Maliye bakanımız Mehmet Şimşek’in açıklamalarından sonra ekonomi gündemi vergiler oldu. O halde bu hafta biraz vergilendirmeden bahsedelim. Bir devlet kamu malları (iç güvenlik, dış güvenlik, adalet) arz eder, altyapı faaliyetleri gerçekleştirir ve doğal olarak bunlar yaparken belli miktarda harcama yapar. Bizim ailelerimizin nasıl bütçesi varsa devletin de bütçesi vardır. Devletin bu harcamaları yapmak için başvurduğu birinci ve en önemli kaynak vergilerdir.
Vergilendirme iki ana ilkeye göre yapılmalıdır. Birincisi ödeme gücüdür. İbni Haldun ve ondan sonra Adam Smith tarafından bu ilke ortaya konulmuştur. Yani Devlet herkesten ödeme gücüne göre vergi almalıdır. İbni Haldun, “Mukaddime” isimli kitabında devletin vatandaşlarının ödeme gücünden fazla vergi alması durumunda üretimin düşeceğini, devletin de çöküş sürecine gireceğini belirtmiştir. Bu şimdi de geçerlidir. Eğer devlet aşırı vergi alırsa yatırımcılar daha az vergi ödeyeceği başka ülkeleri veya vergi kaçırmanın yollarını araştırmaya başlar. Bu nedenle de makul seviyeden daha yüksek vergi oranı uygulanırsa devletin elde edeceği vergi hasılatı azalır. Günümüzde arz yanlı iktisatçılar bunu Haldun-Laffer eğrisi ile açıklamaktadır. İkincisi de “kullanan öder” ilkesidir. Devletin arz ettiği kamu mallarından veya altyapı hizmetlerinden toplumun belli bir kesimi faydalanır. İşte bu kesim ilgili kamu malının ödemesini gerçekleştirmelidir. Bu konuda örnek gösterilebilecek uygulama Yap-İşlet-Devret (YİD) projeleridir. Bu projelerde önce özel sektör bir köprü, yol vb. altyapı faaliyetini yapar. Sonra bu köprüyü kullananlardan ücret toplanır. Örneğin; köprüyü her geçen otomobilden 1 TL ücret toplanır. Köprüden 100 kişi geçerse 100 TL toplanır. Eğer bu toplanan para köprünün maliyeti için yeterli olursa ne ala. Ama yeterli olmazsa devlet aradaki farkı herkesten topladığı vergiden karşılar. Bakın köprünün maliyeti için önce köprüyü kullananlara başvuruluyor. Yani verginin finansmanında başvurulan birinci kaynak köprüyü kullanan. Yani “Kullanan Öder” ilkesine göre Yap-İşlet-Devret (YİD) projeleri başarılı örneklerdir.
Vergilerin bu iki ilkeye göre alınması gerektiğini söyledik ama devletin işi her zaman kolay değildir. Örneğin; devlet “Marmararay” projesi ile denizin altından geçen tren projesini hayata geçirdi. Haliyle proje otomobili olmayan veya benzin, otopark ücretleri nedeniyle otomobili fazla kullanmayı tercih etmeyen kesime yönelikti. Yani projeden yararlanacak olan kesim toplumun orta veya düşük gelirli kesimi idi. “Kullanan Öder” ilkesine göre metro, tren için yapılan harcama bu kesimden karşılanmalı. Ama bu “Ödeme gücü” ilkesine göre de mümkün değil. Çünkü düşük gelirli kesimin bu metro inşaatı maliyetlerini karşılayacak derecede vergi vermesi mümkün değil. Devlet bu durumda sosyal devlet olarak hareket etmeli ve zengin kesimden alacağı vergilerle metro inşaatını gerçekleştirmelidir. Devlet te bunu yaptı. O zamanlar zengin olan kesim Marmararay projesine karşı çıkmıştı. Devlet vergi toplarken her zaman bu iki ilkeyi aynı anda gerçekleştiremeyebilir. Bu durumda ilkelerden birini seçmelidir. Örneğin; zenginler, metro inşa edilmesini istemeyebilir, çünkü kendileri metro kullanmayacaktır. Düşük gelirlilerinden metro için vergi ödemesi kolay değildir. Devlet bu durumda zenginden topladığı vergilerle metro yapmalıdır.
Türkiye’nin vergilendirmede karşılaştığı sorunlardan biri de vergi gelirlerinin çoğunun dolaylı vergilerden kaynaklı olmasıdır. Öncelikle dolaylı ve dolaysız vergi tanımlarını yapalım. Devlet bir kişinin geliri üzerinden doğrudan vergi alıyorsa bu dolaysız vergidir. Örneğin; Gelir ve Kurumlar vergileri doğrudan kişi ve şirketlerin gelirlerinden alınır ve dolaysız vergilerdir. Dolaylı vergiler ise kişilerin doğrudan gelirleri üzerinden değil harcamaları üzerinden alınan vergilerdir. Örneğin; Özel Tüketim Vergileri (ÖTV) ve Katma Değer Vergileri (KDV) dolaylı vergilerdir. Türkiye’de vergi gelirlerinin çoğu dolaylı vergilerden sağlanmaktadır. Oysa tam tersi olmalıdır. Yani vergi gelirlerinin çoğu doğrudan vergilere dayanmalıdır. Neden mi? Çünkü dolaylı vergiler adaletsizdir. Bunu bir örnekle anlatalım. Ayda 100,000 TL kazanan bir kaynakçı ustası olsun. Yılda 1,2 milyon TL kazanır. Bununla 500,000 TL değerinde bir otomobili alabilir. Ama bu kaynakçı ustasına iş veren fabrika sahibi yılda 60 milyon TL kazansın. Bu fabrika sahibi de 5 milyon değerinde otomobil alır. Gelirleri arasında 50 kat, otomobilleri arasında ise sadece 10 kat fark vardır. Devlet, gelirden vergi alırsa fabrika sahibi 50 kat; otomobilden vergi alırsa sadece 10 kat fazla vergi verecektir. Olması gereken ise fazla kazanandan fazla vergi almaktır. Bu arada gerçek hayatta firma sahibi otomobili şirketin maliyeti gibi gösterip vergiden falan düşmektedir. Bunu da es geçtik.
Şimdi “Devlet neden dolaylı vergilere ağırlık veriyor?” Çünkü toplumun büyük çoğunluğu vergi kaçırıyor. Bakanımız Mehmet Şimşek “bir avukatın, doktorun vs yılda 10,000 TL kazanması mümkün mü?” diye sormuştu. Eğer bir doktor, avukat yılda sadece 10,000 TL kazanıyorsa neden senelerce uğraşıp da işyerini açık tutsun ki. Kapatır, gider özel bir şirkette aylık 100,000 TL maaşla çalışır. Veya bir şirketin 10 sene boyunca zarar beyan etmesi mümkün mü? Hayatın doğal akışına aykırı. Bu arada yurtdışında vergi kaçırmanın cezalarının çok ağır olduğunu hatta ünlü mafya babası Al Capone’un vergi kaçırmaktan hapse düştüğünü hatırlatalım. Devlet dolaysız vergileri yeterince toplayamayınca ne yapıyor? Dolaylı vergilere (ÖTV, KDV) yöneliyor. Bu nedenle de Batı ülkelerinden daha pahalıya otomobil, cep telefonu alıyoruz. Batı ülkelerinde millet gelir vergisini tam ödediği için düşük ÖTV ile otomobil alıyor. Biz de gelir vergisini kaçırdığımız için yüksek ÖTV ile otomobil alıyoruz. Devlet yol, su, okul, havalimanı vb yapacak ve bunun için gerekli vergiyi dolaysız vergilerden toplayamayınca dolaylı vergilere yöneliyor. Vergi kaçırma yeni bir şey mi? Hayır! Çok eski zamanlardan (Muhtemelen Osmanlı İmparatorluğu’ndan beri) vatandaş yaygın olarak vergi kaçırıyor.
Günümüzde artık vergi denetimleri çok daha kolay. Kredi ve banka kartları yaygın olarak kullanılıyor. Çoğu ödemeler EFT ile yapılıyor. Bankacılık sistemi çok daha etkin çalışıyor. Dolayısıyla vergi kaçıranları tespit etmek çok daha kolay. Artık maliye müfettişleri “Kardeşim! Şu kadar gelir beyan etmişsin ama pos cihazından yapılan harcamalar bunun bilmem kaç katını gösteriyor” veya “Sana havale, EFT olarak bilmem kaç milyon yollanmış” diye hesap sorabilir. Dolaysız vergilerde kaçak önlenirse yani dolaysız vergilerden yeterli gelir elde edilirse devlet dolaylı vergi oranlarını düşürebilir. Böylece daha ucuza otomobil, cep telefonu alabiliriz. Üstelik vergi denetimleri sosyal medyada gösteriş delisi fenomenleri dizginleyebilir. Ne dersiniz? Maliyenin sıkı vergi denetimi yapmasının zamanı geldi mi?