Gündem

Kırım’dan Kastamonu’ya uzanan sürgünün parçası; Sedefkar Erdoğan Baydar

Abone Ol

Kırım’dan Kastamonu’ya oradan da İstanbul’a uzanan hayat hikayesinin bir parçası olan, sedefkar ve klasik kemençe ustası Erdoğan Baydar, sedefçilik ve klasik kemençe hakkında açıklamalarda bulundu. Okyanuslardan çıkarılan sedeflerin usta ellerde sanat eserine dönüştüğünü söyleyen devlet sanatçısı Erdoğan Baydar, oğluyla birlikte sanat atölyesinde çalışmalarına devam ediyor.

Yüzyıllardır sanatkarların elinde işlenerek çok geniş bir alanda süslemecilik için kullanılan ve çok özel bir malzeme sedef; sabır, beceri ve tasarım gözü isteyen bir sanatın parçası. Ünlü sedefkar Nerses Semercioğlu’ndan öğrenerek günümüzde bu sanatı devam ettiren Erdoğan Baydar, Kırım’dan Kastamonu’ya göç eden Kırım Türklerinden bir ailenin torunu.

Gazetemize sedefçiliğe başlama hikayesini ve bu sanatın inceliklerini anlatan Baydar, sedefin dünyanın farklı okyanuslarında yaşayan ve inci yetiştiren deniz canlılarının kabuklarından üretildiğini ifade etti.

İstanbul’da 1976’lı yıllarda önce klasik kemençe yapımına başlayan Baydar, yaptığı kemençeleri daha da güzelleştirmek için sedefçiliğe başladığını söyledi. İlk çalışmalarını klasik kemençeler üzerinde yapan Baydar, ardından diğer objelere de sedef işlemeciliği yaptı. Bu sürecin ustasıyla birlikte ilerlediğini söyleyen Erdoğan Baydar, “Ustam da İstanbul Kapalıçarşı Zincirli Han’da 50 yıllık bir sanatı icra eden Nerses Semercioğlu adında bir sedefkardı. Sanatı böyle bir ustadan almaktan dolayı son derece mutlu oldum. O yıldan başlayan süreç bizi bu zamana kadar getirdi ve hala devam ediyoruz” dedi.

“OKYANUSLARDAN GELİYOR SEDEFKARLARIN ELİNDE BİR ESERDE YER ALIYOR”

Türkiye’deki denizlerde sedefin olmadığını belirten Baydar, sedeflerin Kızıldeniz, Atlas Okyanusu gibi okyanuslardan gelerek sedefkarların elinde sanat eserine dönüştüğünü ifade etti. İçerisinde inci yetiştiren deniz kabuğunun en çok kullanılan sedef çeşidi olduğunu anlatan Baydar, “Kızıldeniz, Atlas Okyanusu, Güney Amerika sahilleri, Japonya sahilleri, Avusturalya ve Filipinler sahilleri gibi yerlerde yetişen, 5-6 farklı cinsi olan bir deniz canlısı. En çok kullanılan sedef çeşidi inci yetiştiren. Beyaz ve üzerinde 7 rengi taşıyan sedef kabuğu en çok kullanılanı. Sedef, denizin içerisinde kireç, deniz suyu terkibiyle oluşan, belli boyutlara gelene kadar uzun süreçler geçiren bir yaşam. Okyanuslardan geliyor sedefkarların elinde de bunlar renkleniyor, çeşitleniyor ve bir eserde yer alıyor” diye konuştu.

“İNSAN SESİNE EN YAKIN SESLER NEY, TAMBUR VE KEMENÇE SESİDİR”

Aynı zamanda bir klasik kemençe yapımcısı ve icracısı olan Erdoğan Baydar, klasik kemençenin çok özel bir saz olduğunu aktardı. Orijinal klasik kemençenin tellerinin bağırsak tel olduğunu da söyleyen Baydar, “Klasik kemençe Türk musikimizde kullanılan yine yakın tarihe kadar çok fazla yapımcısı ve icracısı olmayan bir sazdı. Benim klasik kemençeye başladığım yıllarda hem icracısı hem de yapımcısı azdı. Özel bir saz aslında klasik kemençe. Hem o minyatür yapısı her tarafa rahatlıkla götürebileceğiniz. Ve o kadar küçük bir çalgı aletinden o kadar farklı seslerin gelmesi. Çünkü orijinalinde bağırsak tel kullanılır. Türk musikisinde 3 tane çalgı aleti söylenir; Ney, tambur ve kemençe. İnsan sesine en yakın sesler bu üçüdür denir” ifadelerini kullandı.

Atalarının Kırım’dan Kastamonu’ya göçen Türklerden olduğunu ifade eden Baydar, 3 kuşaktır İstanbul’da olmasına rağmen Kastamonu’dan kopmuyor. İlimizi sık sık ziyarete gelen Baydar, İstanbul Beylikdüzü’ndeki atölyesinde oğluyla birlikte sanatını icra etmeye devam ettiğini ifade etti. Baydar, sözlerini şöyle tamamladı:

“Kırım göçmeni olan Kastamonu’ya yerleşen atalarımızın torunlarından olan dedemiz İstanbul’a yerleşmiş. Biz de 3’üncü kuşak olarak orada oluyoruz. Beylikdüzü Belediyesi tarafından kültür merkezinde tarafımıza tahsis edilen bir atölyemiz var. O atölyede hem klasik kemençe hem de sedef kakmalı çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Gelen misafirlere bizim klasik kemençemiz ve sedefkarlığımızla ilgili her türlü bilgimizi anlatıyoruz. Bu sanatı da yaşatmak için elimizden geldiğince bu gayretleri de sarf ederek yürüyoruz.”

(Serdar ÜNAL)