Hani göç diye aklım sıra birkaç satır bir şeyler yazmıştım.

“Orman köylüsü neden köylerini terk etti?” sorusuna cevaplar aramıştım.

Baş sorumlu olarak ormancı baskısını göstermiştim.

Orman köylüsünün çilesi bitmemiş anlaşılan. Büyük şehirlere kaçırıp oralarda telef olmasını istiyorlar. Köylerde kalan  üç beş  kişi hala büyük sorun. Yolunu, elektriğini açık tutacaksın, sağlık hizmetini ulaştıracaksın, onca masrafa girip bir kaç oy için dere tepe dolaşacaksın.

Zor iş masa başında oturup ülke meselelerine kafa yormak, ilgili kanunları çıkarmak.

Bu adam yine ne sayıklıyor demeyin. Yeni çıkan orman kanunundan bahsediyorum. Ulusal kanallarda çıkan haberlerde dinledim, ceza üstüne ceza... Yahu kardeşim, ormanı bilerek yakana cezanın en büyüğünü verin. Ormanı rant için katledene darağaçları kurun, amenna.

Lakin orman köylüsünün içinde yaşadığı hareket alanındaki küçük kabahatler mahkemelik olmasın, köylüyü mahkeme kapılarında süründürmeyin. Kıt kanaat geçimini sağladığı orman gelirlerini affı olmayan hapis ve para cezaları ile boğazına dizmeyin. Kanunu, kendi hakimiyet alanınında krallığını ilan eden orman muhafaza memurlarının insafına bırakıp, orman köylüsünü ezdirmeyin. Nasıl, yalvarır gibi dileklerde bulunuyorum, değil mi? Aynen öyle yalvarıyorum, orman köylüsünü rahat bırakın.

Bu orman kanunlarının bir diğer mağdurları da madenciler.

Ülke ekonomisinin olmazsa olmazı hatta lokomotifi sayılan madencilik sektörü de bu orman kanunları ile başı belada. Araştırmadım ama orman ilan edilen sahalarda madencilik yapan bir çok işletmeci mahkeme mahkeme koşup paçayı kurtarma derdine düşmüş durumda. Ben yakın çevremden biliyorum. Olur olmaz suçlamalar vay efendim sınır aşımı yaptın, yola çıkışın yanlış, kotayı aştın vesaire bir sürü ipe sapa gelmez sözde görev aşkı faaliyetleri.

Küçümsedikleri taş ocaklarının ne kadar önemli bir sektör olduğunu daha yeni yaşadığımız asrın felaketi olarak nitelendirilen depremde gördünüz. Beton agregasının olmazsa olmazı kırma taştır. Betona en iyi mukavemet kırma taş ile yapılan çimento harçları ile sağlanır.

Mermerciler gibi yarı mamül ham madde üreticileri, metalik maden ocakları, endüstriyel hammadde ocakları ve diğerleri kanunun gerçek mağdurları. Birde orman kiraları var ki sormayın.

Yani lafın kısası orman kanunları bu hali ile orman köylüsüne kaçın, madenciye defolun diyor.

Umarım aklı selim hakim olur, deprem kabusundan kurtulmak için güvenli yaşam alanları arayan, terkettikleri köylerine geri dönmek isteyen insanların lehine bu kanunlar yeniden düzenlenir.

Depremlerde bu kadar can ve mal kaybına neden olan şehir yerleşimleri bu sayede verilecek teşvik ile bir nebze olsun seyreltilerek daha güvenli hale getirilir.

ÇANAKKALE GEÇİLEMEDİ İSE...

Gelmiş geçmiş en büyük can kayıplarının olduğu Çanakkale savaşında nedense Kastamonu'nun adı taa Yeni Zelanda gibi dünyanın öteki ucundan gelip ülkemize göz diken Anzaklı kadar geçmez. Eğer Çanakkale geçilmedi ise Kastamonu kuşağının katkısı da yaktığı türkünün namı kadar büyüktür. Çanakkale gazisi Hasan amca anlatıyordu hasta ayağında her seferinde ağlayarak..

“Bizim bölük de Kastamonu uşağı, Çankırı uşağı çoktu. Süngü tak diye emir geldi, taktık. Allah Allah diye hücuma geçtik. Yandım Allah diyen önümde devriliyordu. Omuzumdan kocaman bir elin beni itmesiyle şehitlerin arasına yuvarlanıverdim. Şehit olup üstüme düşen askerlerimizin ağırlığından toparlanıp ayağa kalkamadım. Bir ara nefessiz bile kaldım” diye anlatırdı.

Hıçkıra hıçkıra ağlayarak anlattığı da oluyordu.

“Düşmanın içinde çok Müslüman vardı. Vakit namazlarına bizden biri ezan okur, iki mevzi arkasında ayrı cemaatler olup namaz kılardık. Conk bayırı diye bir yamacın eteğinde küçük bir dere vardı. Abdest almaya oraya inerdik.”

Lafın burasında hıçkırıklara boğuluyor, kızı Hafize teyze bir bardak su verip sakinleştirmeye çalışıyordu.

“Dereden kan akıyordu. Kan ile abdest alınır mı? Alınmaz tabi...”

Siz hiç kan akan dere gördünüz mü?  Allah ülkemizde bir daha kan akan dereleri göstermesin.