Bir belediye başkan adayının şehrimizin “doğu” yakasına dair “kültürel mirası koruyarak kentsel dönüşüm” projesi karşısında heyecanlandığımı dün uzun uzadıya yazdım…

Ardından Dr. Nurderen Özbek’in bölge üzerine söyleşisini okuduğumda daha bir heveslendim.

Doğu yakasının hemen bitişiğindeki doğa varlığını da katınca üstüne…

Ortaya “geçmiş ile yarını” aynı kumaş üzerine resmedecek bir nakış şaheseri çıkacak şüphesiz.

Dr. Murat Karasalihoğlu’nun Kastamonu Gazetesi’nde yayımlanan Dr. Nurderen Özbek söyleşisinden bir paragraf paylaşayım ki mevzunun kılcal damarları az biraz ortaya çıksın…

“Yazılı kayıtlarda hemen hemen hiç rastlanmayan sokakların, evlerin, bahçelerin hikayelerine yöneldim. Onların nasıl var olduğunu, nasıl bir araya geldiklerini, dizilişlerini, işlevlerini ortaya çıkarmak istedim. Sözlü tarih araştırması kapsamında yaklaşık kırk kişiyle sohbetlerim oldu. Her sokağın, her bahçenin, her evin kendi hikayesi var. Bu hikayeler katman katman bugünkü Kastamonu’yu oluşturmuş. Kenti tek bir döneme, tekil yapı korumalarına saplanıp kalmadan sürdürmek, bunun için de tek boyutlu değil çok boyutlu araştırmak, farklı ölçeklerden bakmak gerekiyor. Yaşantıların/insanların bıraktığı izleri takip ettiğinizde geleneksel dokuyu oluşturan, farklı dönemlere ait karakteristik elemanlara ulaşabiliyorsunuz. Bu bazen antik dönemden kalan bir kaya mezarı, bazen sokakların kesişimindeki Selçuklu Camisi, bazen Osmanlı döneminden bir evin cihannüması ya da o evin bahçe duvarında geçmişin su sisteminin izlerini taşıyan bir çeşme olabiliyor. Kimi zaman bir Birinci Milli Mimari yapısı ile yirminci yüzyılın ikinci yarısında inşa edilmiş modernist bir yapı uyum içinde yan yana olabiliyor. Bunların her birini kendi dönemi içinde ele almak gerekiyor. Cephe giydirmeyle hepsini birbirine benzetmeye çalışmak ya da yeni inşa edileceklerde eski dönemleri birebir taklit etmek gerekmiyor dokuyu korumak için.”

(Söyleşinin ileriki satırlarında…

“Baba Sokak” var misal.

1877-1878 yıllarındaki “Osmanlı-Rus Savaşı” sonrasında bölgeden yaşanan göç dalgasından Kastamonu’ya düşenler…

“Muhacir Mahallesi” deyip geçmekle iş bitmiyor, ardındaki “hikaye” aslolan, mimari ile eşdeğer.)

Dr. Özbek tam da olması gereken bir “korumacılık” yönteminden söz ediyor…

Uygulayamadığımız ama geç de kalmadığımız bir fırsat bu.

“Tekil” yapılar üzerinden değil…

“Bütüncül”.

Öyle bir “bütün” ki bu…

İçinde “hikayeleri” de barındıran.

“Evin ruhu” demeyeyim de…

“Yaşam öyküsü”.

Hikaye anlatmaya ve duymaya ihtiyacımız var…

Bambaşka bir rotada tek başına seyrüsefer edebilir Kastamonu.

Turizm de olur o zaman…

Hem de dünyanın dört bucağından.

(Dr. Nurderen Özbek’in söyleşisinde “Hamidiye Cami” ismi geçiyor…

Neden “Hamidiye?”

Aktekke mahallesi...

Tepeyol sokak.

Semte verilen isim ezelden…

“Mühacir mahallesi”.

Kesme taş ve moloz taş, çatı ahşap, minare ahşap…

“1885”.

Kitabesinde “Urganizade Hacı Mehmet Bahaeddin Efendi” ismi geçiyor…

Caminin bir diğer ismi de “Baha Efendi Cami”.

Tam da Osmanlı-Rus Savaşı dönemi…

Kırım göçmenlerinin semte yerleştikleri vakit.)

Not: Kültür insanı “Hüseyin Üster” gönderdi fotoğrafı…

Sağ olsun.

Yıl “1937”…

“Kastamonu Belediye Meclis Üyeleri” bir arada.

Belediye Başkanı “Adil Yücebıyık”…

2 dönem görev yaptı.

“Koçoğlu Ahmet Bey”…

“Hattat Emrullah Bey”.

Ahh…

Bana o zamanın belediye meclis üyelerini bugün buluverin.

Elde gül demeti…

Ceket yaka cebinde gül.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk hayatta…

“Anadolu ve Rumeli Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti” kimliği de hayatta.

(“Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” kurumsal kimliği bugün yaşıyor mu?..

Yaşamıyor.)

Mustafa Afacan Köşe-15