Türkiye’de İşgücü Piyasası

Abone Ol

Bu hafta yazımızın konusu Türkiye’de İşgücü piyasası. Tabi ki uzun süredir olduğu gibi yazımıza başlamadan önce mümkün olduğunca yerli ve milli ürünleri tercih etmemiz, Siyonist markaları boykot etmemiz gerektiğini hatırlatıyoruz.

TUİK Aralık 2023 verilerini açıkladı. Ağustos 2019’da %14.1 olan işsizlik oranı %8.8’e kadar geriledi. İstihdam edilen kişi sayısı 32 milyonu geçti. Nisan 2020’de %46.5 olan İşgücüne Katılım Oranı da %53.5’a ulaştı. İlerideki yazılarımdan birinde de kadınların işgücü piyasasındaki yerini yazacağım. Kadınların İşgücüne Katılım Oranı da %36’yı geçti. Kısaca Türkiye işgücü piyasasında olumlu gelişmeler var.

Aslında bu haftaki yazımızı yazmamın nedeni yaşlı bir teyze. Çocuğu okula bırakıp üniversiteye geçmek için yola çıktım. Hava yağmurlu iken yaşlı bir teyzeye rastladım ve onu alıp gideceği yere bıraktım. Kısa bir sohbet yaptık. Teyze bir hastaya bakım yapıyor yani çalışıyor. İki oğlu var, biri çalışıyor diğeri çalışmıyormuş. Neden çalışmadığını sorduğumda üniversitede falanca Eğitimi aldığını iş aradığını söyledi. Sanayi sitesinde veya Organize Sanayi Bölgesinde, Kuzeykent cafelerde veya lokantalarda iş yok mu? Var. Çoğunda firmalar çalışan bulamadıkları için yabancı öğrencileri, işçileri çalıştırıyor. Kuzeykent cafelerde garsonların, çalışanların büyük çoğunluğu üniversitede okuyan Azerbaycan, Kazakistan veya Afganistan kökenli öğrenciler… Köylerde hayvancılığı Afganlar yapıyor. Sanayi sitesindeki esnaf çırak veya kalfa bulamamaktan şikayetçi. Organize Sanayi Bölgesi’nde işçi arayan firmalar var. Ama yaşlı annesi çalışırken genç çocuk evde oturuyor, annesinin kazandığı parayla idare ediyor. Pekiyi bu neden oluyor? O halde işgücü piyasası ile ilgili üç temel bilgiyi verip yorumlayalım.

Madde 1: Gelişmiş ekonomilerde işsizlik oranı sıfır olmaz (nedenini biraz sonra açıklayacağım). Dünya Bankası verilerine baktığımızda bazı Afrika ülkelerinde %0’a yakın oranlar var ama oralarda istatistiklerin ne kadar sağlıklı olduğu sorgulanmalı. Ayrıca Afrika’da çalışanların neredeyse tamamı tarım sektöründe yani herkes bir toprağı ekip biçiyor veya arazi sahibinin yanında çalışıyor. Tarım sektörü ağırlıklı ekonomilerde işsizlik biraz düşük olabilir. Gelişmiş ekonomilere baktığımızda en düşük işsizlik oranı %2.6 ile Polonya ve Japonya’da bulunuyor. Avrupa ülkelerinin çoğunda %3 ile %6 arasında değişiyor. İşsizlik oranı yüksek Avrupa ülkeleri de var. Fransa ve İsveç’de %7.4, İtalya %8.1; Sırbistan %9.5; Yunanistan %12.2; İspanya %13.0. İşsizlik oranı %10 ve üzeri olması ekonominin işsizlikle mücadelede başarısız olduğu biçiminde yorumlanıyor. Paragrafın başında gelişmiş ekonomilerde işsizlik oranının %0 olmayacağını söyledim. Şimdi bunun nedenini açıklayalım. Gelişmiş ekonomilerde kişiler patronlarından, yaşadıkları yerden, iş ortamlarından memnun olmayabilir ve bunu değiştirmek isteyebilir. Örneğin; kişi deprem riski, trafik, arızalanan otobüs ve metrobüsler gibi nedenlerden dolayı İstanbul’dan Kastamonu’ya göç etmek isteyebilir.  Kişi patronla veya iş arkadaşları ile anlaşmazlığı nedeniyle işyerinden istifa edebilir. Bu durumlarda kişinin hemen iş bulması her zaman mümkün olmayabilir. Örneğin; 3-4 ay veya biraz daha uzun süre işsiz kalabilir. İşte buna friksiyonel işsizlik denir. Kısaca friksiyonel işsizlik nedeniyle işsizlik oranı gelişmiş ekonomilerde sıfır olmaz. Tam istihdam olan ülkelerde bile işsizlik %3 civarındadır. Genelde %3-5 civarında işsizlik oranı ekonomi yönetiminin başarısı olarak kabul edilmektedir.

Madde 2: Tarihsel olarak baktığımızda Türkiye’de işsizlik oranının nadiren %8’in altına indiğini görebiliyoruz. Son 50 yıla baktığımızda 1996 yılı işsizlik oranı %6.6 ile öne çıkıyor. İşsizlik oranını daha aşağıya düşürememişiz. Son 50 yılın 47’sinde işsizlik oranı %8’in üzerinde… Yazının başında söylediğim gibi de son beş yılda işsizlik oranını %8.8’e indirebilme başarısını göstermişiz. İşsizlik oranını %8’lere indirmek başarı ama aslında %5 civarına çekmemiz gerekli.

Madde 3: Madde 1’de bahsettiğimiz gibi işsizlik oranının gelişmiş ekonomilerde sıfıra inmemesinin bir nedeni de işgücü talebi ile işgücü arzının uyum sağlayamamasıdır. Üçüncü paragrafta hasta bakımı yapan yaşlı teyze ve evde oturan oğlundan bahsetmiştim. Muhtemelen çocuk eğitimini aldığı işi bulsa (cari ücret seviyesinde) işe girip çalışacak. Ama piyasada o işi yapacak işçiyi arayan yok. Aksine piyasa başka bir iş yapan kişiyi arıyor. Etrafımızda atanamamış eğitim fakültesi mezunu çok ama sanayide esnaf otomobil tamircisi bulamıyor. Organize Sanayi’de firmalar kaynak ustasını Ankara’dan profesör maaşı vererek getirebiliyor, ama teyzenin oğlu evde oturuyor. Kuzeykent’te esnaf iyi aşçı arıyor ama Boğaziçi Felsefe mezunu genç evde oturuyor. Adam Tarım ve Kırsal Kalkınma’dan aldığı destekle büyük bir hayvan çiftliği kuruyor ama hayvanlara bakacak adam bulamadığı için Afganistan’dan gelen Özbek Türklerini çalıştırıyor. Öteki taraftan Ankara ve İstanbul’da genç de “Ben üniversitede falanca bölümü okudum, o işi yaparım” diye inat ediyor ve hayvancılık sektörüne girmiyor. Bu arada çobanlık gibi mesleklerde maaşların asgari ücretin üzerinde olduğunu da ekleyelim. İşte bu da işgücü piyasasında uyumsuzluk olarak geçer.

Şimdi madde 2 ve madde 3’e dönelim. Madde 2’de yüz yıllık cumhuriyet tarihimizde işsizlikle mücadelede çok başarılı olamadığımızı, işsizlik oranımızı çok nadiren %8’lerin altına indirdiğimizi söyledik. Madde 3’de ise işgücü piyasasında uyumsuzluktan bahsettik. Türkiye’de işsizlikle mücadelede başarısızlığımızın nedenleri iradi işsizlik ve işgücü piyasası uyumsuzluğu. İradi işsizliği tarif edelim. Kişi devlet destekler, ailevi nedenler veya ücretlerin düşüklüğü gibi nedenlerle işsiz kalmayı tercih ediyor. Örneğin; kişi bazı ülkelerde çalışmasa bile devletten maaş alabiliyor. Bu nedenle de belli bir ücretin altında çalışmaya razı kişi bulunamıyor. Örneğin; devlet çalışmayana 1000 TL veriyor ve kişi de 2000 TL’nın altında çalışmam diyor. Bunun biraz farklı türü Türkiye’de mevcut. Türkiye’de anne ve baba çalışıp eve para getiriyor. Aile para kazandığı için ailenin oğlu veya kızı da belli maaşın altında çalışmaya razı gelmiyor. Bu ailenin çocuğu “ofiste olsun”, “maaş asgari ücretten yüksek olsun”, “iş yükü fazla olmasın”, “eğitimini aldığım alanda olursa çalışırım yoksa çalışmam” gibi düşüncelerle iş beğenmiyor. Halbuki ABD veya Avrupa’da çocuklar 18 yaşına geldiğinde kendisinin bir şekilde kendi ayaklarının üzerinde durması bekleniyor ve gençler de bir iş yerinde çalışmaya başlıyor. Türkiye’de ise çocuklarımızı aşırı sevdiğimiz için belki de kendi ayaklarının üzerinde durmalarını engelliyoruz.

Haftaya işgücü piyasasındaki sorunlarla devam edeceğiz.
 

Prof. Dr. Serkan DİLEK

Kastamonu Üniversitesi