Aşk…
- Allah seni korusun.
Başlangıç kolaydır bitiriş zordur. Bir gece bir rüya gördüm: boş bir havuzda iki yaşlı kadın havuzun susuzluğunu dindiriyormuşçasına birbirlerine su atıyordu. Boş havuzun kenarında oturan Semerkant prensesi iri gözleriyle kırmızı bir nara baktı. Onun ıssız şarkısı beni rüyalarımın dışına çekti.
Uyandım.
Kastamonu sokaklarındayım. Kasım ayının son günleri hava buz gibi ve arada bir yağmur atıştırıyor. Islak kaldırımlar, taşla kaplı daracık sokaklarından Saat kulesine doğru kendimi vurdum yokuşa.
Hava soğuk,
Yağmur yağıyor.
Alaca karanlık çökmüş, karşımda vilayet binası onun üstünden taa uzaklarda kale görünüyor. Henüz ışıkları yanmıyor ama şehirde sokak lambaları çoktan yanmaya başlamış. Çıkmaz bir sokağın başındayım. Karşımda camekânlı bir dükkân,içeriden ölgün sarı bir ışık dışarı sızıyor. Bir yanım yokuş, bir yanım çıkmaz sokak, karşımda kale, tepeme yağmur yağıyor ve hava iyi soğuk.
Dükkândan sızan o sarı ışığın sıcaklığı kendine çekiyor beni. Tıpkı pervanelerin ışığa olan aşkı gibi elimi uzatıp iki basamakla çıktığım kapıyı açıyorum.
İçerideyim,
loş ışığa alışmaya çalışırken, içerisimi daha soğuk, dışarısı mı bilemiyorum. Bildiğim tek şey daha fazla üşüyor olmam. İçerisinin karanlığına gözüm yavaş yavaş alışıyor. Etraf ahşap oyma hat ve çeşitli hediyelik objelerle dolu. Odanın ortasında yüksekçe ama dar bir tezgâhvar. Üstünde bir sürü keski olan masada bir lamba dikkatimi çekiyor. Selofan bantlarla lambayı sabitlemek için epey uğraşılmış yine de emanet duruyor.
Bir oymacı ustası çalışıyor…
Dışarıyla ilgisini kesmiş, yaptığı işe öyle odaklanmış ki içeri girenin bile farkında değil. Onu rahatsız etmekten çekinerek ayaklarımın ucunda iki adım atıp, köşeden ustayı izliyorum.
“La galibe illallah”
Önünde kocaman ahşap bir platform, elinde keski, dilinde düşürmediği bir dua var. Ağaçtan kopardığı her çentik sonrası, elini dokunduğu her harften sonra içinden, dışından bir dua yayılıyor loş karanlığa.
“La galibe illallah”
Usta; Yusuf Suresi'nin 21. Ayetini hat yazısıyla ağaca ilmek ilmek işliyor. Bunu aşkla öyle yapıyor ki, yaptığı sadece bir oyma değil, bu ağaca yeni bir hayat veriyor sanki.
Nasıl olmasın; her noktasında teri, emeği bir de ağzından düşürmediği duası var.Büyük bir dikkatle hataya hiç yer olmayan işini yapıyor.kırk kez ölçüyor, biçiyor.sonra bir kez vuruyor keskiyi ağacın bağrına.
Yaptığı işe uzun uzun bakıyor. O tek vuruş için dakikalarca düşünüp ölçtüğü halde yine de birçok kez kontrol ediyor.
Elindeki keskiyi yavaşça tezgâhın üstüne bırakınca benim farkıma varıyor. Göz göze geliyoruz.
Merhabalaşıyoruz.
-üşüdün mü, sobayı ateşleyim mi?
-Gerek yok ustam, böyle iyi zahmet etmeyesin.
Ortası Selçuklu deseni kenarı boydan boya aynı ayetle dönen sanat eserini hayranlıkla izlediğimi gören usta; ne yazıyor bilir misin diye soruyor.
-Nedir?
- ''Lâ Galibe İllâllah'', ''Allah'tan başka galip yok''
İspanya’da El Hamra sarayını gezen bir vatandaşımız bu deseni görür ve aşka düşer. Fotoğrafını çekip bunu yapacak usta arar. Bir kaç kişiye sorar en sonunda Kastamonu’da bir usta var o yapar derler.
Usta teklifi kabul etmeden önce epey düşünür sonra yapacağına inandığında,
-Evet der.
El Hamra’nın gözyaşı sayılan bu ayetle süslenen orjinal desenin sadece kâğıda çizimi bir ay sürer. Sonra uygun ağaç aranır, bulunur. Besmele ile başlanıp ilk çentik atılır, sabır, tevekkül ve aşkla işe başlanır.
Ağaç dile gelir adeta,
Her keskiyle bir parçası koparıldığında ''Lâ Galibe İllâllah'' diye zikreder
Usta da ona iştirak eder.
Bizden çok çok uzaklarda, ötelerde kızıl rengiyle bir şaheser var. Adına El Hamra dedikleri. Atalarımız taşı işlememiş ibadet etmiş sanki. Her bir noktasına bakan o taşın içinde eriyip “hiç”leşiyor. İşte ondan bir parça da Kastamonu’da şekillenir.
Ağaç yontuldukça, oyulup şekil verildikçe bir başka âleme dönüşür artık o ağaç değil bir şaheserdir.
Aşkın sırrı nedir Usta?
Bu mistik ortamda ustanın kısa çay molasında karşılıklı oturmuşuz,
Susarak konuşuyoruz.
Elimizde bir sıcak çay, karşımızda Kastamonu kalesi, camlara vuran damlaların birbirine yaklaştıkça birbirinin içinde eriyip kayboluşlarını, tutunamayıp akışına bakıyoruz.
Nice şairlere, yazarlarına ilham veren o kızıl rengiyle ihtişamın taşa işlenmiş hali olan Endülüs geliyor gözümün önüne. Endülüslü şairler yazarlar hep o büyülü duyguyu anlatmışlar. Kimi kitaplara,, kimi taşa, kimi ağaca yazmış aşkını.
Hep o ilahi aşkı anlatmışlar kitaplarında şiirlerinde, Bunların arasında en güzelini de İbn Hazm meşhur kitabı “Güvercin Gerdanlığı” [TavkulHamame] de yazmış.
Gerçek aşk’ı, gerçek aşk’ın nasıl anlaşılacağını ve onu bulmanın yollarını anlatmış.
Endülüsün o mistik dünyasında geçen masalı Yönetmen Nacer Khemir Güvercinin Kaybolan Gerdanlığı olarak filme çekmiş.
Mistik bir öykünün içinde kaybolmak…
Evvel zaman içinde, farklı kültürlerin hala uyum içinde yaşadığı neşeli Endülüs’teyiz… Genç Hasan’ın sakin yaşamında en büyük arzusu aşkı tatmaktır.
Medresede şiir eğitimi görür ve hattatlık sanatı üstüne ustasından dersler alır.
Ama ustasının kızlarının gülüşmeleri, akan suyun fısıltısı ve udun sürekli ezgisine karıştığı o güzel “cennet bahçesi”avlu ve güvercin yuvasından gizlice seyrettiği, ustasının en küçük kızı Leyla onu daha çok ilgilendirmektedir.
Hasan günlerden bir gün yine aşkı ararken el yazması kısmen yanmış bir aşk şiiri ele geçirir.
Aşk…
- Allah seni korusun.
Başlangıç kolaydır bitiriş zordur.
Bir gece bir rüya gördüm: boş bir havuzda iki yaşlı kadın havuzun susuzluğunu dindiriyormuşçasına birbirlerine su atıyordu.
Boş havuzun kenarında oturan Semerkant prensesi iri gözleriyle kırmızı bir nara baktı. Onun ıssız şarkısı beni rüyalarımın dışına çekti.
Uyandım.
Yanmış kitabın elinde kalan tek sayfasında yer alan bu şiirin arka sayfasında Bir minyatür vardır elinde nar olan dünya güzeli bir kız.
Hasan, başına bela getireceğini bilmesine rağmen, bu şiirin yer aldığı ve görünüşe göre aşkın sırlarını anlatan kitabın aslını bulana kadar huzur bulamaz ve tehlikeli bir yolculuğa başlar. Ustasının izinde gider, Hat sanatının felsefesini öğreniyorken bu arada aşkın ne olduğunu anlamaya çalışır. Aşkın karşılığı olan kelimeleri arar.
Bir gün ustasına aşk nedir diye sorar.
Ustasıda ona üzerinde hat yazısıyla yazılmış “VAV” sözcüğü yazılı bir kâğıt verir.
-Aşk budur…
…
İbn Hazm: birine edilecek en güzel iltifatlardan birine de kitabında yer verir.
"Onun gözleri, kırk sandalın kırk yıl boyunca, hiç kıyıya varmaksızın kürek çekebileceği kadar uçsuz bucaksız."
Ustanın sırrı…
Çay bitiyor, yağmur diniyor.
Usta elindeki keskiyle işinin başına dönüyor.
Ağacın sert dokusuna batırıyor derinlerden bir ahh ile birlikte ses geliyor…
Ustanın dilinden bir ayet dökülüyor ahşabın üstündeki harflerin üstüne…
-''Lâ Galibe İllâllah'',
…
Usta; ağacı oya gibi ilmek ilmek işlerken, çıkmaz sokağın başında bir gölge, ölgün bir sarı ışık, uzaklarda bir kale, soğuk hava ve az önce yağan yağmurun kaldırım taşlarındaki ışıltısı görünüyordu.
Gölgenin sahibi, gölgesine sordu ,
-Peki Aşk nedir sence?
Kendi sordu, kendi cevapladı.
“Bir şehri sevmek aşka sebep aramakmış” aşk derken Ilgaz’ı aradı gözleri.
Sis, bulut ve gecenin içinde dağının olması gerektiği yere baktı.
Görünmüyordu ama oradaydı.
Tıpkı aşk gibi, ilahi aşka düşenler gibi,
Görmeden de sevilirdi.
…