gerek” ve “yeter” şartlardır.

“Yazar, dayısına hep gizliden gizliye duyduğu hayranlığın nedenlerini çözmeye başlar. Bu yeni yaralar ve kabuklar demektir. Ama bilir ki yara kıymetlidir. Dayısının yarasıyla kendisi iyileşir”…

Yara, kabuk bağladığında tedavi gücünü kaybeder.

Ayfer Savaş Aydın ile ortaokul ve lisede aynı sınıfları paylaştık…

Onu “fizikçi” bilirdim, “edebiyatçı” çıktı, hem de “usta” kabilinden.

Yaraya kabuk bağlatmamak asli olan…

Bırak kanasın.  

(Ayfer Savaş Aydın, 1972 yılında Kastamonu’da doğdu. Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Fizik Mühendisliği bölümünden 1993 Haziran’ında mezun oldu. 1994 Ocak ayından beri kamuda çalışıyor. Kamu çalışmaları sırasında; uzun süre Avrupa Birliği (AB) mevzuatına adaptasyon kapsamında mevzuat ve altyapıya ilişkin çalışmaları yürüttü, birçok AB projesinde sorumlu olarak görev aldı, ardından sektörle ilgili farklı alanlarda da çalışmalarına devam etti. 2017 Mart ayında başlayan kanserle mücadele süreci, 2019 Eylül ayına kadar sürdü, 3 yılda 3 farklı kanser vakasıyla yüzleşti, 4 ameliyat geçirdi ve en son evre kanser hastası olarak tedaviler gördü. Halen kontrol altında olmakla birlikte kanserle mücadelesini başarıyla tamamladı…

Üretken ve sağlıklı bir ömür dilerim.)

Not: Ayfer Savaş Aydın’ın babası “Çetin Savaş” uzun yıllar “Kastamonu Kültür ve Turizm Müdürlüğü” görevinde bulundu…

Efsanedir.

Bilmez ama…

Benim hayatıma yön verenlerdendir.

1989 yılında Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü’nü kazandım…

Rahmetli babam ne bilsin arkeolojiyi ve sanat tarihini, kayıt yaptıralım mı yaptırmayalım konusunda iki arada bir derede, kayıt yaptırmamaya daha meyilli.

Çetin Savaş ile samimi idi…

Sormuş.

Çetin Savaş “gitsin” demiş…

Babam eve geldi ve “kayıt ol” dedi.

Arkeoloji ve Sanat Tarihi bölümünü okudum…

Ekmek yemek nasip olmadı.

Ama daha kıymetlisi kısmet oldu…

“Hayata bilimsel bakabilme” kabiliyeti verdi bana.

Senelerdir okur-yazarım…

Temelinde arkeoloji ve sanat tarihi eğitimim yatar.

Uzun ömür dilerim Çetin Bey Amca…

Müteşekkirim.