Geçen haftaki yazımı hatırlıyorsunuz. Türkiye’nin sanayileşmesinin, kalkınmasını önleyen çok önemli olaylar var. Suikastler, sabotajlar ….. O olaylara bir örnek de TÜBİTAK’ta araştırmacı olarak çalışan Doç. Dr. Dilek Dündar Erbahar’ın şüpheli intiharı. Başarılı araştırmacı, zehirli gazlar için seri üretime uygun sensörler üretmeyi amaçlıyordu ve çalışmalarının son aşamasındaydı. Eğer başarılı olsaydı sanayi ve ulusal güvenlikte kullanılabilecek sensörler seri üretime geçebilecekti. Bir anda ayrıldığı kocasına mektup yazarak intihar etti. Yakın çevresine göre intihar etmesi için geçerli bir neden yoktu. Geçen haftaki yazımdan sonra bazıları “koskoca istihbarat örgütleri Türkiye’deki bilim adamlarıyla mı ilgilenecek?, komplo teorisi” diye eleştirdiler. Birincisi ben yazımda “Yabancı istihbarat örgütleri” dememiştim. Demek ki eleştirenlerin de aklında öyle bir şüphe var. Geçen haftaki yazımda Türkiye’de sanayi yatırımlarının garip bir şekilde durduğunu ve bunların ilginç tesadüfler olduğunu söylemiştim. Bu tesadüflerin de Türk girişimciler için giriş engeli olduğunu söylemiştim. İkincisi; şu soruma cevap verin. Koskoca devletler istihbarat örgütlerine milyarlarca dolarlık bütçeleri pişpirik oynaması için mi veriyor?
Bilim adamlarımızın –özellikle savunma başta olmak üzere sanayi sektörüyle ilgili projelerde çalışanların- şüpheli biçimde intihar etmesini önlemenin iki yolu var. Birincisi; 2002 yılına kadar yaptığımız gibi şeftali, saman gibi mallar üretmeye devam etmek. Bilim adamlarımız da bilgisayar yazılımları, sensörler, helikopter motorları gibi projeler yerine öğrencilerinin başörtüsü, sakalı, bıyığı vs ile ilgilenirler. Bak bakalım o zaman bilim adamlarımız şüpheli biçimde intihar ediyor mu? Hem içeride de “Neden saman ithal ediyoruz? Saman üretelim” falan diye konuşan bir kitle de var. Onların da gönlünü yapmış oluruz. Bu arada yeri gelmişken belirtelim bir ülke 1 ton saman ithal ederken 10 ton ihraç ediyorsa o ülke için “saman ithal ediyor” denmez. Net rakama bakılır. İkinci yol biraz daha zor. Öyle güçlü olursun ki senin bilim adamların değil, sana düşman olan ülkelerin bilim adamları şüpheli biçimde intihar etmeye başlar. Bu yol biraz çetin, bu yol biraz engebeli, biraz da virajlı. Bu yolu geçmek için çok iyi bir şoföre biraz da zaman ihtiyaç var. Öyle her şoför, bu yolu geçemez. Öyle 10-15 yılda da gelişmiş ülkeler hizasına ulaşamazsın.
Kalkınmayı sağlamak uzun bir süreç işidir. Gelişmiş Batı ülkelerinin şimdiki seviyesine hemen ulaşmamıştır. Sanayi Devrimi denen bir süreç yaşanmıştır. Sanayi devriminde kırsalda yaşayan feodal düzende senyörün kölesi gibi çalışan kesim şehirlere göç etmiş, sanayi tesisleri için ucuz işgücü olarak çalışmıştır. Toplumun büyük kesimi sanayi tesislerinde oldukça kötü şartlarda ve ucuz ücretlerle (karın tokluğuna) çalışmıştır. Merak edenler için Charles Dickens isimli yazarın eserlerini tavsiye ediyorum. Charles Dickens, Sanayi devrimi esnasında İngiltere’de insanların hangi ortamlarda yaşadıklarını anlatmaktadır. Çoluk çocuk günde 18 saat çalışarak sadece patates yiyerek günümüzdeki seviyelerine ulaştılar. İngiltere’de başlayan sanayi devrimi zamanla diğer Avrupa ülkelerine yayılmıştır. Öyle içimizdeki bir kesimin söylediği gibi saman falan da üreterek gelişmediler. Makineler, maden, tekstil (o zamanlar en ileri teknoloji gerektiren sektörlerden biriydi) vs üreterek günümüze geldiler. İngiltere, Japonya, Almanya hepsi böyle geliştiler. Günümüzde de bilgisayar yazılımı, füze, nükleer enerji, elektronik sektörü vs üretiyorlar. Hatırlayalım! Rusya-Ukrayna savaşı çıktığında Avrupa’nın kendisi için yeterince buğday üretmediği ortaya çıkmıştı ve Buğday koridorunun açılmasında Türkiye’nin çabalarına teşekkür etmişlerdi.
Rostow’a göre kalkınma, beş süreçten oluşmaktadır. Bu beş sürecin ilki geleneksel toplumdur. Geleneksel toplumda kaynakların çoğu tarım sektörüne ayrılmıştır. Bu toplum en gelişmemiş toplumdur ve saman, şeftali üretmektedir. Daha sonra kalkışa hazırlık, kalkış, olgunlaşma ve yoğun kitlesel tüketim aşamaları gelmektedir. Yani iktisat bilimi de şeftali üreterek kalkınılamayacağını söylüyor.
Türkiye’de sanayi ve teknoloji alanında işler yapmanın neden zor olduğunu bir örnekle anlatalım. Necmettin Erbakan, Almanya’dan döndükten sonra Gümüş Motor firmasını açarak motor üretimine geçer. Avrupa, çeşitli bahanelerle lisans vermek istemez. Türkiye’deki ithalatçılar da 30,000 TL olan fiyatları aniden 10,000 TL seviyelerine düşürürler. Zarar etmeye başlayan Gümüş Motor, Pancar ekicileri Kooperatifine satılır ve adını Pancar Motor olarak değiştirir. Daha sonra da piyasadaki rekabete zar zor dayanan firma daha sonra kapatılır.
Bakalım! Bunları biliyor musunuz?
Yerli otomobil üretmek isteyen Necmettin Erbakan’a “Bursa’da şeftali üretmek otomotiv üretmekten hem daha kolay hem daha kazançlıdır” dendiğini biliyor musunuz? Diyen de ünlü bir holdingin üst düzey yöneticisidir.
Devrim otomobillerinin üretilmesinde aktif rol oynayan Kemalettin Vardar, Makine mühendisleri Odasının bu projeye karşı olduğunu hatta kösteklediğini söylemiştir. Bu oda günümüzde de farklı bir bakış açısına sahip değil. Devrim otomobillerinin meşhur hikayesini herkes biliyor. Cemal Gürsel’in denediği otomobilin benzini bittiği için duruyor. Gelişmiş ülkelerde de ilk defa denenen çeşitli makineler, araçlar başarısız olabiliyor. Ama onlar bu başarısızlığın neden olduğunu araştırıyor, buluyor ve düzeltiyor. Türkiye’de ise hemen proje durduruluyor, yapanlar hain ilan ediliyor. Hain ilan eden kesim ise hep aynı. Saman ve şeftali üretiminden yana olan gerici kesim.
Yurtdışında neler olduğunu inceleyelim. ABD’de 1940’lı yıllarda TacomaNarrows isimli bir köprü yapılıyor. O tarihte dünyanın en büyük üçüncü köprüsü olarak biliniyor. Birkaç ay sonra bu köprü bir rüzgarda sallana sallana yıkılıyor. ABD ise asma köprü yapmaktan vazgeçmiyor. Yapılan mühendislik hatası araştırılıyor ve sonraki köprü inşaatlarında yapılmamasına çalışılıyor. Basit bir sorum olacak. Eğer Türkiye’de de yapılan köprülerden birisi TacomaNarrows köprüsü gibi yıkılsaydı ne olurdu? Muhtemelen uzun süre yeni köprü inşa edilmezdi. Saman ve şeftali üretimi taraftarları da köprüyü inşa eden mühendis ve mimarları hain ilan ederdi.
Kısaca, Türkiye Cumhuriyeti tarihi incelendiğinde iki kesimin mücadelesi görülmüştür. Bir tarafta sanayi ve teknoloji taraftarları diğer yanda saman ve şeftali üretimi taraftarları. Türkiye’nin istediği kalkınma hamlelerini gerçekleştirememesinin nedeni de bu mücadele… Batılı ülkelerde böyle bir mücadele yok. Herkes kalkınma için sanayi ve teknoloji yatırımlarının gerekliliğini kabul ediyor. Bizde ise azımsanmayacak bir kesim ileriye gitmemizi engelliyor.