Araştırmacı ve Yazar Aydın Ayhan Ali Çavuş’un hatıralarına dair bilgiler aktarıyor. Ayhan’ın “Ali Çavuş aslen Kastamonu Cideliydi. Eniştemizdi. Babamın teyzesiyle evliydi. Bir ara hatıralarını anlattırmış yayımlamıştım.” diyerek başladığı yazısı şu şekilde;

ASLEN KASTAMONU CİDELİYDİ

“1315 (1897) doğumluyum. Babam Balkan Savaşında askere alındı. Terhis olup eve geldiğinde ben İstanbul’da Kantarcılarda çalıştığım için babamla görüşemedik. Seferberlik başladığında babam tekrar askere çağrıldı. Çanakkale’ye gönderildi. Bir süre sonra Askerlik Şubesi’nin beni aradığını duyunca Cide’de teslim oldum. Diğer arkadaşlarla İstanbul’a götürüldük. Burada Endaht Mektebinde gece gündüz talim gördük.”

“ALİ HEMŞERİM. BABAN ŞİMDİ SAVAŞANLAR İÇİNDE!” DEDİ

“Çanakkale’ye yollandık. Geride taburumuz ihtiyatla bekletilirken çok sıkı talim yaptırdılar. Bir emirle cepheye intikal ettik. Gürültülerden ileride muharebe olduğu anlaşılıyordu. Hiç durmadan yaralı taşıyorlardı. Bir süre muharebe sırasını beklerken getirilen yaralılardan biri beni tanımış, seslendi, “Ali hemşerim. Baban şimdi savaşanlar içinde!” dedi. Hemen bizde muharebeye koşar adım sürüldük. Türk-İngiliz birbirine kilitlenmiş gibi cenk ediyorlardı. Bizde içlerine daldık. Bir güzel boğuştuk. Akşama doğru harp bitti. Ateşkes yapıldı. Cesetleri toplarken acaba babamı görür müyüm diye çok baktım ama bulamadım. Bir gün süngü hücumunda kaptırmış gitmişim. Etrafımda kimse yok. Bir baktım bir çukurun içinde bir İngiliz başka bir yaralı İngiliz’in yaralarını sarıyor. Süngümü kaldırdım. Şu İngiliz’i sırtından süngüleyeyim dedim. Silahsızdı, sırtı bana dönüktü süngüleyemedim. Öne dönsün diye “Höyt!” dedim. İngiliz döner dönmez ellerini yukarı kaldırdı. Teslim olmuş, ellerini kaldırmıştı. Silahı elinde değildi. Süngüleyemedim işaretle benimle gelmesini söyledim. Çünkü Yüzbaşı ikide bir esir getirmemizi isterdi. İngiliz tam önüme düşüp gelirken yaralı ile bir şeyler konuştular. Anlamadım. İngiliz yüzüme baktı, yavaşça elini indirip arkadaşını gösterdi. Su içiyor gibi yaptı. Matarasını işaret etti. Belli ki yaralı su istiyordu. Başımla peki dedim. İngiliz matarasını çıkardı. Kurşun delmiş içinde su yoktu. Arkadaşını işaret etti. Yavaşça onun matarasını aldı. Onda da su yoktu. Ben mataramı çıkarıp verdim. Gülümseyerek arkadaşına içirdi. Kendi de içti. Mataramı geri verdi. Yaralı İngiliz’e baktım. Yaraları kanıyordu. İkisi de aralarında konuşuyorlardı. Diğer İngiliz ellerini başının üstüne koyup gitmek için beni bekliyordu. Anladım ki vedalaşıyorlardı. Yahu adamlar suyumu içti. Bıraksam yaralı ölecek nasıl ölüme bırakabilirim. İşaretle İngiliz’e yaralı arkadaşını almasını söyledim. Gitmelerini işaret ettim. Önce anlamadı. Bön bön yüzüme baktı. Gene işaret edince birden şaşırdılar. Yaralı İngiliz bir kâğıt çıkarıp bir şey yazdı arkadaşına uzattı. O da kâğıdı süngümün ucuna taktı. Arkadaşını sırtına alırken İngiliz’e yardım ettim. Bana baka baka, gözlerime baka baka kaybolup gittiler. Artık o gözler bana düşman değildiler. Geri döndüm. Olanları Yüzbaşıma anlattım, “İyi yapmışsın. Hiç olmazsa besleyecek bir boğaz eksildi. Ver bakayım kâğıdı.” dedi. Kâğıdı okudu, bana söyledi: İngiliz bir kelime yazmış “Tenku” Teşekkür ederim demekmiş.”

Kastamonu'nun meşhur 'MANEVİ' efsaneleri: ŞEYH HAYREDDİN Kastamonu'nun meşhur 'MANEVİ' efsaneleri: ŞEYH HAYREDDİN

ÇANAKKALE’DE ÖLÜMÜ, ÖLMEYİ HİÇ DÜŞÜNMÜYORDUK

“Çanakkale’de ölümü, ölmeyi hiç düşünmüyorduk. Korkmuyorduk. Sadece bayrağımızı, silahımızı düşmana kaptırırsak diye ödümüz kopuyordu.

Çoğu arkadaşlar öldüğünü bile bilmediler. Bir süngü hücumunda düşmana doğru koşuyoruz. O anda tek işimiz “Allah Allah!” diye bağırmak. Birden yüzüme sıcak sıcak bir şeyler geldi. Fark ettim önümdeki arkadaşın şah damarına kurşun değmiş kanı fışkırıyor. Arkadaş farkında değil “Allah Allah!” diyerek koşuyor. Ama biraz sonra “Allah!” deyip yere kapaklanıverdi. Yapacağım bir şey yoktu. Düşman hemen karşımızdaydı. Üzerinden atlayıp düşmanın üzerine atıldım. Geç vakitlere kadar boğuştuk. İlk süngü yarasını orada kolumdan almıştım."

1978’de Ali Çavuşu bir Çanakkale gezisine götürmüştüm. Özellikle Kanlısırt’a gelince uzun süre artık pek belli olmayan ve sadece birer çukur olarak kalan siperlerde dolaştırdım.

Bir yere geldi ve uzun süre baktı sonra siperin çukuruna oturdu, “İşte biz buradan hücuma geçtik.” Eliyle işaret ederek: “Muharebe buralardaydı. Babam buralarda Şehit oldu.” Dedi ve arkadaşlarını anlatmaya, uzun süre ağlayarak Fatihalar okumaya başladı. Ben de ağlıyordum.

Bir süre sonra siperden çıktı. Biraz daha dolaştıktan sonra geri döndük.

1986’da Ali Çavuş’un küçük oğlu, emekli astsubay Mustafa Ağabeyi de benim rehberliğimde okulun (BTİOYO) bir Çanakkale gezisinde oralara götürdüm.

Öğrenciler kalabalık. Anlattıklarımı ağlayarak can kulaklarıyla dinliyorlardı. Kanlı Sırtlara geldiğimizde Mustafa Ağabeyi o sipere indirdim. Anlatmaya devam ettim. Tam konuya girerken Mustafa Ağabeye döndüm: “Mustafa Abi, baban Ali Çavuş şimdi tam senin bulunduğun yerden hücuma kalkmış. Deden de işte şurada, az ileride Şehit olmuş..!” dedim.

Mustafa Ağabey birden hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.

Ve geziden Balıkesir’e gelinceye kadar sessizce ağlamaya devam etti.

Ali Çavuşun Kurtuluş Savaşı’ndaki hatıralarını da yazdım. Onları da sonra yazacağım.”

Ali Çavuş'un mezarı İvrindi Mezarlığındaki tek anıt mezar. Eşi Emine Teyzem ile birlikte yatıyor.

Açılışında ben de bulunmuş ve bir konuşma da yapmıştım.

Allah rahmet eylesin.

Ali Çavuş (2)

Editör: Ercan Çatal