Kastamonu’nun halk destanlarından biri haline gelen Sepetçioğlu Osman Efe, fakir bir köylü olarak başladığı yaşamında haksızlığa ve zulme karşı direnişin simgesi oldu. Araç ilçesinin Yukarı Avşar köyünde doğan Osman Efe, babasının mesleği olan sepetçilikle geçimini sağladı. Ancak hayatı, İsfendiyaroğlu Hamza Bey’in haksız öşür talebiyle altüst oldu.
İŞTE SEPETÇİOĞLU OSMAN EFE'NİN HİKAYESİ
Kastamonu’nun Araç ilçesine bağlı Yukarı Avşar köyünde, Osman’ın babasının bir karış toprağı yoktu. Köylük yerde topraksızlık, insanı başkalarına muhtaç eder. Günlük işlerden kazanılanla karın doymaz; el eline bakar, cebi boş kalır. Osman’ın babası da öyleydi. Çaresiz, ek bir gelir sağlamak için sepet örüp satardı. Çok kazandığı söylenemezdi ama geçinip giderlerdi.
Babasının ölümünden sonra Osman zor günler yaşamaya başladı. Geçim sıkıntısıyla köyü terk etti ve Kastamonu’ya yerleşti. Baba mesleği olan sepetçiliği sürdürerek hayata tutundu. Yanında sadece yaşlı annesi vardı.
Günler böyle geçiyordu. Osman, her gün birkaç sepet örüp satıyor; ekmek selesi, kollu sepet, küfe gibi çeşitli işler yapıyordu. Ancak o dönemde Anadolu, beyliklerin egemenliğindeydi. Her beylik, kendi bölgesinde yaşayanlardan vergi toplar, bu işi sipahiler aracılığıyla yapardı. Sipahiler acımasızdı. “Bu harmandan elli gülek buğday ayırın” diyerek çiftçilerin ekmeğine göz dikerlerdi. Harmanda istenilen buğday çıkar mı, çıkmaz mı; geriye kışlık erzak kalır mı, gelecek yılın tohumu olur mu, soran yoktu. Beyler istedikçe mültezimler ve sipahiler de köylünün sırtından geçinir, halkı ezerdi.
Osman’ın yaşadığı dönem, böyle bir zamandı. İsfendiyaroğulları Beyliği’nin zalim beyi Hamza Bey, halkı ağır vergilerle yıldırıyordu. Köylülerin hayatı sefalet içindeydi. O zamanlar Osman’a "Sepetçioğlu Osman" derlerdi, henüz “Efe” değildi.
Bir gün Osman, dükkanında sepet örerken kapısı tekmeyle açıldı. Sipahiler, Hamza Bey’in emrini getirmişti:
“Haftasonuna kadar yüz tane sepet teslim edeceksin! Elli tanesi sele, elli tanesi kollu olacak.”
Sipahiler gittikten sonra Osman başını ellerinin arasına alıp düşünmeye başladı. Günde iki sepet yapabilse haftasonuna kadar ancak on iki tane yapabilirdi. Eldekilerle birlikte elliyi bile tamamlaması zordu. Sepetleri verirse kendine bir şey kalmayacaktı. Üstelik düğün hazırlığındaydı; biraz para biriktirmesi gerekiyordu. Çaresiz, durumunu annesine anlattı.
Annesi, “Oğlum, Osmanlı’dan çekin! İstediklerini yerine getir. Yoksa başına iş açarlar,” dedi. Ama Osman kararsızdı. "Sipahilere durumu anlatırım, anlayış gösterirler," diye düşündü. Ne yazık ki işler düşündüğü gibi olmadı. Haftasonu sipahiler geldiğinde, Osman’ın yetersiz sepetleri kabul edilmedi. Onu yakalayıp atın terkisine bağladılar ve doğruca Bey’in huzuruna çıkardılar.
Hamza Bey, elindeki nar çubuğuyla mahkeme kurmuştu. "Emrime karşı duruyorsun ha? Alın bunu yol yapımında çalıştırın!" dedi. Osman’ı da diğer köylülerle birlikte zorla işe koştular. Osman, bu duruma daha fazla katlanamadı. Bir fırsatını bulup kaçarak Kastamonu’ya, annesinin yanına döndü.
“Bu işin oluru yok,” dedi Osman. “Ben bu zulmü Bey’in yanına bırakmam!” Babasının yadigarı tüfeği alıp Gülpü Dağı’na çekildi. Bey’in konağını gözetledi ve bir gece, Hamza Bey’in at sırtında gezdiği bir vakitte pusu kurdu. Hamza Bey’i öldürüp dağa döndü. Bu olay halk arasında yayıldı; Osman’ın adı dillerde dolaşmaya başladı: “Sepetçioğlu Osman Efe.”
Ancak Bey’in ölmesiyle eziyet sona ermedi. Yerine geçen oğlu Rüstem Bey, babasından da zalimdi. Osman, köylülere yapılan zulme karşı koymaya devam etti. Halk ona destek veriyor, yiyecek ve erzakla yardım ediyordu. Rüstem Bey, Osman’ı yakalatmak için her yolu denedi. Bir gün Osman’ın annesi ve nişanlısını yakalatıp konağına götürdü. Osman’a haber gönderdi:
“Ya teslim ol, ya da annenle nişanlını öldürürüm!”
Osman, bu tehdide karşılık bir gece baskını düzenleyerek annesi ve nişanlısını kurtardı. Halkın gözünde daha da büyüdü. Ancak hayat dağlarda zordu. Sipahilerin baskısı arttıkça Osman ve ailesi sık sık yer değiştirdi. Yorgunluk, açlık ve zorluklar sonunda Osman’ı zayıf düşürdü. Sipahilerin kurduğu bir tuzakta, annesi ve nişanlısıyla birlikte öldürüldü.
Halk, Osman’ın yiğitliğini unutmamak için onun adına türküler yaktı.
Sepetçioğlu’nun hikayesi, halkın zulme karşı direnişinin ve cesaretin bir sembolü olarak dillerde yaşamaya devam ediyor.
Yassıl dağlar yassıl, Osman Efem geliyor aman!
Analar doğurmaz sen gibi aslan...
Bir Efsanenin İzleri
Sepetçioğlu sadece bir kahraman değil, Kastamonu kültürünün bir simgesi olarak da önemli bir yer tutar. Onun hikâyesi, türkülere ve halk oyunlarına ilham olmuştur. İki asra yakın bir geçmişi olan Sepetçioğlu Oyunu, Kastamonu’nun zeybek türküleri arasında özel bir yer taşır. Osman Efe’nin mücadelesini anlatan bu oyun, çevik figürleri ve özgün müziğiyle Kastamonu kültürünün önemli bir temsilcisidir.
SEPETÇİOĞLU HALK OYUNU NASIL OYNANIR?
Sepetçioğlu, çevik bir oyundur. Her türlü sazla oynanır. Biri kadın diğeri erkek çiftlerden karşılıklı 4 veya 6 kişilik beraberliklerce yürütülür. İki kişi oynarken çiftler hiç değişmezler. Oyunu erkek idare eder. Dönme, yürüme ve diz çökmelerde kadın icabına göre yüksek veya alçak sesle erkeğin vereceği komutlarla davranmak zorundadır.
Erkek ve kadının oyundaki yürüyüş, dönüş ve diz çöküş hareketlerinin yönleri aksi taraflaradır. Biri sağa yürürken, öbürü sol yana gider. Biri sağ yanda sağ ayağıyla diz çökerken, öteki solda ve sol ayağı üzerine çöker. Oyuna başlanırken sözlerin şu ilk mısraları söylenir:
Sepetçioğlu bir ananın, bir babanın kuzusu
Hiç gitmeyor yüreğimden efem de sızısı, yandım!
İlk mısra uzunca sürdüğünden, erkek kollarını göğüsleri hiz'sına kaldırıp ellerini birbiri arasından geçirerek döndürür. O sırada kadın hem sözleri terennüm eder (söyler), hem de bütün vücuduyla titrer. Bu bittikten sonra saz, ara nağmeye geçer. Çok kıvrak bir nakarattır. Oyun asıl kuvvetini bunlardan almaktadır.
İlk figür her iki tarafın oldukları yerde bazı vücut hareketleri göstermeleriyle geçer.
İkinci figür hem sağa, hem sola yürüyüştür.
Üçüncü figür; yerinde hafif sıçramalar dönmeler ve nihayet diz çökmeler halinde geçip, bunları ayak değiştirmeler takip eder. Sonra da yeniden öbür mısraların oyunları başlar ki, öncekilerin aynıdır ve oyun böylelikle son bulmuş olur.
Dört kişiyle oynanılışında bir kadın - bir erkek ve bir kadın - bir erkek karşılıklı geçerler. Oyunun komutacısı yine içlerinden bir erkek olur. Oyuncuların çöker ve dönerken ayak ve ellerinden çıkardıkları sesler pek hoş olur.
Sepetçioğlu, Kastamonu'nun iki asır kadar evvelki giyimiyle oynanılmaktadır. Erkek kıyafeti şudur: Ceket, yerine çuhadan bir "marka" veya "cepken" giyilir. Marka, kalça hiz'sına kadar iner, ön tarafı açıktır. Ayrıca yelesi yoktur. Kolları dirseğe gelen kısmı, yenler, yan taraflar, etek güzel ve gir'nbah' (değerli, pahalı) kaytanlarla işlidir. Pantolon yerine "zıbka" vardır ve dar bacaklıdır. Kürek hiz'larına gelen kısım fazlasıyla bol, fakat ön ve arka tarafa toplanık bulunduğundan yanları da o nispette vücuda yapışıktır. Ön ve arkada toplu kalan kısım yine güzel kaytanlarla çizgilendirilmiştir. Pantolonların ön ve arka taraflarındaki örtü yerlerinde de paçalara kadar inen kaytanlar vardır. Zıbkanın üst kısmında bele Tosya işi büyük ve kalın kuşaklar sarılır. Onun üstünde, para cüzdanı gibi meşinden sekiz on gözlü bir silâhlık ve bunun arasında bir saldırma (bıçak çeşidi) olur. Başta, o zamana göre sivri bir al börk, üstünde "çökü" bulunur. Mintanın yakası dik olup, kolları markanın kolundan sarkar, bileklere yapışıktır. Bu da (mintan) Kastamonu alacasından yapılmadır. Ayakta "harpuç" yemeni bulunur.
Kadın giyimi erkekten farklıdır. Kastamonu kadınlarında şalvar giyilmesi âdet değildir. "Uzun Etek" ve "Üç Saçaklı" t'bir edilen ağır Halep kumaşlarından yapılma ipek elbise giyerler. Başta, dört santim eninde ve üzeri altınlarla kaplı bir kızıl börk (fes), onunda arkasında 30 cm. uzunluğunda ve kutru (çapı) 5 cm. kalınlığında püskül vardır. Onun üstünde zülüfleri (saçları) kapatacak surette ve çevresi ipek oyalarla işli "mücessem" vardır. Ayakta "yuvalı kundura" tabir edilen ayakkabının uzun topuklu ve sivri burunlu (bota benzeyen) etrafı l'stikli mest vardır. Birlikte zıplanmalarda bu ayakkabı büyük rol oynar.
Sepetçioğlu'nda sözler şöyledir:
Sepetçioğlu, bir ananın bir babanın kuzusu
Hiç gitmeyor yüreğimden efem de sızısı
Tıra la lam... (Aranağme)
Böyle imiş alnımızın yazısı
Yasıl dağlar yasıl, Osman Efem de geliyor, yandım...
Tıra la lam...
Kalk gidelim Kışla Önü'ne ayağı
Salıvermiş ince belden efem de kuşağı, yandım...
Tıra la lam...
Ne yama olur Kastamonu uşağı
Yasıl dağlar yasıl, Osman Efem de geliyor, yandım...
Tıra la lam...
Sepetçioğlu oyunu, mevkiin (yörenin) o zamanki samimî duygulanışına tercüman olmuş görünüyor. Kastamonu'nun ayrıca Dere Bekleyen, Çırdak ve Genç Osman oyunlarının aynı anlayışla yürütülüşü de, Sepetçioğlu'nu canlandırıştaki başarıdan aşağı kalmaz. Adı geçen oyunlar o yörede fazlasıyla gün görmüşlerdir. (ilgi, iltifat görmüşlerdir):