Geçen hafta Kastamonu Üniversitesi’ne Ankara Medipol Üniversitesi’nden sayın Prof.Dr. Kudret Bülbül geldi. Normalde böylesine önemli bir ismin gelmesi şehirde daha fazla duyulmalı idi ama nedense tanıtımı yapılamadı. Siyaset bilimi ve Kamu Yönetimi alanında çalışan Prof.Dr. Kudret Bülbül, bürokraside (Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar başkanlığı, Başbakanlık Müşavirliği, Kamu düzeni ve güvenliği müsteşarlığı) çeşitli görevler üstlenmiş değerli bir isim… Konuşmasının ana konusu İsrail sorunu üzerine idi. Bu yazımda Prof.Dr. Kudret Bülbül’ün konuşması hakkında bilgi vereceğim. Öncelikle Prof.Dr. Kudret Bülbül’ün görüşlerinin çoğuna katıldığımı belirteyim. Böylece İsrail sorunu hakkında da bilinç oluşturmayı başarabilirsek ne mutlu bize!

Etrafımızda “Sen her hafta boykot hakkında yazıyorsun, birkaç kişi konuşuyor ama ne değişiyor?” gibi eleştiriler duyuyorum. Kısmen doğru bir eleştiri. Ancak bizim konuya sorun olarak değil süreç olarak yaklaşmamız gerekli. İsrail konuya bir süreç olarak bakıyor. Önce Filistin’de kendine bir yer ediniyor ve zamanla bu yeri genişletiyor. Filistin ve Müslümanlar ise olaya sorun olarak bakıyor. Bizim bugünkü çabamızın sonucunu hemen yarın göremeyebiliriz. Belki de ömrümüz görmeye yetmez. Ancak başarılı olursak çocuklarımız veya torunlarımız görebilir. Karıncanın taşıdığı su, Hz. İbrahim’in ateşinin sönmesine belki çok ufak fayda etmiştir belki de hiç fayda etmemiştir ama karınca bu hareketi ile tarafını belli etmiştir.

Değerli hocamız öncelikle Türkiye’nin önemi ile başlamıştır. Türkiye, dünya için beklenen ülkedir. Vicdanın sesi olan ülkedir. Türkiye, mazlum halklar için beklenilendir. Bazı ülkelerin fiziki coğrafi sınırı, gönül coğrafyasından daha küçüktür. İşte Türkiye o ülkelerden biridir. Emperyalizm, Ortadoğu’yu Türkiye’den uzaklaştırmıştır. Kudret hocamızın konferansta sorduğu bir soruyu soralım. Kastamonu’ya Hakkari mi yoksa Şam mı daha uzaktır? Alt satırı okumadan kendi kendinize cevap verin. Bakalım bilecek misiniz?

Büyük ihtimalle Hakkari’nin daha yakın olduğunu söylediniz. Kudret hocamız haritaya baktığında her ikisinin de kilometre olarak aynı olduğunu görmüş. Ben de yazıyı yazarken internetten araştırdım. Şam, 1230 km; Hakkari ise 1264 km olarak çıktı. Bilincimizde ise Şam bayağı uzakta bir ülke olarak canlanıyor ama aslında 100 sene evvel, Hakkari neyse Şam da bizim için aynı idi. Ama öyle bir bilinç oluşturuldu ki Şam bayağı uzak gibi geliyor. Aslen Filistin’de öyle… Bir Türk için Gazze’nin Hakkari’den farkının olmaması gerekli ama Ortadoğu’yu bize öyle uzaklaştırmışlar ki… Ortadoğu bataklığı gibi sorunlu kavramları zihnimize yerleştirdiler. Bir; kime göre Ortadoğu? İki neden bataklık?

Gelelim toplumun hafızasını, bilincini kimlerin değiştirdiğine… Toplumun hafızasını o zamanlar değiştiren İngiliz emperyalizmi idi bugün ise adı ABD emperyalizmi oldu.  Bu emperyalizm ise olaya süreç olarak bakıyor ve “arzı mevud” gerçekleştirmeye çalışıyor. Arzı mevud sınırları içinde ise bugünkü Türkiye’nin önemli bir kısmı yer alıyor. Türkiye ise buna karşılık olarak insani yardım ve barış eksenli bir politika izliyor.

Peki neden emperyalizm, İsrail gibi bir ülkeyi yaratmaya çalıştı ve şimdi de büyütmeye çalışıyor? Birincisi; meşhur “Parçala Böl Yönet” ilkesi. Ortadoğu’da küçük ve zayıf ülkeler olursa yönetmek daha kolay olur. İkincisi; İslam Dünyasının kalbine rahat müdahale etmek için İsrail gibi bir ülke iyi bir araçtır. Üçüncüsü; petrol. Dördüncüsü ise Avrupa’nın Yahudi sorunundan kaçmak istemesidir. Antisemitizm batı kökenlidir. Avrupa, Yahudileri kendi coğrafyasında istemiyor ve bunu tarihin çeşitli kesimlerinde soykırım, zorunlu göç vb uygulamalarla göstermiştir. Yahudileri Avrupa’dan kovmak için de İsrail iyi bir araçtır.

Bazı kesimlerin sorduğu sorulardan biri de “Hamas neden şimdi?”. Öncelikle duruma bakalım. Gazze, Filistin topraklarının çok ufak bir bölümü. Bir düşünün! Siz bir evde yaşıyorsunuz ve eve bir yabancı geliyor. Eve gelen yabancı yayılıyor ve sizi balkonun ufak bir kısmına sıkıştırıyor. Eskiden evde yaşarken şimdi evin balkonunun ufak bir kısmında yaşıyorsunuz. Ne yaparsınız? Hamas nedir? Hamas 1987’de kurulmuş ve kendi ülkesini savunmayı amaçlayan siyasi bir partidir. Sizin ülkenize, evinize biri saldırırsa sen de cevap verirsin. Hamas öncesinde Kral Faysal onun öncesinde 2.Abdülhamit sorun olarak lanse ediliyordu. Ancak aslında sorun Hamas veya Filistin değil İsrail’in kendisidir.

“Bundan sonra ne yapmalıyız?” sorusuna ise Kudret hocamız birkaç öneride bulunarak yanıt verdi. Birincisi; tepkiler İsrail’e değil ABD’ne yönelmelidir. Maşa değil maşayı tutan el önemlidir. Elinde onca teçhizat varken soba borusundan silah yapan El Kassam tugayları karşısında bez giyen İsrail askerlerini düşünün. Ellerinde ABD’nin verdiği silahlar olmasa ne yapabilirler? İkincisi; hafızayı ortaklaştırmak ve küresel bilinç oluşturmalıyız. Üçüncüsü; dilimizi ortaklaştırmalıyız. Yerleşimci ne demek? Adamlar, orada yaşayanların evine zorla giriyor ve gasp ediyor. İçinde yaşayanları da evden kovuyorlar. Sonra da yerleşimci oluyorlar. Bu kişiler yerleşimci falan değil, resmen hırsızdır. Dördüncüsü; Siyonizm ve Yahudiliği birbirinden ayırmalıdır, zira İsrail devletine karşı çıkan Yahudiler de bulunmaktadır. Siyaset bilimi çalışan akademisyenlerin de siyonizmi literatüre koymaları gereklidir. Beşincisi; Dünya’da samimi ve vicdanı olan kurumlar ile birlikte işbirliği yapmaktır. Altıncısı ise benim epey bir süredir bahsettiğim boykotu genişletmek ve ortaklaştırmaktır. Yedincisi; Filistinliler dahil olmak üzere gönül coğrafyamızdaki yabancı öğrencileri Türkiye’deki üniversitelere çekmektir. Hatırlayın! Kral Faysal’ı öldüren ABD’de eğitim alan yeğeni idi. Türk ve gönül coğrafyamızdaki gençleri Batı’nın üniversitelerine emanet edemeyiz.  

Bir diğer dikkat çeken husus da şudur. Dünya’da insanlar, soykırıma ve insanlık suçuna karşı tepki vermede devletlerinin önündedir. Avrupa’da ve Dünya’da devletler, İsrail’e karşı tepki göstermezken sokağa çıkarak gösteriler yapan önemli halk kitleleri var. İskoç takımları cezayı göze alarak protesto ediyorlar. İspanya’da sokaklarda gösteri yapan halklar var. Harvard gibi üniversitelerde işten atılmayı, rektörlükten ayrılmayı göze alan akademisyenler var. Türkiye’de ise tersi bir durum var. Cumhurbaşkanımız İsrail için en sert dili kullanıyor ama halkın tepkisi yeterli değil. Türkiye’de devletin tepkisi, halkın tepkisinin önünde gidiyor. Düşünün! Hala Siyonist markaları boykot etmeyen kesim var. Bir kısmımız parasıyla adamları büyütüyor ve bu adamlar da Türkiye’yi daha da küçültmeye (heriflerin arzı mevud sınırları içinde Türkiye’nin önemli bir kısmı var), Ortadoğu’daki devletlerin de topraklarını gaspetmeyi planlıyorlar. İçimizde bir kesim halen tehlikenin farkında değil, arzı mevud’un anlamını bilmiyor. Bu kesim halen onların hamburgerini yiyor, kahvesini içiyor, deterjanını kullanıyor. Sanarsın ki bu malların Türk malı ikameleri yok.

Kastamonu’ya gelerek bizimle değerli görüşlerini paylaşan sayın Prof.Dr. Kudret Bülbül hocamıza teşekkür ediyoruz. Bu yazıyı okuduğunuz hafta Bartın Üniversitesi’nde olacak.

Prof. Dr. Serkan DİLEK

Kastamonu Üniversitesi