Sabretya Plaketya Oyunumuzdaki Bir Dileğimiz Gerçekleşiyor: Plaket Verme Rezaletine Son

13 Mayıs 2024 tarihinde Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz ile Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, bir türlü normalleşmeyen Türkiye ekonomisini iyileştirmek, enflasyonu tek haneye indirmek amacıyla kamuda biraz geç kalmış tasarruf tedbirleri paketini bir basın toplantısıyla halka açıkladılar. Çerçeve tasarruf paketinin bir maddesinde plaket ile eşantiyon adı altında takvim, anahtarlık vb.hediyelik eşya tüketimine son verileceği belirtiliyordu. Tüm tedbirleri yerinde bulurken, plaketin vurgulanmasından bir kat daha mutluluk duyduk. Çünkü, bizim yıllardır üzerinde durduğumuz bir ekonomik, sosyal, kültürel sorunumuzdu plaket. 17 Mayıs 2024 tarihinde de tedbir genelgesi Resmî Gazete’de yayımlanıp yürürlüğe girdi.

Plaket alıp vermeyi niçin sorun hâline getirmiştik? Rengârenk kadife, saten kumaşla kaplı, ahşap veya mukavva kutusu, genellikle pirinç, pirinç altın gümüş karışımı ana metal levhası, üç ayaklı arkalığı ile başlı başına bir sanat dalı oluvermişti plaketçilik. Plaketlerin büyüklüğü, hammaddesi, kutusunun kalitesi, alan veren kişinin makamına, ünvanına göre değişiyordu. Bazı kuruluşlar, amblemlerini taşıyan özel plaketler üretmişlerdi. TDK, plaket karşılığı “onurluk” kelimesini kullanıma sunmuştu. Plaketlerin çok azı ödül şeklinde düzenleniyordu. Ödüllerin tasarımı ayrı bir daldı. Plaketlerin, onurlukların üzerinde yazılanlar genellikle aynıydı. Etkinliği düzenleyen kuruluş, etkinliğin adı, verilen kişinin adı, katılımdan/teşriften/maddi veya manevi katkıdan/verdiği hizmetten/görevini başarıyla yerine getirdiğinden dolayı teşekkür, ilgili kuruluş yöneticisinin adı, imzası. Şayet son 40 yılın içinde yolunuz bir şekilde Okul Müdürü, Belediye Başkanı başta olmak üzere Vali, İl Müdürü veya Müdür/Müdür Yrd., özel sektör CEO, genel müdür, STK yöneticisi odasına düştüyse raflar dolusu plaket bulunduğunu gayet iyi bilirsiniz. Bu yüzden, bir görevden ayrılan veya başka bir göreve getirilen yöneticinin en önemli işi plaketlerini toparlayıp yeni yerlerine yerleştirmektir. Bir de ağır olurlar ki mübarekler! KTB HAGEM Genel Müdürü iken 1 Nisan 1998 tarihinde emekliye ayrıldığımızda şahsi eşyalarımızı toplarlayıp 3+1 evimize getirdiğimizde en büyük sorun plaketlere yer bulmak olmuştu. Kitapları tercih edip plaketlerin çoğunu yok etmiştik.

Yaşadığımız devlet hizmeti tecrübesine göre, Türkiye’de plaket alıp vermenin yozlaşması, 12 Eylül 1980 Darbesi sonrasına rastlar. 1980-1984 arasında Daire Başkanlığı, 1988 yazına kadar da Genel Müdür Yardımcısı ünvanıyla KB/KTB’de üst düzey görevlerde bulunduk. Üst düzey Bakanlık görevlerine (Müsteşar, Müs. Yrd., Genel Sekreter gibi) emekli general, subaylar atanmıştı. TSK’de genellikle devletin bekâsını ilgilendiren olaylar yaşandığından, tarihe iz düşmek amacıyla o olayın yaratıcılarına şilt verilir. Şilt, madalya ve diğer ödüller hep yönetmeliğe, kanuna bağlanmıştır. Herhangi bir yozlaşma, abartma söz konusu olamaz. İsrafa da yol açmazdı. Bakanlıklarda görev alan emekli subaylar (Bakan olanlar da vardı), ordudaki şilt geleneğini plaket verme olarak sürdürdüler. Özel sektör ve STK’ler de hemencecik benimsediler. Her Bakanlıkta her gün en az on kadar önemli olay yaşanır. Bakan ve bazı yöneticiler, ayrıca görev alanlarındaki özel sektör ve STK faaliyetlerine de katılmak zorundadırlar. Hâl böyle olunca, her akşam vali, müsteşar, genel müdür, daire başkanı vb. görevlerde bulunanların odasına plaketler dolar; “Katılımınızdan/teşrifinizden/ katkılarınızdan dolayı teşekkür ederiz.” şeklinde biten cümleler yazılı.

1988 yılı yaz başında Genel Müdür Yardımcılığı görevinden kendi isteğimizle ayrılıp Ankara Devlet Türk Halk Müziği Korosu Uzmanlığına atandım. Sanat çalışmalarına ağırlık vermeyi kararlaştırdım. Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğünde çok sayıda sanatçı ile tanışmış; sanatın değerini, önemini daha iyi anlamıştım. Şiir, öykü yazmayı uzun zamandır bırakmıştım... Radyo oyunları yazarak sanata döndüm. Bu arada, ne zamandır kafamı kurcalayan plaket ve onunla yakından ilgili ödül verme çılgınlığını hicvetmek amacıyla bir oyun yazmaya başladım. 1988 sonuna doğru tamamladığım bu 2 bölümlük, Sabretya Plaketya adlı kara güldürü türündeki oyunu devlet memuru olduğum için yayımlamaya çekindim. Bu sebeple de Türkiye’de değil Sabretya diye uydurma bir ülkede yaşanmış şeklinde kurguladım. Türkiye 1988’de askerî vesayet dönemindeydi. Eleştiriye tahammül azdı. Oyunu, ancak bazı eklemelerle 2002 yılında yayımlayabildim. O yıllarda şahsi yayın yapılabiliyordu. 500 adet basılan, çoğu parasız dağıtılan kitabın künyesi şöyledir: Nail Tan; Sabretya Plaketya, Ankara 2002, 79 s.

İlk oyun yazarlığna Ankara Radyosu, TRT için radyo oyunları yazarak başlamıştım. Üçpınar Köyünün Sırları (Arkası Yarın) 1988, Sepetçioğlu Osman Efe 1989, Bir Bulut Yakalayalım (Çocuk Oyunu) 1989 ve Vasiyet (Arkası Yarın) 1990 yılında Ankara Radyosunda seslendirilip yayımlandı. İyi bir telif ücreti ödediler. Daha sonra büyükler, yetişkinler için sahnelenmek üzere Böyle Daha Güzel (1999) ve Sepetçioğlu Osman Efe (Sabahattin Engin’le, 2001) oyunlarını yazıp kitap olarak bastırdım. Ayrıca, üç Karagöz oyunu yazıp yayımladım.

Sabretya Plaketya’nın Ön Söz’ü (s.5-6) yazılış amacı ve özelliklerini kavramak açısından mutlaka okunmalı. Bazı bölümlerini aktarmak suretiyle okuyucuya yardımcı olmak istiyoruz:

 “Bu oyun, plaket rezaletinin diz boyunu aştığı, ödül düzeninin iyice yozlaştığı bir dönemde Sabretya Plaketya adıyla 1988 yılında yazıldı. O yıllarda radyo oyunlarım seslendiriliyordu Ankara Radyosunda. Devlet memuruydum. Devletin, vakıfların, derneklerin ödül ve plaket rezaletini sergileyen oyunumu ne yayımlayabildim ne de kimselere okutabildim. Sadece Dr. Mehmet Önder  (Kültür Bakanlığı eski müsteşarı) okudu. Çok beğendiğini söyledi. Daha sonra Kastamonu’dan mahalle arkadaşım, tiyatro oyuncusu ve yönetmen Hadi Çaman’a bir kopyasını gönderdim, görüşlerini almak için. Konusunu çok ilgi çekici buldu, ancak sahne için kısa olduğunu belirtti. Yeni sahnelerle zenginleştirilmesi, müzikal olabilmesi için de bazı sahnelere manzum bölümler eklenmesi gerektiğni bildirdi.

1998 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığındaki görevimden emekliye ayrıldıktan sonra bir yandan araştırma kitaplarımı tamamlarken bir yandan da edebî eserlerimi bastırmaya başladım. Bu çerçevede, Sabretya Plaketya adlı oyunumu da ele aldım [2001’de Plâketya şeklinde yazılıyordu].

1988’den bu yana Türkiye’deki ödül, plaket verme olayında hiçbir olumlu gelişme olmadığı gibi, daha da yozlaştırıldı. Bu gerçekten yola çıkarak, oyunumu yeni sahneler ekleyerek genişlettim, ayrıca güncelleştirdim.

Sabretya Türkiye’dir veya değildir. Güzel, olumlu işler yapanlar için Sabretya’dır. Kötü, olumsuz işler yapanlar; adaletsizliği, niteliksizliği savunanlar içinse Türkiye’dir. Oyundaki tiplerin hiçbiri yaşamamıştır, ancak çevrenizde gördüğünüz herkesten bir parça vardır kişiliklerinde. Amacımız, tüm olumlu değerlerin yaşandığı bir Türkiye’dir. Olumsuzlukları, acımasızca eleştirerek yeni nesillere daha güzel bir Türkiye hazırlamaktır.”

Oyunda; siyasetçi, Bakan, Vali, Belediye Başkanı, holding yöneticisi, müdür, tüccar, TV sunucusu, gazeteci, yazar, sanatçı, STK yöneticisi, seyyar satıcı, halk herkesin temsilcileri bulunmaktadır. Çünkü, göbeğinden, ucundan, kenarından bir yerinden mutlaka plâketle tanışmış, hatta akraba olmuştur. Normal görevini yapan kamu veya özel sektör, STK yöneticisine, memur, işçisine teşekkür için niçin bu kadar masraf, tantana yapılıyordu? Anlamak mümkün değildi. Bir il, ilçe festivalini düşünün. Ne kadar çok misafir ve görevliye plaket verilecektir?

Başta Sayın Cumhurbaşkanımız olmak üzere tasarruf tedbirlerini alan devlet yöneticilerimizi kutlar, başarılar dilerken tarihimizden bir tasarruf olayına da işaret etmek isteriz. Olay, Tarihçi Yılmaz Öztuna’nın 1985 yılında İstanbul’da basılan Türk Tarihinden Yapraklar adlı kitabından naklen Kültür Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğünce 1996 yılında yayımlanan Vatan Millet ve Bayrak Sevgisi (haz. Mehmet Özel) adlı kitabın Tarihimizde Unutulmaz Olaylar bölümünde “III. Selim’in Vatanseverliği” başlığıyla yer almıştır (s.41). Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in emriyle Türk çocuk ve gençleri için hazırlattırılan bu kitabın geniş hazırlayıcı alt grubunda biz de görev almıştık. Hayatımın en övündüğüm işlerinden biridir. Olayı kısaca nakledelim:

 “ III. Selim tahta geçtiği zaman hazineyi tamtakır bulmuştu. Padişah, Sadaret Kaymakamı Salih Paşa’ya gönderdiği hatt-ı hümâyunda şöyle diyordu:

‘Devletin gelirinin masrafından az oluşu, buna karşılık etrafı saran sefahat sizin de hepinizin de malumudur. Eğer bana kuru ekmeğe râzı ol derseniz ben râzıyım.’ Devlet elden gidiyor. Allah aşkına alınacak tedbirleri söyleyin. Sizler hepiniz, bu devlette hisse sahibi, mesuliyet sahibi değil misiniz?”

Depremler, doğal afetler, Irak-Suriye terör ağı vb. nedenlerin ağırlaştırdığı enflasyon krizini ancak devletin, halkın, işçi ve işverenin sabır ve iş birliği içinde çözdüğünü görmek en büyük dileğimizdir. Bunun da tüm ellerin taşın altına sokulmasıyla mümkün olduğunu en iyi yöneticilerimiz, siyasetçilerimiz bilmektedir.

Bir diğer konu, devletin aslında halkın, milletin parasını hizmetler için harcarken sadece enflasyon, ekonomik kriz, savaş zamanlarında değil her zaman tasarruflu davranmak gerektiğinin bir devlete hizmet ilkesi olduğunun kavranmasıdır. 1970-1982 yılları arasında Ankara’da MEB ve KB Merkez teşkilatında yönetici olarak çalıştığım ilk yılları hatırlıyorum. Üst düzey yöneticilerin ek ödemeleri yoktu. Sadece 1-4 dereceden maaş alırlardı. Makam sayısı çok azdı. Sadece müsteşarın 15-20 yıllık bir makam aracı vardı. Servis, öğle yemeği yoktu. Belediye otobüsüyle gelip giderdik. Kültür Bakanlığının Saraçoğlu Mahallesinde 7 kadar lojmanı vardı. Üst düzey yöneticiler için. Tek ayrıcalık buydu. Demek ki, bugünkü Bakanlık yöneticilerine göre üst düzey değil, alt düzey memuru bile değilmişiz. Hiç pişman değilim. Milletvekilleri dâhil tüm görevliler aynı şartlarda yaşadıkları ve maaşları da yettiği için herkes hayatından memnundu.  

Tasarruf ve Verimlilik Tedbirleri kapsamında değerlendirilmemesi gereken dış ve iç güvenlik, terör, savunma sanayisi, deprem, doğal afetler, sağlık harcamalarında gereken hassasiyetin gösterileceği, gereksiz kısıtlamalar yapılmayacağı da pakette yer almıştır. Çok yerindedir. İnsan hayatı denilinde akan sular durur. Dikkat edilmesi gereken en önmeli husus, büyük kesim sıkıntı yaşarken küçük bir devlet sınıfının lüks içinde halka  caka satmamasıdır.

Not: İşleri durma noktasına gelecek plaketçi esnafı, sanat ve teknolojik deneyimini hızla yeni alanlara (ambalaj sanayisi gibi) kaydırabilir.