Senatörler vardı bir de

Abone Ol

Seçim sathı mailinde son sürat gidiyoruz, adaylar belli, teşkilatlar sahada…

Talepler, vaatler, oy pazarı.

Curcunadan kurtulup az bir geçmişe gidelim mi?..

Evvel zaman içinde “senatörler” vardı, 1961 anayasası “çift meclisli sistem” getirmişti, 1960 askeri darbesiyla başlayan bu sistem 1980 askeri darbesinde sona erdi.

TBMM’nin bir kanadı “Millet Meclisi”, diğer kanadı “Cumhuriyet Senatosu” idi, senatoya halk “okumuşlar meclisi” adını takmıştı…

Yetki ve sorumlulukları farklıydı iki kanadın.

“Cumhuriyet Senatosu” üç ayrı şekilde seçilen üye yapısına sahipti, “tabii üyeler”, “cumhurbaşkanınca seçilen üyeler” ve “genel oyla seçilen 150 üye”…

“Genel oyla seçilen üyeler” için Kastamonu’da “1961”, “1968” ve “1977” yıllarında “3” seçim yapıldı, bunlardan 1961’deki “genel seçim”, “1968” ve “1977” ise “yenileme seçimi” idi.

19 yıllık süreçte Cumhuriyet Senatosu’nda ilimizi “genel oy” ile seçilen “Ahmet Nusret Tuna”, “Mehmet Çamlıca”, “Mehmet Seydibeyoğlu” ve “Ali Münif İslamoğlu” temsil etti…

Çeşitli komisyonlarda görev aldılar, “Ahmet Nusret Tuna” 15 yıl boyunca “Cumhuriyet Senatosu Anayasa Komisyonu Başkanlığı ve Üyeliği” yaptı, 1973 yılında Tarım Bakanlığı görevinde de bulundu Tuna.

Senatörlerimizin her biri için ayrı yazı kaleme almak lazım aslında…

“Ahmet Nusret Tuna” misal, 1983 yılında Doğru Yol Partisi’ni kurdu ve ilk genel başkanı oldu,  siyasi yasağa takıldığı için bu görevi kısa sürdü.

“Ali Münif İslamoğlu” hakeza…

Başlı başına “tarih”.

Senatörlerimiz vardı…

Gök kubbede hoş seda.

Not 1: Türk Kalp ve Damar Cerrahisi Derneği Başkanı Prof. Dr. Kürşat Bozkurt’un “Tıkanmış durumdayız, belli ameliyatları yapamaz hale geldik” açıklaması haber sitelerinde yer aldı…

3 büyükşehirde yüzde 20 ile 30 civarında ameliyatlarda ertelenme olduğunu, bazı yerlerde durma noktasında olduğunu ifade ediyor, ürpertici.

Sebep “kan stoklarının kritik seviyenin altına düşmesi”…

En çok kan ihtiyacı olan “kalp ameliyatı”, erteleme listesinin başında, “hayati” duruma bakar mısınız?

Kızılay, vatandaşlara kan bağışı çağrısında bulunuyor…

Koşup kan vermek için tam zamanı.

Not 2: Serdar İzbeli ağaç budama ve aşı işlerine sardı bugünlerde, alet edavat elinde, “gür gelsin gerisi” diye…

15 sene evvel vakitte Münire Medresesi El Sanatları Çarşısı’na “İzabella” cinsi üzüm asması dikmişti, o seneden beri ne meyvesine doyum oldu ne de yaprağına, gölgesi başlı başına huzur.

Budama için bir dal kesti…

Dalın kesilen yeri “oluk” misali, cüssesince elbette, ırmak oldu aktı.

Gözyaşı değil bu…

Üzümün kalbindeki ocaktan geliyor besbelli.

Giden parçasına mı ağlar bilinmez?..

Gelecek olana mı sevinir?

Meyvesinin suyu nedir ki?..

Kalbinin suyu yanında.

Not 3: Eczacı Edip Nazlı ile “tencere” anketlerimizi sürdürüyoruz…

“Her gazetenin üstünde pastırmalı ekmek yenir mi?” sorusuna cevap arıyoruz.

Evvel zaman, pastırmalı ekmek henüz lokanta listesine girmemişken, porselen tabak icat olmamışken…

Pastırmalı ekmek tabağı gazeteydi.

Pişirildiği fırında ya da iş yerinde…

Orta sayfasından açılan gazetenin üzerinde tam boy pastırmalı ekmek elle koparılmak süretiyle cüssesinden eksiltilir, sona kalan iki el büyüklüğündeki parça dürülerek mideye yolcu edilir, nihayetinde dökülen soğan ve pastırma taneleri üç parmak yardımı ile bir bir toplanırdı.

Edip Nazlı her gazetenin üstünde pastırmalı ekmek yenmeyeceğini iddia ediyor…

Sayfadaki mürekkebin ekmeğin hamuruna biraz da olsa bulaşması gerektiği görüşünde, lezzet katıyor demek, ilginç bir gastrokimyasal tepkime.

“Kuşe baskılı gazete” misal, asla uygun değilmiş, mürekkebini bulaştırmayacağı gibi kalite ve basım gideri namına maliyetli, gevşek mürekkepli olmalıymış…

Günlük gazete de tercih edilmemeli görüşünde, “çıkma” gazeteden yana, muhafaza edildikten sonra evvel senenin gazetesi dahi mümkün.

Yerken okumak “çift yazan” bir keyif elbette…

Hele bir de fotoğraflı olursa pek ala.