“ İnsan her şeyi anlatamaz, zaten kelimeler de her şeyi anlatmaya yetmez...”
Cengiz Aytmatov/Cemile
Ben her sonbaharda bir yazı yazarım.
Bu bazen ilk kar yağdığında, bazen de Çayboyunda, Karaçomağa düşen ilk yaprağı gördüğümde olur. İçinden sonbahar akan şehrimi, rengârenk yapraklarıyla donanan ormanlarımızı, el emeği ile kışa hazırlanan köylerimizi, bulursam da mantarını, kızılcığını, kuşburnunu, ahlâtını anlatmaya çalışırım.
…
Sonbahar kimileri için hüzün mevsimi olsa da benim için hazan bir renk şölenidir. İlk serin yel yüzüme vurduğunda, ilk sarı yaprağın kara çomak deresine düştüğünü gördüğümde, içimi tarifsiz bir sevinç kaplar.
Ersizler deresinde sisler arasında gökçeağaçlarım, Çatalzeytin inişindeki gürgenlerim, Küre Belören dağlarında meşelerim, Şenpazar, Pınarbaşı Azdavay’da ki çınarlarım, kanlıcalar, koç mantarları, mumgileler, ahlâtlar, acı elmalar, alıçlar beni bekler.
Sahilde balıklar, içerilerde her çeşit turşular marmelatla, pekmezler beni beklerken, ben de Ilgaz’ın tepesine yağacak olan ilk karı hasretle beklerim.
…
Ben sonbaharım,
Hep derim ya,
Benim adım sonbahardır.
Kastamonu sonbaharın başkentidir.
Her yöresinde bir başka güzelliğin yaşandığı bu mevsimde elimden geldiğince her yere yetişmeye çalışıp her yöreden bir sonbahar hatırası, bir fotoğrafı dağarcığıma katmak isterim. Zaten tüm fotoğrafçılar arasında her mevsimiyle ama en çok da sonbaharıyla bir marka kent olmuştur Kastamonu.
Ne diyordu Cemal Süreya: “Sonbahar sanattır, diğerleri mevsim”
Bu sanatsal mevsim öylesine hızlı gelip geçer ki ne olduğunu anlayamaz insan. Dün yeşil olan titrek kavakları, bugün sapsarı, yarın kahverengi hafta sonu ise yerlere dökülmüş olarak bulursun. İşte o yüzden hep bir telaş içinde ya kaçırırsam sonbaharı diye bir oraya bir buraya koşturmakla geçer günlerim.
Geride yaşayacak kaç sonbaharımız kaldı kim bilebilir.
Beni bilen bilir, Ilgaz’a olan sevdamı da.
Ne zaman fırsat bulsam Ilgaz zirveye çıkıp dertleşirim bulutlarla, dökerim derdimi yağmurlarla, emanet ederim sırlarımı zirvesindeki el değmemiş, göz görmemiş, saklı koyaklarına.
Yine bir sonbaharda, bakarım ki dere boyundaki kavlanlar/çınarlar döküyorsa yapraklarını karaçomağa, esiyorsa Ilgaz’ın zirvesinden soğuk yeller, akşam erkenden çöküyorsa şehre ve bacalardan çıkmaya başlamışsa dumanlar. Artık vaktidir diyerek düşerim Ilgaz yollarına.
Neredeyse gözü kapalı gittiğim, her karışını ezberlediğim Ilgaz’a çıkan yolda merakla etrafa bakınır, mor renkleriyle güz çiğdemlerini arar, ilk yamaçta bulurum.
Ilgaz’ın yüksek yerlerinde ekim-kasım aylarında bir çiçek açar. Adına bizim köylüler Ayvasıl dese de aslında o güz çiğdemidir. (Colchium autumnale)
Ilgaz’ın yüksek yaylalarında olanlar güz çiğdemini ilk gördüklerinde artık bilirler ki sonbahar bitmiş, kış başlamıştır.
Bu güzel ama her şeyiyle zehirli çiçeğe Avrupalılar daha anlamlı bir isimle seslenirler.
"Herbstzeitlose", yani "Sonbahar zamansızı"
Bilimsel adı ise (Colchium autumnale)
Antik çağda efsanelere konu olan büyücü Medea'nin, Karadeniz kıyılarındaki vatanının adı Colchis'den geliyormus bu ad. Hiç yaprağı olmazmış incecik borumsu dallar üzerinde çiçek açarmış.
Bütün yaz toprak altında büyüyen ve yavrulayan soğanları, çiçeklenmeyi ancak sonbaharda akıl edermiş. Önce yapraklanan, sonra çiçeğini ve nihayet meyvesini veren bitkiler dünyasında, bu döngüyü allak bullak eden, adeta "zamanın dışında" yasayan bir tuhaf çiçeğe Bu özelliği yüzünden Romalılar filius ante patrem yani 'oğlu babasından önce' derlermiş”.
…
Türkçede sonbahar ve güz çiğdemi yanında "acı çiğdem" adıyla bilinir ve tamamen zehirlidir.
Antik cağlardan bu yana Gut hastalığının ve romatizmanın tedavisinde kullanılmıştır. MÖ 1.550 yılına ait Mısır papirüslerinde bile adı geçer.
Günümüzde çok değerli bir tıbbi ilaç kaynağı, Hücrelerin bölünmesini durduran bir madde içerdiği için ilaç araştırmalarında ve ailevi Akdeniz Ateşi’nin tedavisinde kullanılan ilaçların yapımında kullanılan kıymetli bir doğa ürünüdür.
Kastamonu’ya sonbahar, Ilgaz’a en çok kar yakışıyor.
Bu sonbaharın başında Ilgaz hacet zirvesinde bir yerlerdeyim.
Yağmur yağıyor, zirvelere sis çökmüş. Sararmış otlar azıcık rüzgârda titreşiyorlar, üşüyorlar besbelli, üzerlerini örtecek o kardan yorganı bekliyorlar.
Zirveden ovayı seyrediyorum yağan yağmur altında, Ilgaz’a bakıp ben geldim diyorum. Birkaç dize geliyor dilimin ucuna.
…
Yağarken bir sonbahar yağmuru,
Çıksam Ilgaz’ın zirvesine, Hacete,
…
Aksa, ak saçlarımdan binbir kırgınlık damla damla,
Açsam elimi, toplasam kalanları avucuma,
Sulasam umut çiçeklerimi serpsem gelişigüzel
Balıkçı Şef’in sırlar tepesindeki kayaların arasına
…
Bir uzak hayal ağacı,
Bir kırgın çiçek,
Bir soluk gazete yazısı
Bir flu S/B fotoğraf
Bir ayak izi
Bıraksam zirvesine,
Ilgaz;
"Bizim Balıkçı Şef”mi gelmiş der mi?
...
Bu sene de Ilgaz’a ilk kar düştü.
Beşdeğirmenler’den Hacettepe’yi beyaza bürünmüş görünce dayanamadım bende kar tanelerinin peşine düştüm.
Aracım Duster (Ilgaz) la yanımda torunum Ilgaz’la çıktım yola.
Artık iyice yükseklere çekilmiş kar tanelerine ulaşmak kolay olmadı, ilk bulduğumuz yerde durup hasretle kucaklaştık ailecek. Kuz kesimlerde kalanlar bize yetti.
Kar üzerinde yürümenin keyfine doyamadık, kar çiçeklerini aradık, gürgenlerin arasındaki açıklıklarda kartopu bile oynadık.
...
Sessiz konuşmalar yaptım kendimle…
Cengiz Aytmatov' “Cemile” romanında der ki, "İnsan her şeyi anlatamaz, zaten kelimeler de her şeyi anlatmaya yetmez"
Doğrudur, bazen kelimeler anlatmaya yetmiyor.
Durup dinlemek, sessizce konuşmak gerekiyor.
Bu dağ bir masal anlatıyor, yağan kar taneleri, gürgenlerin hışırtısı, yağmur damlaları…
Tüm bunları kelimeler anlatmaya hiçbir zaman yetmiyor, yetmedi.
Ben sadece dinledim,
Sessizce konuştum,
Kelimeler olmadan yazdım.
Sordukları zaman,
Memleketin nere hemşerim diye.
“Sonbahar” dedim...
"Kastamonu " yazdılar kütüğüme.
…
Cebrail Keleş- Balıkçı Şef
30 Ekim 2024- Kastamonu