Kastamonu’nun ekonomik kalkınma ve sosyal gelişmeye dair akran diğer illere nazaran “umutvar” bakiyesi vardı Osmanlı devrinde, Cumhuriyet ile birlikte daha da üstüne konması beklenecekken mevcut birikimin, peyderpey eksiye döndü bilanço…
Ekonomisiyle de sosyal hayatıyla da daha fenası umuduyla da eksildi, eksildi, eksildi Kastamonu.
Ekonominin haznesi boşaldıkça sosyal hayatın da ışıkları sönme yolunu tuttu…
Mum ışığına “fit” hale geldi Kastamonu zaman içinde.
Fikri geliştiren üretim ilişkileridir…
Çakıldığı için üretim, ne fikir kaldı, ne zihin.
Kastamonu’nun 1927 yılı nüfusu “336 bin 501”…
“63” il içinde nüfus olarak Kastamonu 8’inci sırada o vakit.
Önümüzdeki iller sırasıyla…
“İstanbul, İzmir, Konya, Balıkesir, Ankara, Bursa, Manisa”.
2024 nüfusu “381 bin 991”…
Günümüzde kaçıncı sıradayız?
Koşuda ilk grup atletler kümesindeyken nüfusça…
Kastamonu niçin geri(de) kaldı?
(Sorunun cevabının katmerli kısmı elbette ekonomi yarışında geri kalması ile verilmeli…
Türkiye Cumhuriyeti’nin sanayileşme yolculuğunda istasyonlardan biri olamadı Kastamonu.
Nasıl mı?...
Şevket Süreyya Aydemir’den okuyalım.
Şevket Süreyya Aydemir’in Milliyet gazetesinin 1970’li yıllar boyunca Pazar günleri yayımladığı “Düşünenlerin Forumu” konuşmalarından bir pasaj…
“1940’larda harp raporlarını hazırlayan komisyonun başkanıydım. O sıralarda İzmir ile İstanbul arasında, körfezlerde ve sahillerde sanayi yoktu. Düşündüğümüz sisteme göre sanayi Anadolu’ya gidecekti. Halbuki daha sonra tam aksini yaptık, şimdi bunun bedelini ödeyeceğiz... Sosyal yapı eksikliği dolayısıyla fabrikalar ve sanayi durmadan birkaç büyük kente yöneliyor. Sosyal görüşlü sanayiciler arasında da bu durum tartışılmaktadır şimdi... İstanbul Sanayi Odası Başkanı Ertuğrul Soysal Milliyet’teki yazılarında ‘Yarın bu yaptıklarımızı yıkmak, bize bugünkünden daha pahalıya mal olacaktır’ diyordu… Yanlış fabrika yeri seçimi, gecekondular ve bir yandan işgücü ile işçi teşekküllerinin genişlemesi öte yandan da işçilerin, ‘Hiçbir hakkımızı geri vermeyiz’ demesi tarım işçisinin de kendiliğinden bu alana girmesi hadisesiyle karşı karşıyayız. Ayrıca, genel sigortaya doğru da gidiyoruz. Bu tezatlar gelişiyor. Patlar fakat çözülmez, bunlar... Ancak büyük bir istihale yapılabilirse çıkış yolu vardır. Ankara 5,5 milyon, İstanbul ise 7,5 milyon nüfuslu bir şehir olacak. Ne demektir bunlar? Rusya’da bile bu kesafeti göremiyoruz; sanayi tamamen dağılmıştır. Köy kuvvetlenmiş, çöller köy olmuştur. Almanya, Amerika’da da öyledir. Köy yıkılmıyor; biz köyü yıkıyoruz. Elli yıl önce bahçeleri yirmi kilometre uzanan Sason’da bugün dal yoktur, ağaç yoktur ve bir aç kitle Antep’e İskenderun’a akar. Türkiye’nin son elli yıllık istihalesinde sulama, orman ve benzeri sorunları da hep gerileme ve depresyon içinde görüyorum.”
Şevket Süreyya Aydemir yarım asır önceden bugünkü vaziyeti görmüş…
Öngörüsünün tamamı gerçekleşmiş durumda.
Marmara merkez olmak üzere batıdaki birkaç koridorda toplandı sanayi…
“Planlamadan” nasibini alamayan iller “iç göç” yolu ile sanayi illerine aktı.
Türkiye’nin en yüksek nüfus artış hızına ulaştığı dönemlerden biri olan 1950-55 arasında Kastamonu nüfusu “binde 9” düştü…
Ki Kastamonu nüfus artışı 1927’den beri hiçbir sayımda Türkiye nüfus artış yüzdesini yakalayamadı, eksilmese de hep ortalamanın altında kaldı, bazı dönemlerdeki nüfus artışı yalancı bahar olarak kaldı.
Sanayinin Anadolu illerine “taşınması” yönünde gerek kalkınma planları yoluyla gerekse hamasi gayret gösteriliyor ancak bu kez de altyapı yola taş koyuyor kimi bölgelerde…
“Liman, demiryolu, karayolu, emek kültürü, terör…”
İlave etmek lazım muhakkak, “emek ücreti cenneti ülkeler” var bir de komşu coğrafyalarımızda, sanayici Anadolu’yu es geçiyor…
Kalkınmada geri(de) kalmış illerin karşısına çıkan yeni engel bu olsa gerek.)
Not: Şevket Süreyya Aydemir’in sözlerinin olduğu bölümü “İdris Küçükömer’le Türkiye Üstüne Tartışmalar” kitabından aldım…
“Türkiye Şimdi Ne Yapmalı?” sorusunun cevabını “Ali Gevgilili” moderatörlüğünde “Yakup Kadri Karaosmanoğlu” (Yazar), “Şevket Süreyya Aydemir” (İktisatçı, yazar), “Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya” (İst. Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi), “Prof. Dr. Mehmet Kaplan” (İst. Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi), “Prof. Dr. İdris Küçükömer” (İst. İktisat Fakültesi Öğretim Üyesi) 3. Düşünenlerin Forumu’nda 11 Kasım 1973’te verdiler.
Prof. Dr. İdris Küçükömer külliyatını “solcu” iddiasındaki her yurttaşın hatmetmesi lazım ki…
“Solcuyum” zannederken “sağcı” bayrağı sallamasın.
Türkiye’nin sosyoekonomik sürecini batı ülkeleri ile bir tutmak en büyük siyasi hata…
Orta Asya’dan günümüze üretim ilişkilerinin izini sürmek lazım ki saflar hakkıyla anlaşılabilsin.
Bülent Ecevit’in Ulus Gazetesi’ndeki 22 Mayıs1969 tarihli açıklaması bu anlamda kıymetli…
“...Bizde oyu pek önemsemeyen, garip bir demokrasi türü bekleyen bazı aydınlarımız vardır. Bir kısım aydınlarımız eski Osmanlı alışkanlığı ile halktan kopmuş insanlardır. Marx Türkiye’de doğsaydı sınır ayırımını proleter ve burjuva diye değil, halk ve aydın diye yapardı. Biz o biçimde aydınlardan ayrılarak gerçek aydın olmaya kararlıyız. Halktan kopmuş ayrı bir sın ıf aydınlarla demokratik devlet idaresi yürütülemez.”
(Bülent Ecevit’in yukarıdaki tespitini “Sivil Toplum Yazıları” kitabında Prof. Dr. İdris Küçükömer şu şekilde değerlendiriyor…
“Gerçekten de, Ecevit’in dediği gibi, Marx Türkiye’de doğsaydı bürokrat (sivil-asker) yöneticilerin halkla ters düşme halinin tarihi süreç içinde oluşmasını açıklamak isteyebilirdi.”)