“Dağlarına bahar gelmiş mi memleketimin?”

Ülke gündemimiz seçim/deprem//Ramazan/

Tv/ Haberler, gazeteler, sosyal medya nereye baksam birileri birilerine kendi doğrularının en doğrusu olduğunu anlatıyor.

Gelin bu gündemin bir anlığına olsa dışına çıkalım.

Bahar geldi farkında mısınız? Yeniden doğuş yaşanıyor etrafımızda.

Cahit Sıtkı Tarancı, Bahar Sarhoşluğu şiirinde ne diyordu;
“Yüzümü bulutlara kaldırıp

Dua eder gibi mırıldanıyorum

Kuşlarla, otlarla yıkanıyorum

Rüzgârla, ilkbaharla”

İşte böyle karamsar yüzü gülmeyen haberlerle yatıp, soğuk, sisli ve hafiften yağmurun çiselediği bir sabaha uyanmışım.

Mart ayının ortasındayız

Daha gün aymasa da, kurt, kuş, örtü böcek çoktan uyanmış bile. Saksağanlar ağaçlarda, kuzgunlar göklerde, sokak köpekleri ile kediler çöp bidonlarındaki günlük iaşelerinin peşindeler. Kendisini görmesem bile her sabah sesine aşina olduğum o horoz yine tüm gücüyle ötmeye başlamış.

Yani kısaca değişen bir şey yok. Sıradan bir gün daha başlıyor.

Balkona çıkıp büyük bir nefes alıyorum, her sabah yaptığım gibi ben Ilgaz’a bakarken, sisler arasında bembeyaz bir gelinlikle hayal mi gerçek mi bilemediğim güzelliği ile o da bana bakıyor.

Ilgaz’ım uzaktan sesleniyor bana,
- Nasılsın?

-Memleketim gibiyim diyorum. Bir yanım bahar bahçe, bir yanım kış kıyamet.

Memleketim gibiyim desem de hakikaten bizim memleketin bu sıralarda gündemi çok karışık, bir yanda depremin yaraları sarılmaya çalışılıyor, acıları paylaşarak azaltmaya çalışıyoruz. Öte yandan da yaklaşan bir seçim var.

Oysa ben uzak dağlara bakıyorum hasretle. Ilgaz’ın yaylalarında “Kuşlarla otlarla, ilkbahar yağmurlarında yıkanmayı, rüzgârların saçlarımı şefkatle taramasını, çamların neşeli türküsünü dinlemeyi, üstümden geçen bulutlardan fal tutmak istiyorum.

Dağlarımıza bahar gelmiştir çoktan; Ilgaz’ın Yaralıgöz’ün, ulaşılmaz zirvelerinde kış, kıyamet sürerken, eteklerine bahar gelmiştir bile. Hele gün gören, güneye bakan yerlerinde bahar daha bir başka yaşanıyordur. Coşmuştur toprak, şenlenmiştir ağaçlar.

Sanki “Persephone” yer altındaki o altı aylık hapisliğinden kurtulup yeryüzüne çıkıp annesi Demeter’e kavuşmuştur.

Gören göz ile bakan göz farklıdır derler.

Bunu en iyi Âşık Veysel bilir o anlatır. Gönül gözüyle görmek bambaşka bir şeydir. Bu mevsimde gönül gözüyle bakacak olanlar sadece yeşil bir orman görmez.

Çamların her daim yeşilliği arasında kahverengi lekelerin artık sarıya yeşile çalar olduğunu fark ederler. Hatta daha da dikkatle bakanlar da sapsarı çiçekleriyle aceleci kirenleri, yerde buhur-u Meryem, çiğdem, öksüz oğlanları kardelenleri görebilirler. O küçücük gövdesine dünyanın kokusunu sığdıran “haniftalar” dağ çilekleri çiçek açmıştır. Yayla çiçekleri manişaklar Ilgaz’ın sulak yerlerinde pınar gözelerinde çeşme başlarında açmak için gün değil güneş sayar.

Kışın sonu bahardır elbet, buzlar çözülür, karlar erir topraktan yepyeni bir hayat fışkırır. Bir şiir söylenir tek başına dağlarda yolu olmayan, ne iz ne de göz değmemiş ıssız koyaklarında. Esen yellere emanet edilir, açan çiçeklere, patlayan tomurcuklara. Gönderilir uzaklara, memleket hasretliği çekenlere.

Bahar gelmiş memleketimin dağlarına…
 

Bizim memlekete bahar ilk olarak çiğdemin, kirenin sarısıyla, gelir.

Kastamonu merkezde doğan tepesindeki bademler açar kırmızı beyaz renkleriyle, Yakup ağanın laleleriyle, gülleriyle belediyenin ektiği nergislerin kokularıyla, karaçomak kenarında çay boyunda yağan bahar yağmurlarında yürüyenlerle gelir.

Ağlı’da bahar meydandaki binanın tepesindeki bacaya gelen Tosya da Traktörle keşen çekerken arkasında gezen leyleklerle gelir.

Taşköprü’de ekilen sarımsaklarla, gökırmağın kenarındaki çiçeğe duran meyve ağaçlarıyla, sahil ilçelerimizde köylerimizde ise bağ bahçe yapalım diye büyükşehirlerden akın eden yazlıkçılarla gelir.

Şenpazar valay yolunda coşan kar şelalesiyle, Pınarbaşı Ilıca’da çift oluk değil tek akan ve gümbürtüsü taa uzaktan duyulan şelalesiyle gelir.

Hanönü saray göleti dolup taşmışsa, göç yolundaki balıklar bent üzerinden aşmaya çalışıyorsa, bil ki bahar gelmiştir.

Bahar gelir memleketimizin dağlarına.

Araç yaylaları bir başka güzellikte sunar, kimse bilmese de orada vardır bilinir.

İhsangazi Kızıleller deki yaşlı anıt çam ağacına sorsak bize ömründen kaç bahar geçtiğini /kaç bahar gördüğünü kim bilir neler anlatırdı.

İnsan ömründe göreceği kaç bahar kaldı ki?

Akşam yatıyoruz ertesi gün/hafta/ay yapılacak işler için planlar yapıyoruz.

Ama olmuyor işte. Bir gece yatarken kurduğumuz hayaller rüyalar, planlar sabaha varmadan ömür boyunca değişiyor.

Acılar öyle büyük, yaşananlar öyle trajik ki bunu anlatmaya ne kalem, ne kâğıt yeterli oluyor. Paylaşmakla azalır diyorlar ya acılar. Bizler de gözyaşlarına gözyaşlarımı katıyoruz. Onlarla üşüyüp, onlarla seviniyoruz.

Bu kutsal ay ve mübarek günlerde daha bir içten daha bir empatiyle ellerimizi açıp dua ediyoruz.

Sadece dua değil elimizden geleni de maddi manevi gücümüz nispetinde paylaşıyoruz.

Kişi olarak yapılanlar dışında çalıştığımız kurum olarak da “İl özel idaresi ekipleri” yle ilk günden itibaren deprem bölgesinde yardıma koştu. Halen iş makinelerimiz, kamyonlarımız, teknik elemanlarımız tüm güçleriyle gece gündüz gönüllü olarak çalışıyorlar.

Yaşamak çok güzel…

Şu günlerde herkesin kendine sorması gereken bir soru var.

-Kaç bahar yaşadım ve daha kaç baharım kaldı geride?

Yarın kimseye vaat edilmemişse bugünü yaşayalım. Madem bahar gelmiş memleketimin dağlarına,

 “Kuşlarla otlarla, ilkbahar yağmurlarında yıkanmak, rüzgârların saçlarımı şefkatle taramak, çamların neşeli türküsünü dinlemek, bulutlardan fal tutmak” için çok geç değil.

Yarın çok geç olabilir,

Haydi, dağlara gidemesek bile çıkın balkona, bahçeye, parka, yol kenarına,

Derin bir nefes alın.

İçinize dolan sadece bir nefes değil, baharın coşkusu yeniden doğan tabiatın ilk nefesidir.

Kıymetini bilelim/yaşamak çok güzel.

cebrail keleş-1cebrail keleş (8)cebrail keleş (3)