1991 yılında; Sovyetler Birliğinin dağılması sonucunda açlık, yoksulluk ve çeşitli hastalıklarla mücadele eden Ruslar, çareyi Türkiye'ye göç etmekte bulmuş ve bavullarına eşya doldurarak ülkemize satmaya getirmişlerdi.

Sattıkları; votka, kalpak, matruşka, kap kaçak ve hırdavat türü şeylerdi. Bunları satanlar genellikle şişman ve bakımsız Sovyet kadınlarıydı. Aralarında Rus kadınları olduğu gibi dağılan diğer cumhuriyetlere mensup kadınlarda vardı.

Karadeniz bölgesindeki neredeyse tüm şehirlerimizde Rus pazarları kurulmuştu. O dönemde; Karadeniz  bölgesinin telekomünikasyon projeleri için Samsun Hopa arası adeta mekik dokuyordum. Şahit olduğum bu sosyal trajedi beni derinden etkilemişti.

Ayrıca; o tarihlerde, tüm Karadeniz'de birde Nataşa fırtınası esiyordu. Nataşalar; pazardaki kadınların aksine, son derece güzel, uzun boylu ve bakımlı kadınlardı.

Aslında Nataşa; bizdeki Ayşe Fatma gibi Ruslarda kız çocuklarına çokca verilen bir isim. Bunu Sovyetler birliğinin dağılmasından birkaç yıl sonra bölgeye gittiğimde; orada tanıştığım bir Rus kızının isminin Nataşa olduğunu öğrendiğimde anlamıştım.

Fakat Nataşa dendiğinde bizde hoş olmayan bir genelleme yapılıyor ve farklı bir anlam içeriyordu.

Bu Nataşalar; Karadeniz bölgesinde birçok yuvanın dağılmasına neden oldular. 100 doların hikayesi de işte burada başlıyor. "Sen vermek 100 dolar..." diye başlayan cümlelerin sonunu tahmin etmişsinizdir.

O yıllarda; 100 dolar Ruslar için çok büyük para. Nataşalar rüyalarında bile göremeyecekleri bir serveti bir ay gibi kısa bir sürede kazanmanın şaşkınlığı içersindeydiler. Ülkesinde bir ayda zor kazandığı 100 doları ülkemizde yarım saatte kazanmak onlar için inanılmaz birşeydi.

Kümesteki tavuğunu, damdaki buzağısını satan erkeklerimiz Nataşalara koşuyordu. Sırf bu amaçla küçücük ilçelerde bile koca koca oteller inşa edilmişti.

Ruslarla akrabalığımız işte bu yıllara dayanır. "Ula uşağım evdekiler gari ise bunlar ne, bunlar gari ise bizim evdekiler ne?" sözü o yıllarda söylenmiştir.

100 dolar Ruslar için büyük para dedim ya!  bakın anlatayım;

S.S.C.B dağıldıktan birkaç yıl sonra, Kazakistan'ın Sibirya bölgesine, Custenay şehrine şirketim tarafından görevli olarak gönderilmiştim. Dönüşte, Türkiye'ye her gün uçak olmadığı için Kazakistan'ın Almata şehrinde bir Rus'un evini 5 günlüğüne  kiralamıştım.Ev sahibi o dönem, oranın şartlarına göre çok yüksek bir para istemişti. İstediği rakam 5 gün için 35 dolardı. Bize evi bulan Kazak şoförümüz bu rakamı duyunca büyük tepki göstermişti. Aslında, adamın istediği rakam bize çok küçük gelmişti. Zira Sibirya bölgesinde, Custenay şehrinde yabancı olduğumuz için berbat bir otele 10 günlüğüne adam başı 1000 dolar vermiştik. Sonradan ögrendik ki, otelin geceliği kendi vatandaşlarına bir dolar bile değilmiş. Adamın evi oldukca büyük ve son derece lüks döşenmiş bir daire idi..

Haa, bu arada bizde 100 dolar olan Nataşaların piyasası burada 3/5 dolar kadardı.

O yıllarda;  Kazakistan'da maaşlar 100/200 dolar. Memur ve işçiler 100 dolar alırken bürokrat ve üst düzey memurlar 200 dolar karşılığı Tenge alıyorlardı.

Hallerine çok üzülmüştüm. Kazakistan'da olduğu gibi, dağılan, bağımsızlığını ilan tüm ülkelerde de sefillik ve yokluk hakimdi. Ücretler düşüktü fakat  konut sorunu yoktu. İnsanlar çalıştıkları sürece devletin tahsis ettiği konutlarda oturuyorlar, kira vermiyorlardı. Emekli olduktan sonra da oturmaya devam ediyorlardı. Elektrik, su, doğalgaz bedava idi.

Aradan geçen 25/30 yılda rüzgar nasıl tersine esti değil mi? İçinde bulundukları savaşa rağmen,

acıdığımız o insanlar bizim ülkemizde 5 yıldızlı otellerde tatil yaparken bizim insanımız 200/300 dolarla geçim derdinde. Emeklilerimiz açlık sınırının çok altında maaşlarla dışarıda 1 bardak çay bile içemiyor, ücretsiz tuvalet arıyorlar.