Mus’ab Bin Umeyr

Abone Ol

Mus’ab Bin Umeyr

Mekke...

Miladi 7. asırdayız...

İki Cihan Serveri’nin Nübüvvetinin ilk zamanları...

Umeyr bin Haşim ve karısı Hunnas binti Malik... Mekke’nin en soylu ailelerinden Abdüddaroğullarının mensupları...

Ve Kabe’nin liva(sancaktarlık), sidane veya hicabe (Kabe Muhafızlığı) görevleri bu ailenin sorumluluğunda...

Ve Hunnas binti Malik’in biricik oğlu, gözbebeği...

Ve bir genç Mekke sokaklarında...

Bir bakan bir daha bakıyor...

Genç kızların yürekleri yanıyor o alına salına yürürken Mekke yollarında...

Mekke’nin en yakışıklısı, en güzel giyineni, en güzel kokuları sürüneni...

Onun giydiği elbiselerin kumaşı kimselerde yok, süründüğü kokuların benzerine sahip olan yok ve onun gibi yakışıklısı görünmüş değil Mekke delikanlıları arasında...

Gıpta edilesi bir hayat... Kıskanılası bir zenginlik ve refah...

Ama yürekte bir boşluk...

Dünyanın zenginliği, ailenin şatafatı, hayatın lüksü bedeni, nefsi doyuruyor ama ruh aç! Kalp ritimsiz!

Ve Mekke sokaklarında bir dedikodu;

“Muhammed-ül Emin İslam diye bir dinin Peygamberi olduğunu iddia ediyor ve insanları bu dine davet ediyor!”

Kulaktan kulağa fısıldanan bir adres; Erkam’ın evi...

Erkam’ın evinde bir hareketlilik var o gün... Mekke’nin en yakışıklısı, en güzel ve pahalı giyineni, en güzel kokuları sürüneni ve en soylu ailelerinden birisinin gözbebeği orada... Hunnas’ın oğlu Musab bin Umeyr’in gözleri Muhammed-ül Emin’i aramakta...

Kainat’ın Efendisi’ni görüp de etkilenmemek mümkün mü? Musab da, Muhammed-ül Emin’i görür görmez yüreğinin çağladığını, kalbinin ritminin arttığını ve gönlünün tarifini yapamadığı bir huzurla dolduğunu tüm iliklerinde hissedenlerden birisi...

Ve Erkam’ın evine giderken kalbini, yüreğini, belleğini işgal eden tüm soruların, tüm açlıkların, tüm huzursuzlukların ilacı, Efendiler Efendisi’nin bakışlarında...

Henüz 18 yaşında...

Hayatının baharında, en deli dolu çağında...

Hayata, dünyaya, dünyanın zevklerine ve debdebesine en çok ram olunan bir yaşta...

Musab bin Umeyr, 18 yaşında, 18’inci Müslüman…

İslam’a daveti kabul eden 17’nci şerefli insan…

***

Mekke…

Adına Cahiliye Devri denilen karanlıkların en kara zamanlarında…

Aydınlık bir ufka gebe…

Nur dolu bir doğumun arifesinde…

Daha doğrusu içinde, tam merkezinde…

Erkam’ın evi artık 18 kişilik!

Fahr-i Kainat ile birlikte 17 şerefli insan…

17’nci Musab bin Umeyr…

Hunnas’tan ve herkesten gizler Müslüman olduğunu…

Biz açıktan kılmazken namazımızı, o gizliden gizliye yapar ibadetini…

Ve yaşar insanın ihanetini…

Annesine uçurulur “Musab namaz kılıyor!” jurnali…

Yokluk başlar artık, açlık, sefalet ve hapislik…

“Ya bu dinden döneceksin ya da aç ve sefil olarak hapis kalacaksın!”

Dönmez Musab…

“Ya bu dinden dönersin ya da Hunnas kahrından ölür!”

Annesinin en büyük tehdidi ve kozudur bu kasem!

Ve Musab’ın cevabı;

“Allah’a yemin olsun ki, bin Hunnas ölse de bu dinden dönmem”

Bi’set’in 5. yılı…

Aylardan Recep…

Mekke, Müslümanlar için yaşanmaz bir şehir haline gelir…

Ve Peygamber (SAV) izin verir;

“Habeş diyarına göç ediniz! Allah sizi yine bir araya getirir!”

Musab duyar Habeş hicretini…

Ve kırar kendisine zindan olan evinin kapılarını…

İlk hicret kafilesindeki yerini alır…

Bir umut fısıltısı dolaşır Habeş diyarında;

“Mekke’nin ileri gelenleri Müslüman oldu!”

Döner sılaya Musab…

Ama görür ki değişen bir şey yoktur!

Akabe’deki birinci biatın ardından bir rehber, bir öğretmen ister Medineli Müslümanlar…

Allah’ın Rasulü Musab’ı görevlendirir…

İslam’ın ilk öğretmeni olur Musab…

İlklerin sahabesidir genç Musab;

Medine’ye ilk hicret eden Mekkeli Müslüman olur…

Ve Medine’de kılınan ilk cuma namazının imamı…

Akabe’deki ikinci biata yanında 70 kişiyle gelir Musab bin Umeyr…

Bedir Savaşında muhacirlerin sancaktarıdır…

Uhud Savaşında tüm Müslümanların…

Rasulullah’ın Bayraktarı unvanını alır…

Ve Uhud’da kalır!

Uhud!

Hamzaları alan,

Okçu Tepesi’ne hüzün salan,

Ve 70 küsur sahabeyi şehadet kefeniyle saran dağ...

Musab sancaktardır!

Musab Peygamber (SAV) muhafızıdır...

Ve ibn-i Kamia...

Dünyanın güneşini söndürmek tek gayesi...

Mızrağının hedefinde efendiler efendisi...

Muhafız çıkar önüne elinde İslam’ın sancağıyla...

İki cihan serverine hücuma kalkan ibn-i Kamia’nın kılıcına sağ kolunu uzatır...

Toprağa düşer dirseklerinden aşağısı kolunun...

Ve sancağı tutan sol kolu uzanır, uzanır bu sefer,

Kamia’nın kılıcı sol solunu da koparır atar...

Ve Musab, sancağı dişleri arasına alır,

Bedeniyle tutar...

Kamia’nın mızrağı deler iki kat zırh giyinmiş bedeni...

Musab, zırh kuşandığında

Aşığı olduğu Rasulullah’a şaşırtıcı derecede benzemektedir.

Bir nida dolaşır savaş meydanında;

“Muhammed öldü!”

Ve Musab bin Umeyr elinde sancak,

Müşriklerin arasına dalmakta...

Hz. Muhammed (SAV) haykırıyor;

“İlerle! İlerle ya Musab!”

Ve bir elinde sancağı, diğer elinde kılıcı olan cengaver

Bu nidanın ardından dönüp bakıyor;

“Ben Musab değilim Ey Allah’ın Resulü!”

Bir melek taşımakta sancağı...

Bir melek bürünmüş Musab’ın suretine...

Ve savaş sonrası şehitler defnediliyor...

Musab’ın üzerinde bir kaftan...

Başını örtseler ayakları,

Ayaklarını örtseler başı açık kalıyor...

Ve iki cihan serveri ağlıyor!

Dünyanın tüm lezzetlerini, zenginliğini elinin tersiyle iten Musab,

Ayakları otlarla örtülerek son yolculuğa uğurlanıyor!

18 yaşında İslam’la şereflenen genç ve güzel sahabe;

Musab bin Umeyr...

İlk öğretmen...

Medine’de cuma namazı kıldıran ilk imam,

Öğretmenlerin ilk hicret edeni...

Medine’ye hicret eden ilk sahabe...

Bedir’in sancaktarı...

Uhud’un sancaktarı ve şehidi...

İslam gençliğine ibretlik bir vesika,

Destansı bir kahramanlık,

Peşinden gidilesi bir örnek hayat bırakıyor...

"Mü'minlerden öyle er kişiler vardır ki, Allah'a verdikleri sözde sadakat ettiler. Kimi adağını ödedi şehid oldu. Kimi de (şehid olmayı) bekliyor. Onlar verdikleri sözü asla değiştirmediler."(Ahzab, 33/23)