Eşitlik ve adalet; sosyolojik meselelerde kullanılan, pek çok insan tarafından çoğu kez bilerek ya da bilmeyerek yanlış anlaşılan veya yanlış kullanılan iki önemli kavramdır. Öyle ki çoğu insan işine geldiğinde eşitlik kelimesini adalet yerine kullanıp muhataplarını çok rahat manipüle edebilmektedir. Yasal düzenlemelerimiz de hep bu iki kavramın hayat bulması için yapılmıştır. O kadar ki ciltler dolusu kitaplar, sayfalarca yazılan makaleler, yapılan savaşlar, barış antlaşmaları, evlenmeler, boşanmalar, tartışmalar, kavgalar vs. insan hayatında var olan her türlü sosyal olay ve olgu bu iki kavramla gerçekleşir hatta bu iki kavram için gerçekleştirilir.

Eşitliğin tam sağlandığı olaylarda adaletin sağlanması mümkündür. Kısaca adaletin sağlanması için en az iki eşitlik gerekir. Burada daha çok üzerinde duracağımız konu adaletin nasıl sağlanacağı konusudur. Kısaca formülleştirecek olursak iki eşitlik eşittir bir adalet diyebiliriz.  Küçük bir örneklemle konuyu daha somutlaştıralım. Eşit sayı ve eşit kiloda insana eşit yiyecek dağıtırsanız adaleti gerçekleştirmiş olursunuz. Eşit miktarda yiyeceği dağıttığınız kişilerin kiloları, günlük yedikleri yiyecek miktarları, hatta hangi tür yiyeceği ne kadar sevip sevmedikleri konusunda ne yapıp ne yapmadığınız ise adaletle ilgili bir durumdur. Beş öğrenciye eşit sürede eşit sayıda soru verdiniz ve bu çocukları yarıştırıyorsunuz. Eşitlik var mı? Evet. Yapılan iş adil mi? Hayır. Çünkü insanların yaratılışından gelen farklı özellikleri vardır. Dünyada hiçbir canlı diğeriyle eşit yaratılmamıştır. Parmak izi mucizesi örneği eşit olmadığımızı anlatmaya yeter sanırım. Eşitlik sayısal verilerin kullanıldığı durumlarda; adalet ise canlı hayatıyla ilgilidir. Yani sayılarla ifade edilemeyecek niteliksel durumlar için geçerlidir ve önemlidir. İnsan bir tuğla ya da herhangi bir madde değildir. Evet sayılarla ifade edildiğimiz, değerlendirildiğimiz, adam yerine konulup konulmadığımız durumlar var elbette. Birisi size “Sayınız kadar konuşun.” diyorsa; “Senin kilon kaç, kaç numara ayakkabı giyiyorsun?”  gibi sorular yöneltiyorsa dikkat edin bu kişi size hakaret ediyordur. Bu hakaret doğrudan benliğinize ve şahsiyetinizedir. Ya bu kişiyi dinlemeyin ya susturun.
            
Burada asıl konumuz insani ilişkilerde ve kamuda adalet. Devletler, kamu hizmetlerinin vatandaşa ulaştırılmasında öncelikle eşitliği, devamında ise adaleti hâkim kılmaya çalışmıştır. Eşitlik mümkün olduğunca sağlanmıştır. Adaletin sağlanması ise pek mümkün olamamaktadır. Çünkü bir mahkemenin verdiği kararın başka bir mahkeme tarafından bozulması hatta tersi bir karar vermesi bunun en bariz örneğidir. Kamusal alanda insanı bir obje gibi gören anlayış adaletin gerçek manada gerçekleşmesine engeldir. Kısacası insanın insan olduğunu, sıradan bir nesne olmadığını hesaba katmak zorundayız. Ödülde ve cezada illaki şahsilik ilkesi ön planda tutulmalıdır. Bir insana verdiğiniz ödül başka bir insana ceza olabilmektedir.  Sizin için söylenen bir söz size göre hiçbir şey ifade etmiyor olabilir. Ama yanınızda oturan bir yakınınız için öfkelenme sebebi olabilir ya da tam tersi iltifat anlamına gelebilir.

İnsani ilişkilerde adaleti sağlayacak unsur eşitlik değil samimiyettir. Size bir iyilik yapıldığında mukabelede bulunmak için siz de o kişi için iyilik yapma gereği duyarsınız. Ve elinizden geldiğince yapılan iyiliğe karşılık verirken eşitliği sağlamaya çalışırsınız. " O bizim kızın düğününde çeyrek taktı, ayıp olmaz mı ? Bizim de ona en az çeyrek takmamız gerekir." kabilinden sözler hep bu eşitlik ve adalet duygularının tecelli ettirilmesi gayretinden başka bir şey değildir. Oysaki "az olandan az, çok olandan çok " sözü de var bizim kültürümüzde. Önemli olan samimiyettir. Öyle bir zaman dilimine rastlarsınız ki sade, içten ve samimi bir teşekkürün ve tebessümün sağladığı adaleti hiçbir maddi varlık karşılayamaz. Yaşadığımız her türlü adaletsizlik ve haksızlıkların son bulması temennisiyle.