HOCALARIN HOCASI; ORHAN ŞAİK GÖKYAY
Ömrünün 70 yılını öğretmenlik yaparak geçiren Orhan Şaik Gökyay, Türk ilim ve kültür hayatının mihenk taşlarından birisidir. Kendini Köprülü’nün eserlerinden biri olarak gören usta yazar, “Bu Vatan Kimin?” şiiriyle insanların aklına kazınmıştır.
Orhan Şaik Gökyay, 16 Temmuz 1902 tarihinde babasının öğretmenlik yaptığı Kastamonu İnebolu’da doğdu. Babası, 1876'da ailesiyle birlikte Filibe'nin Çırpan ilçesine bağlı Uysal köyünden Türkiye’ye göç etti. Hamdullah Suphi Tanrıöver'in Maarif vekilliği döneminde her öğrencinin bir Türk adı almasıyla ilgili olarak yayımladığı genelge üzerine Hüseyin Vehbi olan ismine Orhan’ı ekledi, Balıkesir'de bulunduğu sırada da Şaik'i ilâve etti. Nüfus kaydında adı Hüseyin Vehbi Şaik Gökyay olarak geçer. İlköğrenimini ‘bir inanç ve şiir dünyası’ olan Kastamonu’da geçirdi. Babasının devam ettiği Şeyh Merdan Efendi Tekkesi’nin onun dinî eğitiminde önemli bir yeri vardır.
ÇAĞININ EDEBİYAT VE KÜLTÜR ÜRÜNÜ OLAN ESERLER: TEZKİRELER
Onun halk diline ve edebiyatına ilgisi, maddi sıkıntı nedeniyle dokuzuncu sınıfta iken öğrenimi yarıda keserek kâtiplik yaptığı yıllara denk gelir. Bu dönemde, halk gelenek ve görenekleriyle içli dışlı yaşar. Edebiyat hocası İsmail Habip'in Sevük teşvikiyle yazdığı ilk şiirleri Açıksöz gazetesinde yayımlandı. 1922’de öğrenimini tamamladıktan sonra öğretmenliğe başladı. Balıkesir'de öğretmenlik yaptığı yıllarda Çağlayan adlı edebiyat dergisini çıkardı. Dergiyi çıkarma amacını şöyle açıklar: ‘Biz edebiyatta zevk-i selimi miyar addedenlerdeniz. Güzel olduktan sonra nazarımızda en eski veya yeni tarzda olmasının ehemmiyeti yoktur. Elverir ki millî zevki terennüm etsin!’
Gönül Kızı takma adıyla ‘Aya Mektuplar’ başlığı altında yazıları çıktı. Dergide ayrıca Mehmed Âkif Ersoy, Tokadîzâde Şekib ve Hasan Basri Çantay gibi tanınmış kişilerin yazılarına yer verdi. M. Fuad Köprülü’den etkilendi ve onun teşvikiyle Almancasını ilerletti. Bu yıllarda Köprülü'nün tavsiyesiyle kendilerine Türkçe dersi verdiği Theodor Menzel, Franz Taeschner, Paul Wittek ve Herbert Duda gibi Türkologlarla münasebetlerini daha sonra da devam ettirdi. Wittek ve Duda ile olan ilişkileri bir hayat boyu sürecek dostluğa dönüştü. İlmî formasyonunun teşekkülünde bilhassa Wittek'in önemli rolü oldu.
“KÖPRÜLÜ’NÜN KÜTÜPHANESİNİN GÖRÜNMEZ KÖŞESİYİM”
İsmail Kara, Sözü Dilde Hayali Gözde kitabında, Gökyay'ın Darülfünun'daki öğrencilik yıllarına dair şöyle bir anekdot paylaşır: “1920’lerin son yılları... Yüksek Muallim Mektebi'nden dört talebe, ileride dizinin dibinde çalışmayı da hesaba katarak, şöhreti genç yaşta âfakı tutmuş Fuat Köprülü'nün Darülfünûn'daki odasına gidiyorlar: Abdülbaki Gölpınarlı, Pertev Naili Boratav, Ziya Karamuk, Orhan Şaik Gökyay. Hangi dili bildiklerini soruyor üstat. Kimi İngilizce, kimi Fransızca diyor. Orhan Şaik hocanın bildiği herhangi bir yabancı dil yok ama menfi cevap verirse reddedilir korkusuyla ‘Almanca’ diyor... Bir ay sonra herkese tercüme etmek üzere beyan ettiği yabancı dilden bir makale.
Orhan Şaik Bey'e de Schacht'ın fıkıhla ilgili Almanca bir makalesi isabet ediyor.
(Orhan Şaik der ki): 'Almancayı ve müellifin adını bilmediğim bir tarafa, fıkhı da bilmiyorum! Yollara düştüm, gecemi gündüzüme kattım; hocalara sordum, sözlüklere baktım, makaleyi tercüme ederek teslim ettim. İki ay sonra yine tercüme edilmek üzere Almanca bir makale vermesinden anladım ki, hoca tercümemi beğenmiş! Almancayı öğrenmeye öyle başladım. Sonra Ahmed Paşa Divanı, sonra Kutubname. İkisi de yazma. Tez olarak bir Arap şairinin divanını çalıştım. İsmail Saib (Sencer) Efendi'ye, Şerafettin Yaltkaya'ya taşınıp durdum. Arapçayı da böyle öğrenmeye başladım. Diğer arkadaşlarım da öyle. Bizi böyle yetiştirdi. Sonradan bazı sözler çıktı: Köprülü talebelerini istismar etti, onları çalıştırdı, kendi adıyla kitap yazdı filan. Çocuklar, ben onun istismar ettiklerinden, yani yetiştirdiklerinden biri-yim. Keşke daha çok istismar etseydi... Köprülü'nün eserleri arasında, kütüphanesinin görünmez bir köşe-sinde ben de varım. Daha açık, herkesin anlayacağı şekilde söyleyeyim: Ben onun eserlerinden biriyim.”
KAYBOLMUŞ 10 EDEBİYAT YAPITI
Âdeta adıyla özdeşleşen “Bu Vatan Kimin?” adlı şiirini Bursa'daki öğretmenliği sırasında yazdı.
1938'de, uzun süreden beri üzerinde çalıştığı Dede Korkut Hikâyelerini yayımladı.
“Bu Vatan Kimin?”
Bu vatan toprağın kara bağrında
Sıradağlar gibi duranlarındır,
Bir tarih boyunca onun uğrunda
Kendini tarihe verenlerindir.
Tutuşup kül olan ocaklarından,
Şahlanıp köpüren ırmaklarından,
Hudutlarda gaza bayraklarından
Alnına ışıklar vuranlarındır
Ardına bakmadan yollara düşen,
Şimşek gibi çakan, sel gibi coşan,
Huduttan hududa yol bulup koşan,
Cepheden cepheyi soranlarındır.
İleri atılıp sellercesine
Göğsünden vurulup tam ercesine,
Bir gül bahçesine girercesine
Şu kara toprağa girenlerindir.
Tarihin dilinden düşmez bu destan,
Nehirler gazidir, dağlar kahraman,
Her taşı yakut olan bu vatan
Can verme sırrına erenlerindir.
Gökyay'ım ne yazsan ziyade değil,
Bu sevgi bir kuru ifade değil,
Sencileyin hasmı rüyada değil,
Topun namlusundan görenlerindir.”
DEVLET NASIL OLMALIDIR?
“İSTİFHAM İŞARETLERİNDEN
KAFAMI KURTARAMIYORUM”
1944'de Irkçılık-Turancılık davasında on bir ay tutuklu kaldı. Arkadaşı Nihal Atsız'la aynı koğuşta kaldı. Ona yapılan suçlamalardan biri de mektuplarından birinde “Türkiye'de Türk'ten gayrısının dost olmadığını” yazmasıdır. Gökyay savunmasında aslında “Türk'e Türk'ten gayrısının dost olmadığını” yazdığını söyler. Gökyay savunmasında şöyle der: “Son tahkikat kararında, benim mektuplarımdan birindeki; 'en yakın hadiseler Türk'e, Türk'ten gayrısının dost olmadığını gösteriyor' cümlesini, 'en yakın hadiseler, Türkiye'de Türk'ten gayrısının dost olmadığını gösteriyor' şeklinde tashih etmek suretiyle okuduğunu anlar ve yazdığını bilir geçinen, kendine güvenilir bunca yıllık bir edebiyat öğretmeninin hatasını herkesin içinde yüzüne vurmuştur. Her ne kadar hâlâ kendi cümlemin bu düzeltilmiş bozuk şeklinden bir mâna çıkaramadıysam da, asıl halli ondan daha müşkül bir ukde olarak bunun sebebini kavrayamadığım için, esas hakkındaki mütâlaada benim mektuplarımdan alınmış ibarelere, aslında olmadığı halde serpiştirilmiş olan istifham işaretlerinden kafamı kurtaramıyorum.”
Hayatının sonuna kadar eğitim ve öğretim hayatından ayrılmayan Orhan Şaik, 2 Aralık 1994'te vefat etti. Üsküdar Nakkaştepe Mezarlığı'nda meftundur.
HOCALARIN HOCASI
Zamanının önemli bir kısmını özel olarak ilgilendiği öğrencilerine ayıran, bildiklerini onlarla paylaşan ve elinden gelen her türlü yardımı yapmaya çalışan, kendisine sorulan soruları cevaplandırmak için ileri yaşına rağmen kütüphanelere gitmekten ve uzun mektuplar yazmaktan geri durmayan Orhan Şaik Gökyay, yetmiş yıllık hocalık hayatında binlerce öğrenci yetiştirdi. Büyük bir titizlikle koruduğu kitaplarını Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi'ne bağışladı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi tarafından kendisine 7 Haziran 1989 tarihinde yapılan bir törenle fahrî doktorluk payesi verilmiş, ayrıca çeşitli kuruluşlarca birçok ödüle ve dostları tarafından ‘hocaların hocası’ unvanına lâyık görülmüştür. Journal of Turkish Studies'in 6 ve 7. sayıları Orhan Şaik Gökyay Armağanı adıyla yayımlandı. Orhan Şaik Gökyay'ın hayatının ilk yarısında şiir, ikinci yarısında ilmî araştırmalar önemli bir yer tutar. Genellikle aruzla yazdığı ilk şiirlerinde yaşadığı dönemin dilini ve bir ölçüde Tanzimat sonrası Türk şiirine hâkim olan söyleyiş tarzını benimser. Bu hazır kalıplar içinde yine de onun coşkulu kişiliğinin yer yer kendini gösterdiği, ayrıca şiirlerinde geleneksel halk söyleyişine yakın bir özelliğin hissedildiği söylenebilir. Daha sonraki dönemde ise büyük çoğunluğu hece vezniyle yazılmış olan şiirlerinde halk şiirinin tarz ve edası açıkça görülür. Daha çok vatan, tabiat, kahramanlık, yalnızlık gibi temaları işleyen Gökyay genellikle hamasî bir şair olarak tanınır. Bunu, ‘Bu Vatan Kimin?’ adlı şiirinin okul kitaplarına girmiş ve yeni yetişen nesiller tarafından sevilerek okunmuş olmasına bağlamak yerinde olur. Ancak onun şiir dilinin inceliklerini yansıtan asıl ustalıklı çalışmaları ‘İçlenme’, ‘Bana Bir Seslenen Var’, ‘Karmakarışık’, ‘Zeytin Dalı’, ‘Hey Ne Şirin Bu Dünya’, ‘Gelibolu'da Yazıcıoğlu'nun Çilehanesi’ ve ‘Adres’ gibi şiirleridir. Dede Korkut Hikâyeleri'ni ve Kâtip Çelebi'nin eserlerini, Kabusnâme'yi daha birçok eski eseri anlaşılır bir dil ve güvenilir bir hüviyetle baskıya hazırladı.
ÇAĞLAR ÖTESİNDEN NASİHAT KÂBUSNÂME
Zamanının önemli bir bölümünü telif, tercüme eserlere ve Osmanlı dönemi klasik eserlerini bugünkü dile aktarmaya ayıran Orhan Şaik Gökyay'ın özellikle Dede Korkut ve Kâtib Çelebi üzerinde önemli çalışmaları vardır. 200'e yakın makalesi arasında çeşitli alanlarda yapılan ilmî çalışmaları değerlendiren tenkit yazıları bü-yük bir yekün tutar. Gökyay bu yazılarında kendine has üslûbuyla, zaman zaman da iğneleyici bir tarzda ciddi ve ilmî çalışmaların nasıl yapılması gerektiğini gösterir. Makalelerinin önemli bir bölümünde eski medeniyet ve kültürümüzü yeni nesillere tanıtacak konuları ele almış, "Kitaplarda Neler Var?" başlığı altında yazdığı yazılarla birçok müellifi ve eserini gün ışığına çıkarır Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi'nde "Burhân-ı Katı'", "Cihannümâ", "Cönk", "Dede Korkut", "Deli Birâder" ve "Düstûrü'l-amel" maddeleri çıkmıştır. Az sayıda şiiri bulunan Orhan Şaik Gökyay'ın hayatının son dönemlerinde Bu Vatan Kimin başlığı altında bir araya getirdiği şiirleri, Mersin'deki özel Türkmen Lisesi'nin kurduğu Orhan Şaik Gökyay Kütüphanesi Yayınları'nın ilk kitabı olarak neşredildi.
Orhan Şaik Gökyay son yıllarında hâtıralarını yazmayı düşünüyordu. Ancak hastalığı bu çalışmayı engellediğinden hayatının ilk yıllarıyla ilgili çok az bir kısmını kaleme alabildi.
İlber Ortaylı, Gökyay hakkında şunları söyler: “Bütün derin bilgisine, hatta tek insan olmasına rağmen Orhan Şaik Gökyay'dan bu memleketin akademisi yararlanamamıştır...”