DELİL: 15.12.2023

Prof. Dr. Burhan BALTACI

Kastamonu’da Kastamonulu Olmak
 

Çok şefkatli pek merhametli Allah’ın adıyla başlıyorum.

Değerli okurlarım,

İki hafta önce Kastamonu İlahiyat’ın kuruluş sürecini anlatmıştım. “Yazının devamı gelecek” demiştim. Şehrin çeşitli dinamikleri başta olmak üzere dost ve arkadaş çevrelerinden telefonla, yüz yüze veya mesajla pek çok geri bildirim aldım. Her birine sonsuz teşekkür ediyorum.

“Yazının devamı gelecek” dediğim için “Hayrola olumsuz bir şey mi oldu?” dediler.

Yazamadım, çünkü şu anda hafifleyen ama iki hafta önce oldukça sıkıntı verici bir rahatsızlık geçirdim. Hareket kabiliyetimi sınırlandıran fıtık teşhisi konulan bir rahatsızlık. Cem YILMAZ’ın o müstehzi tanımlamasıyla “fıtık !”.

Allah herkese sağlık afiyet versin. En hafif bir rahatsızlık bile başa geldiğinde ağır. Allah her bir hastamıza şifa ihsan buyursun. Acilen. 

Yine yazımda ilahiyatla alakalı sorunlarda Sn. Rektör’ün iletişim kanallarının kapalı olduğunu söylemiştim.

Bu yazının ardından, kendisinden daha önce talep ettiğim randevuya cevap geldi. Sorunları kendi lisanımca anlatmaya çalıştım.

Bazı sorunların sorun olma keyfiyeti kabul edilmiyor. Sorunun sorun olduğu kabullenilmeyince çözüm imkânı da bulunmuyor, sanırım.

Kastamonu’da Kastamonulu Olmak

Önce Kastamonu’da Kastamonu dışından bir bürokrat olmaya değinelim.

Kastamonulular misafirperverdir. Erdemlidir. Beylikler döneminden beri önemli bir merkez olmanın verdiği birikimle bürokratına sahip çıkar.

Hatta Kastamonulu olmayan bürokratların epeyce bir kısmı emeklilik sonrası hayatını burada geçirir. Bizler açısından çok güzel hasletler bunlar.

Lakin bir özelliğimiz daha var ki o da bir o kadar yadırganacak düzeyde.

Kastamonu insanı kendi evlatlarına dışarıdan gelenler kadar sahip çıkmaz.

Çünkü Kastamonu, birikimi ve geçmişi ile büyük ama nüfus itibarı ile küçük bir şehirdir. Bu sebeple herkes birbirini tanır ve bilir.

Kendi insanını da çocukluğundan tanır. Mahallede çamurda salya sümük top oynarken görmüştür. Arkadaşları ile kavga ederken ayırmıştır. Çay boyunda gezerken görmüştür. Birlikte duvarlara afiş asmışlardır. Aşır Efendi Hanında çay içerken tartışmıştır. Nasrullah Camiinde veya Hz. Pir Camiinde aynı safta namazda karşılaşmıştır. Düğünde, bayramda, cenazede… illa ki bir yerde karşılaşmıştır.

O sebeple Kastamonulu bürokratın veya çalışanın Kastamonu’da değeri pek bilinmez.

Üniversitede Kastamonulu Olmak

Üniversite üniversal bir alandır. Yerel bir alan değildir. Bu sebeple Kastamonu Üniversitesinde Kastamonulular olsun demem, diyemem. Hatta öğrenci ve öğretim üyesi profili olarak Kastamonulular çoğunlukta olmaya başlarsa üniversite olma hüviyetini bile kaybedebilir. Bunun bilincindeyim.

Bütün bunlara rağmen Kastamonu Üniversitesinde Kastamonulu olmak ikinci sınıf bir kategori olarak da değerlendirilmemelidir. Bu da hak değildir. Kastamonululara reva değildir.

Kimse açıktan söylemese de, şimdiki tabirle “mahallede herkesin bildiği sır” olarak biliniyordu ki, önceki rektör Sn. Seyit AYDIN zamanında böyle bir bakış açısı vardı. Evet, vardı. O zamanın yöneticileri şimdi nerede? Kastamonu’da değiller. İdareden ayrılınca şehirden de ayrıldılar. Hem rektör, hem ilahiyatın dekanı şehirden ayrıldı.

Şimdiki idari gücü kullananların dikkatine sunarım.

Mahkeme kadıya mülk değildir. Bana da değil, size de değil. 

Benzer bir durum hâlâ başka şekillerde Kastamonu Üniversitesinde devam etmektedir. En azından ben bunu azami derecede hissediyorum.

Ben İlahiyat Fakültesinde öğretim üyesiyim. Bir rektör yardımcısının fakültemizde bütün karar mekanizmalarını ele aldığı bir durumla karşı karşıyayız. Bu rektör yardımcısı daha önce görev yaptığı ilahiyattan gelen hocalar başta olmak üzere bir grup akademisyenle; karar mekanizmalarında etkin olmaktadır. Kendisi gücünü elbette rektör yardımcılığından ve rektörden almaktadır. Rektör Hoca bunu kabul etmemekle beraber yaşanan durum budur. Kendileri gibi düşünmeyenlerin her görüşü ve fikri “hayır” cevabı ile karşılanmaktadır.

Bir Fıkra

Eski zamanların birinde ülkemiz basınının amiral gemisi diye nitelendirilen bir gazetenin başlığından bahsedilir. Böyle bir başlık atıldı mı, ben görmedim. Ama çok sık atıf yapıldığı için anlatmak isterim.

Gazetenin başlığı şöyle:

“Plajları (sanırım İstanbul plajlarını) halk doldurdu, vatandaşa yer kalmadı.”

Halk ve vatandaş ayrımı belli bir zaman önce canım Türkiye’min bir kesimin bakış açısı idi. Halk kim? “Sen ve ben”. Vatandaş ise şehrin elitistleri, seçkinci bir grup.

Biz bu günlerin geride kaldığını düşünüyorduk. Ama kalmamış anlaşılan.  

Konumuza dönersek: Diyeceksiniz ki “Hocam, bu fakültenin iç işleyişi.” Ben de biliyorum. Dün böyle sorunlar oluştu da bugün sizlerle paylaşıyor değilim. Beş yıldır benzer sorunlar var. Ama sabrediyorum. Peki, şimdi neden yazıyorum. Artık durum psikolojik ve fiziksel sağlığımı zorlamaya başladığı için ben de yazmaya karar verdim. Rahatlamak için yazıyorum.

Böyle bir ayrımcılığa 28 Şubat sürecinde tanık olmuştum. O günlerde ilahiyatlar ve ilahiyatçılar dışlanırdı.

Ruh halim itibarıyla, 28 Şubat sürecindeki yılları yeniden yaşıyor gibi hissediyorum.

O yıllarda, 28 Şubat sürecinde, ortada görünmeyenler, masanın altına girenler şimdi söz sahibi. O yıllarda dönemin suyuna gidenler, idari görevlerde bulunup zulme karşı söz söyleyemeyenler şimdi yine idari görevlerde.

Ne kadar ilginç değil mi.

Diyeceksiniz ki, “kim” onlar. Her şeyi ben mi söyleyeyim. Biraz da siz bakın. Elinizde internet.

Sivil Toplum

Bu noktada sivil topluma da sitem etmek istiyorum. Belki başka bir yazıda yazacaktım ama artık yoruldum. Bu konuda başka yazı yazmam diye düşünüyorum. O sebeple sivil toplum olarak kendini nitelendiren ama üyelerinin haklarını korumak ve sitemleri ile ilgilenmek yerine siyasetçi ve bürokratlarla fotoğraf çektirmeyi plaket vermeyi matah bir şey sayan; onlara yakın olmayı önemli gören sivil toplum. Yeni atanan bir bürokrat veya siyasetçiyi ziyarette hemen plaket veriliyor. Kardeşim, arkadaş daha yeni atanmış, hiçbir hizmet vermemiş, ne maksatla plaket veriyorsun, diyen yok.

Kastamonulunun oyları ile siyaset yapanlar kendi insanını umursamaz. Üyesi olduğum sendika ve sivil toplum kuruluşları ile destek istediklerinde hiçbir zaman hayır demediğim sivil toplum da bunlara dâhildir. Kendi insanına sahip çıkmayan kuruluşlara dahildir. Bu satırlara isimlerini yazmıştım, yaptıkları güzel işler aklıma geldi, isimlerini sildim. Onlar kendilerini çok iyi biliyorlar.

Anlatmazsan biz nereden bilelim, diyecekler. Biz anlatmaya alışmamışız.

Benim çok da önemli bir sıkıntım yok, kardeşim. Siz böyle bilin. Ben haksızlığa karşıyım.

Siz plaket alıp vermeye, fotoğraf çektirmeye devam edin.

Ben mücadelemi yürütürüm, doğru bildiğim yolda yürürüm.

Her şeye rağmen. Her şarta rağmen.

Daha önce de yazdım.

ÖZ VATANIMDA GARİP OLABİLİRİM AMA ÖZ YURDUMDA PARYA OLMAM.

Sağlıcakla kalın.