Kastamonu’nun bir asır evveliyatında neşe mi vardı keder mi, Birinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından ne yaşanıyordu ilde, savaştan mağlup çıkmış milletin çocukları sağ ve salim miydi?..

Acı, yokluk ve umutsuzluk hakimdi Kastamonu’da.

Asayiş berkemal değildi…

Türk vatanının emperyalist işgal altına girmesi yetmiyormuş gibi; içerideki nifak ve bölücüler, bin bir haydut çetesi.

Hasan İzzettin Dinamo’nun “Kutsal İsyan” kitabındaki “Kahraman Şevket Bey Destanı” bölümünden bir pasaj…

Kastamonu’nun 1918’deki hali pür melali.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk vatanı sadece yabancı işgalci devletlerden kurtarmadı…

Bin bir eziyet altında inletilen Anadolu halkına refah ve huzur getirdi.

Okuyalım pasajı…

“Mondros bırakışmasından sonra Kastamonu'nun durumu kötüden kötüye gitmekteydi. O kara günlerin başlangıcından beri bu büyük Türk şehrinin de anlatılmağa değer acıklı bir öyküsü vardı. Bırakışma ile birlikte her vilâyette olduğu gibi burada da yönetim aksamış, kendilerini kanundan daha güçlü gören pek çok kişi ve şer grupları, gemi azıya almıştı. Bu sınırsız gibi görünen ağaçlıklar, yeşillikler, bağlık ve bahçelikler kanunsuzların cenneti olmuştu. Zengin ve gölgeli ormanlarda en zengin otları otlayıp bol süt, yağ, yoğurt, peynir ve çökelek veren inekler, mandalar, koyunlar, keçiler, hayvan hırsızlarının zengin kazanç kaynakları durumuna gelmişti. Bol tahıl yetiştirmekten yoksun olan bölge halkı biricik geçim kaynağı olan hayvanlarını otlaklarda otlatamaz olmuş, açlığın pençesine düşmüştü. Hayvan hırsızları büyük örgütler olarak çalışıyor, tek tük çingene hırsızlıklarına aldırış etmiyorlardı. Hırsızlar, çifte kilit altına alınmış hayvan sürülerini de aynı kolaylıkla ele geçiriyor ve bilinmeyen bir yöne doğru sürüp götürüyordu. Köylü, elleri böğründe, gözleri yaşlı buna son verecek bir mucize bekliyordu. Ufak tefek tarlası olanlar, öküzleri sürülüp götürüldüğünden çift süremiyor, ekin ekemiyordu. Bunun için de açlık, baş konuk olarak gelip başköşeye kurulmakta gecikmiyordu. Kastamonu köylüsünün ensesinde boza pişiren hayvan hırsızlarından başka bir belâ daha türemişti. Gözü pek ve kazanç hırsından başka bir şey bilmeyen tütün kaçakçıları, Karadeniz kıyılarından, daha çok Trabzon'dan takalarla kıyılara getirilip boşaltılan kaçak tütünleri güçlü atlar ya da katırlarına yükleyerek köylere götürüyor, denkleri muhtarın kapısı önünde yıkarak bir daha gelişte bunların parasını alacağını söyleyerek çekilip gidiyorlardı. Kimi zaman kazanç hırsıyla muhtarların da yataklık yaptığı bu işler, çoğu zaman silâh zoruyla yapılıyor, tütünlerin satılamadığı köyler ayıngacıların silâhlı tehdidi altında ecel terleri döküyorlardı… Böyle de olsa, halk, Fransızların reji yönetimine karşı eskiden beri duyduğu korkunç hınç yüzünden bunu bile hoş görecek bir tutum takınıyordu. Eskidenleri reji yönetimiyle halk arasında süregelen kanlı olaylar, ayıngacıların yaptıkları yeni zulmü yeğnikleştiriyordu. Bu iş pek kazançlı olduğundan bütün Kastamonu Jandarma ve polisi de ayıngacılarla el ele çalışıyordu. Yalnız ara yerde ağasından ya da muhtarından zorla tütün almak durumunda bırakılan yoksul köylünün derdini kimsenin düşündüğü yoktu. Devleti köylüden, onun tahılından filân alacağı vergiyi yine âşâr mültezimleri arttırma ile hükümetten üzerlerine alıyor, sonra köylü ile karşı karşıya gelen bu zalimler onu son lokma ekmeğinden yoksun edinceye dek uğraşıyorlardı. Halkın en değerli ürününü türlü oyunlarla çarçur eden bu herifler onda sürekli bir çaresizlik, umutsuzluk, sahipsizlik havası yaratıyordu.”

Kastamonu’yu yıllarca Fransız Rejisi sömürdü…

Neydi Fransız Rejisi, çok uzağa gitmeden Vikipedi’den anlayalım, “Kırım Savaşı’yla başlayan iç ve dış borçlanma sürecinin sonucunda Osmanlı Hükûmeti borçlarını zamanında ödeyemeyeceğini açıklayınca (1875) Alacaklı devletler Osmanlıya büyük tepki gösterdi ve Osmanlının ödeme planını kabul etmedi. Osmanlı maliye sistemine de güvenmeyen alacaklılar Ülkede toplanan vergileri kendi kurdukları bir teşkilat Duyunu Umumiye vasıtasıyla toplamak istediler Artık vergileri Osmanlı memurları değil Alacaklı ülkelerin kurduğu şirketin Reji memurları toplayacaktı. Bunun neticesinde Osmanlı Devleti'nin en önemli gelir kaynağı tütün, tuz ve kahveden toplanan vergiler alacaklı ülkelerin kurduğu Reji şirketine 30 yıl süreyle bırakıldı. Reji İdaresi kendi memur ve silahlı kolcuları vasıtasıyla vergi toplamaya başladı ve toplanan bu vergiler Osmanlı Devleti’nin borcundan düşülmeye başlandı.”

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e, Kuvayi Milliye’ye, İstiklal Savaşı’na ve nihayetinde Cumhuriyet’e karşı düşmanlık besleyenlere sormak lazım…

Reji İdaresi mi daha iyiydi?

Kastamonu’nun “Reji İdaresi” tarihini de yazmak lazım…

Emperyalist sulta altında nasıl inim inim inletildiğini öğrenelim.

Kaç ocak söndürüldü?..

Kaç çocuk açlıktan öldü?

Kastamonu’nun bugünkü ekonomik kalkınma ve sosyal gelişme zemininin altına bomba o dönemde konuldu belki?..

O kadar eziyet içinde bir fidanın boy bulması asırları alır?

Reji’ler…

Haydutlar.

İç nifak…

Bölücüler.

Nereden geldiğimizi iyi bilelim…

Nereye gideceğimizi göze kestirmekten önce.

İleri gitmek için…

Geriye bakmak lazım.