Niçin Şiddet Sarmalı İçinde, Suç İşleme Oranı Yüksek Bir Ülke Hâline Geldik?

Abone Ol

               Kastamonu gazetesinde 19 Ekim 2021 tarihli köşe yazımızın başlığı “Acilen Okul mu, Fabrika mı, Hastane mi, Cezaevi mi Yapmak Gerek?”; 4 Ağustos 2022 tarihli olanınki ise “Bir Kez Daha Acilen Okul mu, Fabrika mı, Cezaevi mi?” idi. Türk toplumunun hızla suç toplumu hâline geldiğini, cezaevi azlığından dolayı suçluların, tutuklanması gerekenlerin “Denetimli Serbestlik, Adlî Kontrol” gibi uydurma yöntemlerle topluma bırakılarak suç işlemeye teşvik edildiğini, politikacıların oy uğruna bu teşvikte önemli rol oynadıklarını belirtmiş, acilen cezaevi inşaatlarına başlanılması gerektiğine işaret etmiştik. Keşke haksız çıksaydık. 2023 yılı sonu istatistiklerine göre etkisiz ceza infaz sistemine rağmen cezaevlerinde kapasitenin çok üzerinde 372.000 kişi bulunuyormuş. Avrupa ülkeleri içinde suç işleme ve suçlu sayısında birinciliği açık arayla koruyormuşuz.

               Yazılarımızdan sonra 2-3 yıl daha geçti. Suç işleme potansiyeli daha da büyüdü. 2024 sonuna doğru artık evde, iş yerinde, okulda, hastanede, sokakta, parkta, düğünde, eğlencede, sporda, trafikte her yerde kavga, yaralama hatta ölüm var. Kadına şiddet, çocuk istismarında durum vahim. Bugünlerde siyasilerin, devlet yöneticilerinin, eğitimci ve toplum bilimcilerin, psikolog, gazeteci ve yazarların gündeminde ekonomi yerini şiddet sarmalına bırakmış durumda. Herkesin nedenleri ve çözüm önerileri farklı ama neden olarak ceza ve infaz sistemi ile cezaların yetersizliği ön plana çıkarılmakta. Yani dürbünün yine tersinden bakılmakta, oy kaygısıyla temel nedenler söylenmemekte. Bu soruna, şiddet sarmalına kafa yorunların ileri sürdükleri nedenlerden tamamında şüphesiz az veya çok gerçeklik payı vardır. Biz de bir eğitimci, eski bir kamu yöneticisi olarak soruna neşter vurmak gereğini duyduk. Nedenleri ve çözüm yollarını sıralamadan önce çevremize bir göz atıp gördüklerimizi (Ankara içinde) tasvir edelim:

·        TBMM; Bakanlıklar, iş yerleri, pazar yerleri, park, sokak, kahvehane, lokantalarda her yerde birbirleriyle bağırarak iletişim kuran insanlar

·        Trafikte bol korna, sık sık sürücü, park yeri tartışmaları, kavgaları

·        Okul civarlarında öğrenci kavgaları, bol küfürlü şakalaşmalar

·        TV’lerde kavgalı gündüz kuşağı program  ve yarışmaları; neredeyse her dizide şiddet, mafya, uyuşturucu, insan kaçırma, yaralama, öldürme, birbirine bağıran karı koca, sevgililer

·        Eğlence mekânları gürültünün, kavganın merkezi olmuş âdeta. Yüksek sesle müziğin dinlendiği yerde her konuşan da bağırıyor çaresiz.

·        Düğünler, askere uğurlama törenleri kavga, gürültü, trafik karmaşasıyla anılır olmuş, hâlâ şehir içinde silah atılıyor.

·        Spor karşılaşmalarına kavga, küfür etmek, bu yolla sakinleşmek içn giden fanatikler çoğunlukta gibi

·        Bağırarak şarkı, türkü söyleyen sanatçı (!) ve onları çığlık atarak, ıslık çalarak, göbek kalça çalkalayarak, sahneye giysi, telefon fırlatarak dinleyen sözde sanatseverler (!), popüler kültürle sanatı ayırt edemeyen yarı aydınlar

·        Kapalı mekânda, konser salonunda bile açık hava ses düzeniyle konser veren, durmadan bağıran, arada bir dinleyiciyi de “Allah!” diye bağırtıp keyif alan şarkıcı, türkücüler

·        Ritim tutmayı sağlayan vurmalı çalgıların sayısını arttırıp def, darbuka ve davulu, hatta bendiri aynı anda gürültülü bir şekilde çaldırmayı “Halk böyle seviyor, böyle zevk alıyor.” diye savunan şefler (!)

·        Ruhu sakinleştiren, insana yaşama sevinci veren, dinlendirirken eğlendiren sanat müzikleri yerine ağlatan, inleten, sinirleri geren, bağırarak söylenen Arabesk müzik şarkıları TV’de, cep telefonlarında, konserlerde, her yerde. Taşıtlarının ses düzeniyle zorla Arabesk dinleten baskı grupları da var. Bugünlerde bir zamanların “Acısız Arabesk müziği” gibi “Modern Arabesk” adıyla da Z kuşağına pazarlanıyor.

·        Türk Musikisi Devlet Konservatuvarını bitirmiş ama iyi-kötü müziği, iyi-kötü icrayı birbirinden ayırt edemeyenler politikacı, yayın kuruluşları yöneticilerin peşlerinden ayrılmıyorlar.

·        Başta devletin güvenlik güçleri (polis, jandarma, Belediye zabıta) sağlık-eğitim-yargı mensuplarına hakaret, darp, övünme konusu olmuş.

·        Her yerde çevreye, devlet malına zarar veren, çöp atmaktan zevk alan tipler, hayvanlara işkence edenler

·        Sosyal medya, dijital oyun salonları şiddeti teşvikte yarışıyor.

·        Bu tablonun fonunda; yıllardır süren iç ve dış terör, düzenli-düzensiz göçler, komşu ülkelerdeki savaşlar ve yüksek enflasyonun getirdiği geçim sıkıntısı görülüyor. İnsanlar mutsuz, gergin. Patlayacak yer ve neden arıyorlar âdeta.

Daha birçok etken görülüyor ama biz öne çıkanlara yer vermeyi uygun bulduk. Makale değil köşe yazısı sunuyoruz. Ancak, bir kültür insanı, eğitimci, deneyimli bir kamu yöneticisi olarak etkenler içinde saydığımız müzik sanatı üzerinde bir nebze durmak istiyoruz.

Bütün dünyada eğitim ve öğretime konu olan, milletlerin özelliklerine göre şekillenmiş ancak çağdaş teknoloji, toplumsal değerleri paylaşan resmî, itibar edilen kültürün yanı sıra popüler kültür denilen, hızlı para kazanmaya yönelik, insanın zaaflarından yaralanıp kısa süreli mutluluk, ardından çöküntü, bunalım yaratan unsurlar da vardır. Türkiye’de resmî, itibar edilen TSM, THM, TPM, KM, Çoksesli M yanında okullarda öğretilmeyen, müzik öğretmenlerinin kullanmadığı “Arabesk Müzik” denilen bir müzik türü de yaşamaktadır. Popüler kültürümüzün en çok ilgi gören alanıdır denilebilir. Bu müziğin “Baba”ları, “Kral”ları, “Prenses”leri vardır. Halk konserlerinde ilgi gördüğü bir gerçektir. Hakkında üniversitelerimizde çok sayıda tez yapılmıştır. Yasaklama, önleme gibi boş, seçme önlemler öneren de olmamıştır. “Bizim milletimiz acı çekmekten, acısını feryat şeklinde ifade etmekten hoşlanır. Arabesk yaşayan, düşünen bir insan elbet bu müziği sevecektir.” denilip, sanat müziklerine verdiği zarar görmezden gelinmiştir. Özellikle seçim dönemlerine, oy devşirme aracı olarak dinî değerlerle yan yana getirilmiştir. Arabesk müzik mensuplarına, dinleyenlerine hiçbir tenkidimiz olamaz. Bu müzik vardır, bir gerçektir. Ancak, devletin kültür politikasında Arabesk müziğin teşviki, öğretim programlarında yer alması, devletin kurduğu sanat topluluklarında icra edilmesi düşünülemez. Türk Musikisi Devlet Konservatuvarları Arabesk müzik besteci, icracısı yetiştirmemelidir.

Müziğin toplum üzerindeki olumlu olumsuz etkileri İlk Çağ’dan beri incelenmiştir. Dünya Devi lakaplı Çin’in ünlü düşünürü, dünyaca düşünceleri benimsenen şahsiyeti Konfüçyüs (M.Ö.551-479) müzikle toplum arasındaki etkileşimi ilk fark eden düşünürdür. Fülüt çalmayı öğrenmiş, yemeğini müzik eşliğinde yemiştir. Müziğin insanları kötülüklerden uzaklaştırdığını; dostluğu, arkadaşlığı sağladığını söylemiştir. Konfüçyüs’ün müzikle ilgili bazı sözlerini MEB Klasikleri içinde basılan “Konuşmalar” kitabıyla (İst.1989) internetten aktararak hatırlatalım:

·        “Bir ülkenin ahlak bakımında nasıl yönetildiğini anlamak isterseniz o ülkenin müziğine kulak veriniz. Nerde güzel sesler oluşmuşsa uyum vardır, orada adalet ve erdem hüküm sürer.”

·        “Eğlencelerin sanat için olsun.”

·        “Şiirle zekâ gelişir. Terbiye ve toplum kurallarıyla insanın karakteri yapılır ve müzikle mükemmel hâle gelir.”

·        “Bir ülkenin müziği bozulmuşsa o ülkede pek çok şey bozulmuş demektir.”

·        “İşlerde başarıya ulaşılmazsa, toplum kurallarında ve müzikte gelişme olmaz. Toplum kuralları ve müzik gelişmezse cezalar yerine getirilmez. Cezalar yerine getirilmezse, halk ne yapacağını bilemez.”

·        “Bir ülkeyi yönetmeye başladığınızda yapacağınız ilk iş ne olurdu?” sorusuna cevabı: “İşe önce dili düzeltmekle başlardım. Çünkü, dil bozulursa kelimeler düşünceleri iyi anlatmaz. Düşünceler iyi anlatılmazsa yapılması gerekenler yapılmaz. Bir ülkeyi yıkmak istiyorsanız önce dilini tahrip ediniz.”

Bazı müzik kitaplarında dilden sonra müziği düzelteceğini söylediğini okumuştum.

Yüzyıllar sonra, 18.yüzyılda Fransız düşünür Montesquieu (1688-1755), Konfüçyüs gibi konuşur: “Bir ulusun müzik alanındaki eğitimine önem verilmezse o ulusu ilerletmeye imkân bulunamaz”

Devletimizin kurucusu yüce Atatürk’ün yeni Türk toplumunu oluşturmak amacıyla yaptığı İnkılaplar içinde dil ve müziğe ne kadar önem verdiğini bilenler çoktur.

XXI. yüzyıldaki demokrasi anlayışı dolayısıyla devletimiz artık vatandaşın hangi müziği dinlediğiyle yakından ilgilenmemekte, yayın kuruluşlarında sadece sözlerde suç unsuru olup olmadığına dikkat eidlmektedir.

Yazımız, çarpıtılmadan dikkatle okunmalı. Türkiye’nin şiddet sarmalına yakalanmasının ana sebebi “Arabesk Müzik”tir demiyoruz, sadece onlarca neden içinde sadece toplum kesimlerine göre az veya çok etkisinin olduğuna dair inancımızı dile getiriyoruz. Bir araştırmaya değil sezgimize dayanarak. İlgili kuruluşlarca yapılacak bilimsel araştırmalarla konu aydınlatılırsa en çok biz seviniriz. Yanılmışsak özür dilemesini de biliriz...