İnsanın tarih sahnesinde yer almasıyla başlayıp günümüze kadar devam edegelen öğrenme faaliyetleriyle ilgili uğraşı hiç bitmemiştir ve bitmeyecektir. Yazılı tarih; bizlere insanda öğrenme ihtiyacının kimi zaman bir merak duygusunun tatmini, kimi zaman kendini diğer insanlardan ya da varlıklardan güçlü kılma, kimi zaman yalnızca bir prestij aracı olarak görme ve çoğu kez de bir ihtiyacın doğmasından kaynaklandığını gösteriyor. En etkili öğrenme de bir ihtiyacın giderilmesine karşılık gelen öğrenmedir. Öyle bir öğrenmedir ki hayatınızın sonuna kadar unutmazsınız bu öğrenmedeki kazanımları. İnsanlığın ve insanın değişimini ve gelişimini dikkatle incelersek öğrenme çok uzun bir süreçtir. Süreç olarak ilk insan Âdem ile Havva’ya kadar gider sanırım. Gelişimini tamamlamış kâmil bir insanın sahip olduğu her bilgide binlerce yıllık bir birikimin olduğu gerçektir. Hiçbir bilgi üç beş yıllık bir örgün eğitimle kazandırılamaz. Ya da bir iki haftalık kurs düzenlenerek insanlara yoktan var edilen ya da yeni keşfedilen bir bilgiyi aktaramazsınız. Bir bilginin bir kişiye kazandırılabilmesi için öncelikle kişide bir hazır bulunuşluk düzeyi bulmanız gerekiyor. Bunun için de alt bilgilere ihtiyacınız olacak. Dolayısıyla öğrenme işi ciddi bir süreçtir ve asla ihmale gelmez.

Gelişmiş ülkelerin eğitime ayırdıkları bütçeye baktığınızda bunu çok rahat görebilirsiniz ki en büyük pay öğrenme faaliyetlerinindir. Dünyada bunun çok örneklerinin olduğunu görebiliriz. Değişik kriterler baz alınarak yapılan bilimsel çalışmalarda ön plana çıkan ülkelere göz attığımızda Avrupa’da Finlandiya örneğini, Uzak Doğu’da Çin , Japonya ve Rusya örneklerine rastlıyoruz. Eğer bir ülkenin eğitime ayırdığı payın artırım oranı silahlanmaya ve terörle mücadeleye ayrılan paydan daha az ise o ülke bir süre sonra teröre teslim olur zaten. Terör ya da diğer yasadışılıklar cehaletten kaynaklanır. İnsanların öğrenme ihtiyaçlarını giderirseniz diğer ihtiyaçlarıyla uğraşmak zorunda kalmazsınız.

Burada benim asıl üzerinde durmak istediğim konu şudur: İnsan yaratılışı itibariyle çok kompleks ve üstün özelliklerle donatılmıştır. Ancak bu özellikler öğrenmeyle hayata geçer ve öğrenmeler olmadan hiçbir kıymeti kalmaz ve ölümle birlikte bu özellikler toprak olur gider. Yaratılış itibariyle üstün özelliklerine rağmen öğrenmeye muhtaç tek canlı varlık da insandır. Çünkü insanın en üstün özelliği düşünmesidir. Kendi kendine öğrenme kabiliyeti ve yeteneğinin olmasıdır. Hiçbir bitkiye nasıl büyümesi, nasıl meyve vermesi ve nasıl neslini sürdürmesi gerektiği öğretilmez. Bir anne kediye yavrularını nasıl besleyeceği öğretilmez. Ya da bir incir ağacının nasıl tatlı bir meyve vereceği konusunda eğitime ihtiyacı yoktur. Çünkü yaratılış ilkelerinde ne varsa o tabiat üzerine hareket ederler ve hiçbir öğrenme faaliyetine ihtiyaç duymazlar. Tüm inanışlarda öğrenme tavsiye edilmiştir. Hatta kutsal kitabımız Kur'an’da da ilk emir okumak yani öğrenme üzerinedir. Tüm dini ritüeller öğrenmekle mümkün kılınır. Onun için peygamberler gönderilmiştir ve insan varlığının öğrenmesi en üst perdeden dile getirilmiştir.

Şöyle bir senaryo yazalım: Bir çocuğu dünyaya gelişinden itibaren anne dahil hiçbir insanla görüştürmeyelim. Ama yaşamsal her ihtiyacını karşılayalım. Tabi ki bu bir senaryo. İnsan haklarına aykırı bir gerçeklik. Gerçek hayatta böyle bir şeyin olması mümkün değil elbette. Bu çocuk belli bir yaşa geldiğinde verilen yaşam desteğini bırakalım. Karşımızda nasıl bir canlı var bakalım? Konuşma

yok. Kavram yok. Bilgi ve deneyim yok. Dolayısıyla düşünemeyen bir varlıkla karşı karşıya kalmaz mıyız? Avantajlı görünen insan dezavantajlı duruma düşmez mi? Diğer canlıların bu hayatı yaşamaları için ihtiyaç duydukları bilgi onların genetiğine işlenmiş ve yeni öğrenmelere gerek kalmadan yaşamlarını sürdürebiliyorlar. Ama insan öyle değil. Kısaca insan öğrenince insan oluyor.