Milli mücadelenin, zaferle taçlanması için, deniz yoluyla İnebolu Limanı’na ulaşan cephane ve lojistik ikmalin, İnebolu-Kastamonu-Ankara hattından cepheye ulaştırılmasında büyük öneme sahip Kastamonu İstiklal yolu, çoğunluğunu kadınların oluşturduğu Kastamonu halkıyla adını tarihe altın harflerle yazdırdı.
Milli Mücadele döneminde TBMM Hükümetinin kurulmasına kadar Anadolu’ya cephane ve insan girişi çeşitli yollardan sağlanıyordu. Nisan 1920 tarihinden itibaren İngilizler, Kocaeli mıntıkasında denetimlerini artırarak bu bölgedeki bazı yerlere askeri müfrezeler yerleştirdi. Böylece sevkiyat yavaş yavaş Karadeniz’e kaymaya başladı. Buna bağlı olarak İnebolu-Ankara yolu önem kazandı.
Yol boyunca at, eşek veya katır ile çekilen kağnı arabalarıyla cepheye silah ve erzak gibi malzemenin Başta Şerife Bacı, Halime Çavuş, Hamamcı Kadı Salih Reis, Necibe Nine gibi büyük kahramanlarla taşındığı, İnebolu Yolu'nun başlangıcında ortaya çıkan fedakarlık ve kahramanlık öyküsünün yazıldığı 95 kilometrelik Kastamonu İstiklal Yolu, Milli Mücadele'nin kazanılmasında büyük öneme sahipti.
İstiklal Yolu, İnebolu-Kastamonu-Ilgaz-Çankırı-Kalecik ve Ankara güzergâhlarını kapsayan, Anadolu kadınının ve bölge halkının İnebolu’dan Ankara’ya 344 kilometre boyunca yazdığı eşsiz kahramanlık destanının adı oldu.
Öte yandan, Batı cephesine Osmanlı ordusundan terhis edilen gönüllü askerlerin götürüldüğü; yine TBMM hükümetiyle görüşmek isteyen sivil halkın, yabancı diplomatların ve basın mensuplarının kullandığı, İnebolu-Kastamonu-Ilgaz-Çankırı-Kalecik-Ankara hattı olan Mustafa Kemal Paşa’nın “Gözüm Sakarya’da Dumlupınar’da, kulağım İnebolu’da” sözü bu yolun Milli Mücadele’de oynadığı rolün önemini gözler önüne serdi.
1918 yılı sonlarında Anadolu karadan ve denizden yoğun bir düşman kuşatması ve taarruzuyla karşı karşıya kalmış ve birçok bölge işgal edilmişti.
Türk toplumu, bu saldırılar karşısında çok güç durumda kaldı. Devletin merkezi olan İstanbul işgal edildi ordu dağıtıldı, silah ve cephanelere işgal kuvvetlerince el konuldu.
TBMM Hükümetinin kurulmasına kadar Anadolu’ya cephane ve insan girişi çeşitli yollardan sağlanıyordu. Nisan 1920 tarihinden itibaren İngilizler tarafından, Kocaeli mıntıkasında denetimler artırılarak bu bölgedeki bazı yerlere askeri müfrezeler yerleştirildi. Böylece sevkiyat yavaş yavaş Karadeniz’e kaymaya başladı. Sevkiyatın Karadeniz’e kayması İnebolu-Ankara yolunun önemi artırdı.
Milli Mücadele yıllarında “Anadolu’da işgale uğramamış tek bölge Karadeniz bölgesiydi. İstanbul'dan Anadolu’ya getirilen cephanenin cepheye ulaştırılmasında tek güvenli yer Kastamonu’nun İnebolu Limanı'ydı.
Türk toplumunun kaderi ve Milli Mücadele'nin başarıyla sonuçlanması, İnebolu Limanı'ndan gelecek mühimmata bağlıydı.
Özellikle 28 Haziran 1921’de İzmit’in Yunanlılar tarafından işgali üzerine Anadolu'nun giriş-çıkış kapıları Karadeniz limanları olmaya başladı. Bu sebeple İnebolu-Ankara arasındaki bu yol Milli Mücadele için hayati bir önem taşıyordu. O dönemde güvenliği açısından tercih edilen bu yol yağışlı havalarda çamurla kaplanan eski bir kervan yoluydu.
İnebolu’nun büyük gemileri barındıracak bir limanı olmadığı için. İnebolu açıklarına gemilerle gelen silah ve cephane, her türlü hava şartlarında kahraman demirciler tarafından kayıklarla İnebolu kıyılarına çıkarılıyordu.
Bu malzemeler Kastamonu’nun kahraman kadınları, yaşlıları ve çocukları tarafından çok zor şartlarda Ankara’ya taşınıyordu. O dönemde erkekler cephede, çocuk, kadın ve yaşlılar ise cephe gerisinde İstiklal ve Bağımsızlık Mücadelesi veriyordu. Bu nedenle, İnebolu’dan Ankara’ya uzanan bu zorlu yola ‘İstiklal Yolu’ denildi.
Cephe gerisindeki hizmetleriyle İnebolu'ya İstiklal Madalyalı tek ilçe ünvanını kazandıran İnebolulu kayıkçılar, tarihe adlarını altın harflerle yazdırdı. Ülkenin dört bir yanından İnebolu açıklarına gemilerle gelen gönüllüler, silah ve cephaneleri Ankara’ya ulaştıran İstiklal Yolu’nun kahramanları, Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasında büyük rol oynadı.
İnebolu’lu kayıkçılarının gayret ve başarıları 9 Nisan 1924 tarihi TBMM kararıyla Beyaz Şeritli İstiklal Madalyası ile ödüllendirildi.
Ankara hükümeti Batı cephesinde Yunan işgaline karşı ordunun lojistik ve asker desteğini sağlamak, dış dünya ile irtibata geçmek için Karadeniz’de güvenli bir liman olan İnebolu’yu seçmişti.
Çünkü İstanbul-Bolu çevresi işgal altındaki İstanbul’a yakınlığı ve buralarda meydana gelen isyanlar sebebiyle güvenli bir bölge değildi.
Doğu Karadeniz ise Ermeni ve Rum çetelerinin faaliyet alanıydı, İstanbul’a da uzaktı. İnebolu-Kastamonu-Ilgaz-Çankırı-Kalecik-Ankara hattı, Milli Mücadele’yi destekleyen halkın yaşadığı en güvenli hat konumundaydı.
Bu hat ilk çağlardan beri kullanılan bir yoldu. Osmanlı Dönemi’nde 1866 yılında başlayan karayolu yapımı çalışmaları çerçevesinde, 344 kilometre olarak gösterilen İnebolu-Ankara yolunun bir bölümü yapılmış, bir kısmı ise inşa halinde bulunuyordu. Geri kalanı ancak kağnıların ve atlı arabaların gidebileceği şekildeydi. Bununla birlikte İstiklal Yolu’nun güzergâhı oldukça dağlık ve engebeliydi. İstiklal Yolu, Kuzey Anadolu’nun geçit vermeyen üç sıra dağının (Küre, Ilgaz ve İndağı) üzerinden geçiyordu.
Yurt içindeki askeri malzemenin yanı sıra İstanbul’dan sağlanan silah ve cephaneler de İnebolu limanı getirilip bu yol vasıtasıyla Batı cephesine ulaştırılmıştı. İşte İstiklal Yolu’nun Milli Mücadele’nin lojistik desteğinin anahtarı konumunda olması bakımından İtilaf devletlerinin saldırısına uğramıştı. İtilaf devletleri Anadolu’ya lojistik malzeme girişini engellemek için Karadeniz’de denetimlerini sıklaştırmışlar, bu arada İnebolu sahilini abluka altına alıp, İnebolu Limanını 1921 yılı içerisinde birkaç defa bombalamışlardı.
İtilaf devletlerinin bu girişimi sonuç vermedi, Kurtuluş Savaşı, 30 Ağustos 1922 tarihinde düşmanın yok edildiği Başkomutanlık Meydan Muharebesi ile birlikte zaferle taçlandı. Büyük Taarruz Başkomutanlık Meydan Muharebesi'nde zaferin ardından, 9 Eylül 1922 tarihinde İzmir düşman işgalinden kurtarıldı. Böylece Kurtuluş Savaşı sona erdi.
MİLLİ MÜCADELE RUHU CANLANDIRILDI
İstiklal Yolu üzerinde Milli Mücadele’nin başarısı için çok çeşitli faaliyetlerle, İnebolu, Kastamonu ve Çankırı’da kurulan Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri, Tekâlif-i Milliye Komisyonları, Gençlik Kulüpleri ve İnebolulu Kayıkçılar Loncası gibi kuruluşlar, savaşın kazanılmasında büyük faydalar sağlamışladı. Ayrıca bölgede düzenlenen işgallere tepki mitingleri de halkta direniş ruhu meydana getirdi.
Bu bölgedeki din adamlarının faaliyetleri, halkın Milli Mücadele’ye katılmasında ve maneviyatının yükseltilmesinde önemli rol oynarken, İnebolu Müftüsü Ahmet Hamdi Efendi’nin her cuma namazından sonra yaptığı Kuvayı Milliye’yi öven vaazları, kentin iskelesine gelen silah ve cephaneleri boşaltma konusunda halkı zaferin kazanılması için hareketlendirdi.
Yine vatan şairi İstiklal Marşı’mızın yazarı Mehmet Akif Ersoy’un Nasrullah Cami’sinde verdiği vaazlar Kastamonu halkının moral kaynağı oldu, birlik ve beraberliğin oluşmasını sağladı.
Bunların yanı sıra İstiklal Yolu güzergâhında kültür faaliyetleri de yapıldı. Çıkartılan gazete ve mecmularda (özellikle Açıksöz’de) yayımlanan şiir ve yazılar, liselerde ve Kastamonu’da açılan sinemada düzenlenen piyes (örneğin İzmir Faciası piyesi), müsamere ve oyunlar sayesinde Milli Mücadele ruhu canlandırıldı, Milli Mücadele ruhu motive edildi.
İstiklal Yolu Yürüyüşü ilk olarak 2008 yılında Atatürk'ün Kastamonu'ya gelişi Şapka ve Kıyafet İnkılabının yıl dönümü etkinliklerinde, 2009 yılında ise 6-9 Haziran tarihlerinde gerçekleşti.
İSTİKLAL YOLU’NUN ÖLÜMSÜZ KAHRAMANLARI
İstiklal Yolu’nun pek çok isimsiz kahramanları bulunuyor.
Bu kahramanlar olağanüstü çaba ve gayretlerle Milli Mücadele’nin başarıya ulaşmasında adını tarihe altın harflerle yazdırdı. Şerife Bacılar ve Halime Çavuşlar geride isimlerini sonsuza kadar yaşatacak destanlar bıraktı.
Kastamonu’nun Seydiler ilçesinden olan Şerife Bacı, 1921 yılının ilk aylarında, İnebolu’dan aldığı cephanelerle Kastamonu’ya doğru yola çıktı, bebeği Elif’in donmasını göze alarak cephaneleri kızının yorganıyla örttü. Çetin kış şartları ve aniden bastıran tipi sırasında bağlı bulunduğu kağnı kolundan ayrı düştü. Şerife Bacı, o zor şartlarda Kastamonu Kışlası yakınlarına kadar gelmesine rağmen donmaktan kurtulamadı. Kışlanın önünde Şerife Bacı ve kızını bulan devriye ekibi kağnıda üzerleri kardan etkilenmemesi için battaniye ile örtülmüş cephane ile cephanenin arasında kuru otlara yatırılmış bir bebek buldu. O bebek Şerife Bacı’nın kızı Elif’ti.”
Kastamonu ve Türk kadınının Milli Mücadele’de anıtsallaşmasının cephe gerisinde ve cephede omuz omuza hizmet verişinin en önemli örneklerinin bir diğeri Halime Çavuş oldu. Savaş döneminde ailesinin tüm ısrarlarına rağmen cepheye giden Halime Çavuş, o dönemde yadırganmamak için saçlarını kazıtarak, erkek gibi tıraş oldu, erkek gibi giyindi. İnebolu’dan aldığı birçok cephaneyi, cepheye ulaştıran Halime Çavuş düşman kurşunuyla yaralansa da , buna rağmen cephe ve cephe arkasındaki görevlerini sürdürdü.
Yabancı yazarlardan Ann Bridge, “Devrim Yolu” adını verdiği İstiklal Yolu’nda şahit olduklarını şu şekilde ifade ediyor: “Sonsuz bir insan seli birbirlerinden bir buçuk metre aralıklarla ve tek sıra halinde akıyordu. İnsanlar taşıdıkları tüfek demetleri, cephane kutuları ve top mermilerinin ağırlığı altında öne doğru eğilmişlerdi. Daha şaşırtıcı olanı, bu insanların dörtte üçünden fazlasının kadın olmasıydı. Pembe etekli bölgesel giysiler ve parlak çiçekli kiraz rengi şalvarlar giyen kadınların bazıları sırtlarına sarılı yükle beraber, kucaklarında emzikli bebeklerini taşıyorlar, bazılarının arkasında ise kaygan çamurda kısa adımlarla yürüyen iki ve üç küçük çocuk bulunuyordu. Böylece bir gece önce İstanbul’dan kaçak olarak gemi ile gelen askeri malzeme Küre Dağlarını aşıyordu. Düzenli, kesintisiz ve yavaş bir şekilde yukarılara, daha yukarılara tırmanılıyordu. Arada sırada birinin sıradan ayrılan bir çocuğa bağırdığı duyulmakla beraber, genellikle sessizlik içinde, dik tırmanış ve ağır yük altında derin solumalarla yürüyorlardı. Yol gerçekten çok dikti ve biraz sonra hepsi sulu karla şekillenecekler, sonra ayak değmemiş karlı yamaçlardan daha yükseklere tırmanacaklardı. Henüz hiçbir heykeltıraş taş üzerinde şekillendiremediği, ağır yük taşıyan kadınları ile analarının yanında otlayan buzağılar gibi onların ardından yürüyen çocuklara ait heykelleşmiş görüntüler, karlar altında ve dondurucu soğukta yorgun argın yol alacaklardı.”