1920 yılının Ekim ayı içersinde Garp (Batı) Cephesi Kurmay Başkanı İsmet (İnönü) Paşa, Maarif Vekili (Milli Eğitim bakanı) Rıza Nur ile ardından da Orta Öğretim Müdürü Kazım Nami (Duru) Bey ile bir görüşme gerçekleştirir. Görüşmeler neticesinde; askerlerimizi millî heyecanla coşturacak, milletimizin tarihine ve milli duygularına tercüman olacak bir milli marş için yarışma düzenlenmesine karar verilir.

Kastamonu Açıksöz ve Kastamonu Vilayet gazetelerinde de İstiklal Marşı Yarışması ilanı birkaç kez yayınlanır.

Bu ilan şu şekildedir;

Şairlerimizin nazar-ı Dikkatine

Milletimizin dahili ve harici İstiklal uğruna girişmiş olduğu mücadelatı ifade ve terennüm için bir İstiklal Marşı. Umur-u Maarif Vekaleti Celilesi’ nce müsabakaya va’z edilmiştir.İşbu müsabaka, 23 Kanun-u evvel sene 36 tarihine kadar olup bir heyeti edebiye tarafından,gönderilen eserlerden intihap olunacak ve kabul edilen eserin güftesi için beş yüz lira mükafat verilecektir.

Ve yine laakal beş yüz lira tahsis edilecek olan beste için bilahare ayrıca bir müsabaka açılacaktır. Bütün müracaatlar Ankara’ da Büyük Millet Meclisi Maarif Vekaletine yapılacaktır.

Bu yarışma konusunda bilgi verilmek üzere şairlere mektup, okullara da genelge gönderilmiştir. Yarışma için belirlenen son katılım tarihi 23 Aralık 1920’dir. Bu tarihe kadar yarışmaya 700’den fazla eser katılır.

Yarışma ilanı gazetelerde boy göstermeye başladığı günlerde Kastamonu’da bulunan Akif, 24 Aralık 1920 tarihinde Kastamonu’dan ayrılarak Ankara’ya hareket eder. Akif Ankara’ya ulaştığında İstiklal Marşı Yarışması’nın katılım süresi de dolmuş ve yarışmaya 700’den fazla eser katılmıştır. (Bazı kaynaklarda 724 eserin katıldığı söylense de kesin rakam belli değildir.)

Kendisi de bir şair ve şiir meraklısı olan Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey ve değerlendirme komisyonu gelen şiirlerin hiçbirisini beğenmez. Hemen hemen herkesin beklediği aslında Akif’in bu yarışmaya katılmış olmasıdır. Ancak Akif ilgisiz kalmıştır.

Gelen şiirlerin de Milli Marş ruhunu terennüm edecek seviyede olmaması üzerine Akif’in bu şiiri yazması için yakın dostları ricada bulunmaya başlar.

Ancak Akif, hem Milli bir dava ve vazife olarak gördüğü İstiklal Marşı yazma işinin para karşılığı yapılması hem de bir yarışma olması sebebiyle gelen ricaları geri çevirir. Çekincelerini de aktarır bu arada.

Hasan Basri (Çantay) Bey tarafından, Akif’in İstiklal Marşı yarışmasına neden katılmadığı Hamdullah Suphi Bey’e aktarılır. Bunun üzerine Hamdullah Suphi Bey, Akif’e 5 Şubat 1921 tarihinde şu mektubu yazar;

“Pek aziz muhterem efendim, İstiklal Marşı için açılan müsabakaya iştirak buyurmamalarındaki sebebin izalesi için pek çok tedbirler vardır. Zat-ı üstadenelerinin matlup şiiri vücuda getirmeleri, maksadın husulü için son çare olarak kalmıştır. Asil endişenizin icap ettirdiği ne varsa hepsini yaparız. Memleketi bu müessir telkin ve tehyiç vasıtasından mahrum bırakmamanızı rica ve bu vesile ile en derin hürmet ve muhabbetimi arz ve tekrar eylerim efendim.”

 

Sadeleştirilmiş olarak;

“Pek aziz ve muhterem efendim, İstiklâl Marşı için açılan yarışmaya katılmamanızdaki sebebin giderilmesi için pek çok tedbirler vardır. Amacımıza ulaşmamız için yüce üstat kişiliğinizin istenen şiiri yazması, son çare olarak kalmıştır. Asaletli endişenizin gerektirdiği ne varsa hepsini yaparız. Memleketi bu etkili telkin ve heyecanlandırma vasıtasından mahrum bırakmamanızı rica ve bu vesile ile en derin hürmet ve muhabbetimi arz ve tekrar ederim efendim.” demektedir Hamdullah Suphi Bey.

Bu mektupta özellikle dikkat çeken ifade “Zat-ı üstadenelerinin matlup şiiri vücuda getirmeleri, maksadın husulü için son çare olarak kalmıştır.” cümlesidir. Buradan açıkça anlaşılmaktadır ki; Akif, yarışmaya katılmamış, İstiklal Marşı’nı gelen ısrarlar üzerine yazmıştır.

Balıkesir Mebusu Hasan Basri Bey, Hamdullah Suphi Bey’ in mektubunun da büyük etkisiyle Akif’i İstiklal Marşı yazmaya ikna eder.

Akif İstiklal Marşı’nı yazmaya öylesine dalmıştır ki, iki gün boyunca bedeni bu dünyada ruhu ve aklı İstiklal Marşı ikliminde dolaşmıştır. Hasan Basri Bey, Eşref Edip (Fergan) Bey, Konya Mebusu Hafız Bekir Efendi ve oğlu Emin (Ersoy) Bey başta olmak üzere birçok kişi Akif’in bu istiğrak haline şahit olmuştur.

Mesela, Hasan Basri Bey, mecliste yan yana oturduğu sıra arkadaşıdır. Meclis görüşmelerinin başlamasıyla kaleme kağıda sarılan Akif, bazen gürültü, kavga, tartışma ortamının yaşandığı görüşmeler esnasında şiire odaklanmışken, oturumun sona ermesiyle birlikte bir rüyadan uyanırcasına gömüldüğü sıradan doğrulup bu dünyaya dönüyordu.

Hakimiyet-i Milliye gazetesi bürosuna gitti zaman, sandalyesine oturup masanın üzerine kağıt kalemi serdiği anda bu dünyadan ayrılıyor belli bir süre sonra uykudan uyanmışçasına tekrar bu dünyaya dönüyordu ki Nizamettin Nazif bu istiğrak halinin şahitlerinden birisidir.

Ama en önemlisi Konya mebusu Hafız Bekir Efendi’nin şahit olduğu hadisedir. Bu olayı Korkma adlı Belgesel Roman aynen şu şekilde ele alıyor:

Meclis oturumu tamamlanıp herkes gitmeye başladığında, Hasan Basri’nin ikazıyla kendi aleminden dünyaya döndü. Meclis binasından çıktı. Dış kapıyı geçtiğinde geri dönüp ana giriş kapısının iki tarafındaki gönderde nazlı nazlı dalgalanan bayrağa baktı. İstiklalin, şehadetin, ilay-ı Kelimetullah’ın, temizliğin, saflığın, kahramanlığın, vatanın bir arada bulunduğu ay yıldızlı al bayrağı süzdü Mecun’un Leyla’sına baktığı gözle. Tacettin dergahına vardığında, doğruca odasına geçti. Soğuk kış günlerinde, sıcak soba başını mesken tutan bir kedi misali, odasında bir köşeye sindi. Elinde kağıt kalem, aklında istiklalin marşı, yüreğinde baharı bekleyen bülbülün aydınlık yarınlar umudu ile tekrar kendi dünyasının kapısını araladı.

Dergahın diğer sakinleri, Akif’in bu haline bir anlam vermeye çalışıyorlardı ki, Hasan Basri Bey’in “istiklal marşını yazmaya başladı” demesiyle hem rahatladılar hem de sevindiler. Çünkü herkes bu marşı yazabilecek tek kişinin Akif olduğunun farkındaydı. O gece kimseyle tek kelime etmedi Akif. Tacettin dergahı’nın üçüncü odasında, odanın bir kenarında tefekküre dalmış vaziyette elindeki kağıda sürekli bir şeyler karalayıp durdu. Bazen birkaç kelime yazıyor, uzun uzun yazdığı kelimelere bakıyordu. Sanki onlarla konuşuyordu. Sonra “olmadı” diyerek üstünü karalıyor, yeniden yazıyor, yeniden karalıyordu.

O gecenin sabahında, sabah namazı için kalkan Konya milletvekili Hafız Bekir Efendi, Akif’in yattığı odanın önünden geçerken bir hareketlenme fark etti. Akif, elindeki çakıyla duvarı kazıyordu. Öksürerek kapıyı tıkladı ve içeri girdi.

-                     Hayır ola Üstadım, ne yapıyorsunuz?

Akif, Hafız Bekir Efendi seslenince farketti geldiğini ve gözleri ışıldayarak;

-                     Sorma Bekir Efendi! Gece yattım, bir aralık uyuyor muydum yoksa uyanık mıydım bilmiyorum, aklıma bu satırlar geldi. Yataktan kalktım, rahlenin üstüne baktım. Kağıt, kalemim kaldırılmış. Aklımdan uçup gitmeden not almak için ocaktaki kömür parçasıyla buraya karalamıştım. Eşref Bey sağolsun, kalem kağıdı rafa koymuş. Şimdi temize geçtim de, onu karalıyorum, diye cevap verdi.

Hafız Bekir Efendi, duvarda kazınmayan kısımlarda;

……… ……… ……. Hür yaşadım ……. …….

Hangi çılgın ………. ……… …….. …….

….. Gibiyim bendimi ….. ….. ….. …..

Yırtarım dağları …… ….. …..

Kelimelerini okuyabildi.”

7 Şubat 1921 tarihinde yazılması tamamlanan Marş, 17 Şubat 1921’de Sebilürreşad Dergisi’nde, 21 Şubat 1921 tarihinde de Kastamonu Açıksöz Gazetesi’nde yayınlandı. 12 Mart 1921 tarihli meclis oturumunda kabul edildikten sonra da 21 Mart 1921 tarihli Ceride-i Resmiye’de (Resmi Gazete) yayınlandı.

Sonuç olarak Akif’in İstiklal Marşı’nı bir istiğrak halinde yazdığı ve en azından bir kıtasını (Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım mısrasıyla başlayan üçüncü kıta) rüyadan uyanarak yazdığı şahitleriyle kesinlik kazanmaktadır.

Mehmet Akif’e minnet, özlem ve saygıyla…