Yaşam, kimi zaman keyifli kimi zaman da hüzünlü geçen uzun bir yolculuk. Engelli olarak dünyaya gelenler veya yaşantısının bir döneminde engelli olanlar hayat yarışını daha zor şartlar altında sürdürmek zorundalar.

İnsanlar sosyal canlılar oldukları için birbirleriyle sürekli iletişim halindeler. Saygı içindeki ilişkilerde; karşındaki insanı önemsemek, dinlemek, onu anlamaya çalışmak ve değerli kılmak ilk koşuldur.

Ve hiç kimse diğerinden değersiz değildir… Hiç kimsenin de bir diğerine böyle hissettirmeye hakkı yoktur…

 Bakmak ile görmek arasındaki farka en güzel örnek; Doğuştan görme engelli olan “Parmaklarıyla Gören Adam” diye tanınan ressam Eşref Armağan.

“Resim çizmek için uğraştığım zamanlar boyunca insanların ‘yapamazsın, boşuna uğraşıyorsun’ gibi tepkileriyle karşılaştım. Fakat şu an bunu söyleyenler büyük bir şaşkınlık içinde gelişimimi izledi. Onların bana inanmaması, benim aslında inanılmaz bir şey yaptığımı anlamamı sağladı” diyen Ressam Armağan, Çin'e davet edilip, kullandığı özel lastikle nasıl resim çizdiğini Çinli görme engellilere anlatmış.  Teksas, Arjantin, Almanya ve Kıbrıs gibi birçok yere gidip, deneyimlerini paylaşmış.

Hayata yalnızca maddiyat penceresinden bakan insanlar, karşılarındakinin içindeki gönül zenginliğini, erdemi, saygıyı, sevgiyi göremez, hissedemezler.  Bir şeyin hem iç hem de dış boyutunu görmek için; ince düşünmek, duygulu olmak gerekir. Bu da kalple gerçeğe dönüşür ve gönül gözüyle de bakabilmekle mümkün olur.

"Gönül gözüyle görmek demek; Âşık Veysel demek…” diye başlayan bir yazıdan çok etkilenmiştim.  Çiçek hastalığına yakalanarak 7 yaşında görme yetisini kaybeden Âşık Veysel,  âşık geleneğinin son büyük temsilcilerinden olmayı başardı.

1970'li yıllarda Selda Bağcan, Gülden Karaböcek, Hümeyra, Fikret Kızılok ve Esin Afşar gibi müzisyenler, yalın Türkçesi ile dili ustalıkla kullanan Âşık Veysel'in deyişlerini düzenleyerek yaygınlaşmasını sağladılar.

Ben yalnızca iki kişiden söz etsem de hayat yolcuğunda sabır, azim, cesaret ile engelleri birer birer aşmayı başaranlar çok fazla.

Yeter ki şu an engelli olmayan kişiler olarak, onlara önyargılı bakmayalım, farklı görmeyelim ve dışlamayalım. Unutmayalım ki, hepimiz bir gün engelli bir birey olabiliriz.

Tam da bu konuları konuşmak, bilgi almak amacıyla ve belki de bir umut ışığı oluşturmak dileğiyle Kastamonu Görme Engelliler Derneği’ne yöneliyorum. Dernek Başkanı Cahit Kuşoğlu kendini şu cümlelerle anlatıyor;

“1978 yılı Kastamonu doğumluyum. Evli ve iki çocuk babasıyım. 2001’de yakalandığım Behçet Hastalığı nedeniyle görme kaybı yaşamaya başladım. 2007 yılında görme duyumu tümüyle kaybettim. Özel şirketten malulen emekli oldum.

Birçok arkadaş gibi eşim ve çocuklarım yanımda olmadan dışarı çıkamıyordum. Evine kapanmış, sosyal hayatı olmayan bir görme engelliydim.”

Cahit Kuşoğlu’nun bu zor günlerinde, o dönemde Pırlaklar Camii İmam Hatip’i olarak görev yapan Yusuf Dalkılıç, Kastamonu’da görme engelli var mı, diye araştırmaya başlıyor ve 5-6 kişiye ulaşıyor.

Kimsesiz bir çocuğa koruyucu aile de olduğunu araştırmalarım sırasında öğrendiğim İmam Hatip Yusuf Dalkılıç, Görme Engelliler Derneği’nin ilk adımını da atmış oluyor. Üstelik kendisi görme engeli de olmadığı halde bunu yalnızca kişisel duyarlılığıyla yapıyor.

 Dernek Başkanı Kuşoğlu’ndan, açılış sürecini ve Türkiye’deki görme engelli derneklerinden birisinin şubesi olmak yerine niçin farklı bir oluşuma imza attıklarını dinliyorum:

“Yusuf hocanın tanıştığı görme engelli arkadaşlarımızla bir araya gelmeye başladık. Konuşmalarımız sonucunda derneği kurmayı düşündük ve 19 Ocak 2019’da açılışını yaptık.

Hiçbir derneğin şubesi olmak istemedik. Teklifler de aldık, yönetimdeki arkadaşlarımızla istişare yaptık, Sonuçta küçük de olsak bize özgü olsun istedik.”

Yönetim Kurulu’ndan Necati Korkmazer;

“Biz burada bir şey başaracaksak, tabelamızla değil, emeğimizle başarmalıyız, diye düşündük” diye ekliyor.

Sosyal yaşama uyum ve daha verimli bir hayat için yapılan çalışmalardan söz etmesini rica ediyorum. Cahit Kuşoğlu anlatıyor:

“Görme engellilerin olmazsa olmazı bağımsız hareket etmemizi sağlayan Beyaz Baston eğitimini 2 kere aldık. Bu sayede de benim gibi birçok arkadaş çarşıya gidip, alış veriş yapabiliyor.

Ayrıca girişimcilik, özel satranç ve tiyatro eğitimleri aldık. Tiyatro eğitmeni Hulusi Sıvacı bizleri 3 yıldır çalıştırıyor ve bu sürede 3 oyun sahneledik. Bir tanesi Yönetim Kurulu üyemiz Necati Korkmazer’in yazdığı ‘Buz Dağı’ isimli tiyatro oyunu.

‘Hayata Farklı Bakıyorum’ ile ‘Kastamonululaştıramadıklarımızdan mısınız? ’isimli oyunlarımız ise; yaşadığımız, dernekte konuştuğumuz olaylardan oluşuyor. İlgi çok güzel, geri dönüşümler çok iyi. Bu tiyatro gösterilerimizi ücretli yapıp, derneğimizin çay kahve gibi giderleri için kullanıyoruz. Kuruluşumuzdan beri elimize makbuz alıp, ev ev, sokak sokak gezmedik. Bizim adımızı verip, böyle davrananlara itibar etmeyin.”

Görmek sadece bakarak olmaz. Bazen bakıp da göremeyiz ya da bakmadan da görebiliriz.

Örneğin; asansörlerde, ilaç kutularında ve otobüslerin durak düğmelerinde kabartma harfler olduğunu, Kastamonu Görme Engelliler Derneği Başkanı Cahit Kuşoğlu ile yaptığım bu söyleşi sırasında öğrendim. Benim fark etmediğim, bakıp görmediğim konuyu, yaşantılarını kolaylaştıran ayrıntı olarak dinlediğimde, kendi görmezliğim ile yüzleştim.

Doğuştan görme engelli 71 yaşındaki Müzeyyen Karakoca;

“Kursa katıldık. Hoca’mız, önce Türkçe okuyup yazmayı, sonra da Kuran Kursu eğitimi verdi” derken, örgü örmeyi sürdürüyor. Annesi örgü örerken, öğrenmeye çalıştığını ama koruyucu davrandıkları için eline şiş vermediklerini söylüyor. 14 yaşına gelince denemeye çalıştığını ve ısrarı üzerine annesinin öğrettiğini anlatıyor. İnce ip ve şiş ile zor örneklerle kazaklar, yelekler ören Müzeyyen Hanım, örgü siparişi alarak, evine ekonomik katkı da sunuyor.

Dernek üyesi Sedat Tingir, kendisi gibi görme engelli olan eşi Hatice Tingir’ın, Müftülük Kuran Kursu Öğretmeni olarak çalıştığını ve bunun Kastamonu’da tek olduğunu gururla ifade ediyor.

“Görme engelli çocukların sosyal yaşamda ve okullarda yaşadıkları sorunlar nelerdir” diye soruyorum,

Başkan Cahit Kuşoğlu eğitimin engelliden değil, ailesinden başlaması gerektiğine dikkat çektikten sonra sözü Yönetim Kurulu Üyesi Merve Baltacı’ya bırakıyor. 2 üniversite mezunu çalışkan, zeki, pırıl pırıl bir geç kız Merve Baltacı. Sorunları yaşamış birisi olarak anlatıyor:

“Doğuştan görme engelliyim. Kastamonu’da bu alanda okul olmadığı için, Ankara’da ‘Gören Eller Görme Engelliler İlköğretim Okulu’nda 8 yıl eğitim gördüm. Sonra memleketim Kastamonu’ya gelip,  Kuzeykent Anadolu Lisesi’nde kaynaştırma öğrencisi olarak okuyup, bitirdim. Braille alfabesi ile yazılmış kitaplarımız, Ankara’daki matbaadan tüm Türkiye’deki görme engelli öğrencilere ücretsiz olarak gönderiliyordu.

Başlangıçta arkadaşlarım beni istemiyor gibilerdi, uzak duruyorlardı. Okulda görme engelli öğrenci tek bendim. Hocalar bile konuya yabancıydı. Zaman geçtikçe alıştılar. Hatta çok yakın arkadaşlarım oldu ve ders bile çalıştırdılar. Üniversite sınavına da okuyucu ve işaretleyici 2 gözetmen eşliğinde girdim.

Sakarya Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi’nden mezun oldum Daha sonra 2. Üniversite olarak, açık öğrenim ile de Sosyal Hizmetler bölümünü okudum. Üniversite eğitiminde de zorluklar vardı. Kalabalık sınıflar ve koridorlar ile zorlanırken, yine yadırganma ile de karşılaştım. Ancak yurtta kalıp, hem çalışıp hem de eğitimimi tamamladım.

Şu anda Karayolları’nda santral memuru olarak çalışıyorum. Çalıştığım iş yerlerinde de kendimi yalnız hissettiğim oluyor.

Nasıl olsa görmüyor diye selam bile vermeden yürüyüp geçiyorlar. Bizler görmüyorsak da, duyuyoruz ve her şeyi fark ediyoruz.

Eğitimini aldığım mesleklerde görev yapmayı da çok isterdim.”

Kastamonu Görme Engelliler Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Ahmet Karaoğlu da, bu sözlere destek veriyor:

“Ben makina teknikeriyim ve ancak santral operatörü olarak çalışabiliyorum. Mesleki yükselme sınavlarında ne kadar başarılı olsak da şekilli sorulardan muaf tutulmadığımız için istediğimiz puanı alamıyoruz.

Bir de özellikle özel sektör mecbur olduğu engelli kadrosu için görme engellileri tercih etmiyor. Halbuki bizler eğitimlerimizi aldık, kendimizi geliştirdik, bize uygun olan işlerde çalışmak ve yükselmek istiyoruz.”

“Karşılaştığınız ilginç tepkiler ve yaşadığınız olaylardan söz eder misiniz?” diye soruyorum. Cahit Kuşoğlu anlatıyor:

“Bizim bastona takılıp düşüyor, bize laf ediyorlar. Görmüyorsan niye dışarı çıkıyorsun? Diyenler oluyor. Biz kimseye çarpmayız ama bize çarpan çok oluyor.”

Dernek üyesi İbrahim Sağlam hemen bir örnek veriyor:

“Abla, telefonu kulağına koymuş, hararetle konuşuyor. Kafama küt diye çarptı. İkimiz de düştük. Kör müsün? Dedi. Evet, ben körüm ama siz bu telefonla meşgul olurken benden daha körsünüz, dedim.

Bir gün de durakların olduğu yerden geçiyorum, karşı kaldırıma çıktığımı sanıyorum. Bastonla da yokladım, çıktım. Bu kaldırım ne kadar yüksek diye şaşırdım. Meğerse kapısı açık otobüse binmişim.”

Esprili olsa da içinde mağduriyet barındıran hikayeler arka arkaya geliyor. Bankada hesap açtırırken ya da noterde araba satışı yaparken şahit istendiğini, halbuki bu yasanın değiştiğini, 5378 nolu kanun ile kalktığına dikkat çekiyorlar.

Önceki Daday İlçe Tarım Müdürü’nün çalışlardan her sabah resmi gazeteyi okumalarını istediği takdir ile ifade edilirken, çalışanların mevzuatlara hakim olması gerektiğine dikkat çekiyorlar.

Halktan ve yetkililerden beklentilerini ifade etmelerini istiyorum;

“Bazı insanların duyarsız davrandığı, yadırgadığı hatta yok saydığı oluyor. Kör müsün, görmüyorsan sokakta işin ne, diyenler de çıkıyor.

Ama bunların kat be katı da yardım etmek isteyenler var. Sokakta, karşıya geçerken ilgilenen, yardımcı olanlar fazla. Kurumsal desteğini gördüklerimize de teşekkür ediyoruz. Örneğin; Derneğimizin kirasını 3 yıldır Valilik ve Belediye birlikte ödüyor.

Halk Eğitim Merkezi’ne dilekçe vererek, talepte bulunduğumuz kurslar, eğitmeni olduğu takdirde hemen açılıyor.

Yılda 1 kez dernek gezilerimiz oluyor. Kastamonu Şelaleleri, Ilgaz Dağı’nın yanı sıra Çanakkale, Konya ve Ankara’ya gittik. Talep ediyoruz, bugüne kadar elimiz boş dönmedik, biz de onları utandırmadık.”

Karşı karşıya kaldıkları sorunlar ve beklentilerini de şöyle ifade ediyorlar:

“Göz kaybetmekle bitmiyor. İnsanın bir tarafını da yok ediyor. Depresyon, sıkıntı gibi ruhsal sorunları da getiriyor. Sadece duvar dibinde oturmak yetmiyor, ömür öyle geçmiyor. Çalışmalı ve sosyal hayata karışabilmeliyiz.

Yollarda sarı çizgiler, sesli trafik ışıkları ve otobüslerde durakların söylendiği sistem olmalıdır. Yasa ve yönetmelik çıkıyor ama uygulama yıllardır erteleniyor. Bazı bankalardan engelsiz olduğunu ifade eden bilgiler geliyor. Ama yolda çizgi olmayınca, biz evden çıkıp, bankaya ulaşamadıktan sonra ne fayda…

Ehliyet alırken sorumlu olunan kitaplarda görme engelliler ile ilgili hiçbir bilgi yok. Mesela eğitimlerde, bir görme engelli karşıya geçerken, beyaz bastonunu yere paralel olacak şekilde kaldırırsa trafik durur diye öğrendik. Ama bunu bizden başka bilen yok.

Kastamonu’da görme engellilere bilgisayar kursu verecek hoca yok. Kendimizi geliştirmek, çalışmak ve bağımsız yaşamak için eğitimlere ihtiyacımız var.

Engelliler ‘öncelikli hasta’ kabul ediliyor. Ancak randevu alırken ve acile gidince öyle olmuyor. Bu çelişki nedeniyle öncelikli hasta olmamızın anlamı yok oluyor.

364 gün unutulup, 365. Gün hatırlanıp, 366. Gün tekrar unutulmak istemiyoruz. Buna dikkat çekmek için de 3 Aralık Engelliler Günü yerine, ‘Biz bize biz deriz. Siz de bize biz deyin’ sloganıyla 4 Aralık 2021’de empati günü yaptık.

Kastamonu Belediyesi Engelsiz Yaşam Merkezi yapıldı. Ancak sarı çizgiler yok. Kastamonu’daki derneklerle istişare edilerek yapılması gerekirdi. Diğer engelli kardeşlerimiz canımızdır. Onlar için daha çok yapılsın ama görme engelliler de unutulmasın. Engelsiz Yaşam Merkezi sözü bizleri de kapsıyor, ona göre yapılmalıydı.

Son olarak da; siyasilerimiz tarafından ‘Bir rey olarak değil, Birey olarak’ görülmek istiyoruz.”