Pınarbaşı belediye başkanımız Şenol Yaşar verdiği röportajlarda ilçesini; Kastamonu’nun doğa turizmindeki amiral gemisi, kanyonlarını da ülkemizin dünyaya bir armağanı ve özellikle Valla kanyonu için de Arizona’ya gitmeye gerek yok, en güzeli burada diye nitelendirir hep. Hepsinin altına imzamı atarım. Biraz klişe olacak ama gerçekten tam bir “Saklı Cennet”tir Pınarbaşı.
Madem bu kadar güzel ve saklı öyle ise ne duruyoruz. Haydi, Ilgaz götür bizi yeryüzü cennetine diyeceğim ama küçük bir sorun var. Böylesi bir yolculuğun başlangıcı Kastamonu ise, üstelik de yanınızda bir fotoğrafçı varsa ulaşmak biraz uzun sürebilir.
Niye mi?
Bir kere Pınarbaşı’na nereden gidilecek ona karar vermesi epey zamanını alacaktır. Sonra yol üstünde nereye uğrayacak onun ışık, güneş, gölge hesabını yapması lazım. Ekipmanlarından yer kalırsa bir kişi de yanına alabilir o da şanslıysanız.
Her yolun kendine göre bir rotası/mola yerleri ve uğramadan geçilmeyen durakları vardır. Fotoğrafçılar için biraz daha farklıdır bu duraklar.
Mesela; Devrekani çayının kenarındaki Atlı terapi merkezinde bir çay içimi soluklanıp, Çatak kanyonundan uzaklara bakmak, bakanları çekmek gerekir. Suğla yaylasındaki göletin yansımalarını, mevsimiyse lilyum/şakayık çiçeklerini aramak onlara konacak diye Apollo kelebeklerini umutsuzca beklemenin keyfini ise ancak bir fotoğrafçı bilir. Bu durumda ise Allah yanındakilere sabır versin.
Fotoğrafçı demişken elinde makine aracını yolun kenarına park etmiş etrafa saf saf bakan birini görürseniz bilin ki gelecek sonbaharın hesabını yapıyordur. Nereleri gezmeli, hangi ağaçlıklı yolu keşfetmeli, kimse görmeden nasıl çekmeli diye kafasında planlar yapıyordur. Korna çalın geçin, aldırmayın. Kendi haline bırakın. Bu tipler genelde zararsızlardır çeker çeker giderler.
Taşı delen suyun gücü değil, damlaların sürekliliğidir.
Bir fotoğrafçıyla yola çıktığımızdan 1,5 saatlik yolu yarım günde aldıktan sonra ulaşabildiğimiz Pınarbaşı’na gelebilmenin sevinci, hayreti ve keyfiyle horma kanyonunun içine dalıyoruz.
Bu kanyona ilk gelişimiz değil. Yıllar içinde pek çok kez gelip gittik. Kimi zaman mutlu kimi zaman hüznümüzü de yükledik Zari çayının çağıldayarak akan sularına.
Bir tarih kitabı okur gibi her karışında yazılan öyküleri dinledik yıllar yılı.
Daha girişte başlıyor bilinmez tarihinin öyküsü, işte şurada cadı kazanlarının şelale gibi döküldüğü suların toplandığı havuzlar. Anlatılanlara ve geride kalan izlerine bakarak burada bir zamanlar bir set varmış. Bentte biriken su kanallarla değirmenlere taşınmış. Suyun önüne çekilen set için kullanılan ağaçların yerleştirildiği oyuklar hala ilk günkü gibi duruyor.
Hiç durmadan akıyor Zari çayı…Hem de milyonlarca yıldır.Sabrın sembolü işte bu kırılmaz,aşınmaz,delinmez denen kayalıkların yüzlerce metrelik tereyağ/peynir gibi kesildiği kanyon duvarları.
Bir damla su, som bir kayaya ne yapabilir ki hiçbir şey!
Ancak bir damla yüzlerce binlerce milyonlarca yıl akarsa ne o taş kalır ne o toprak. Erir gider. Her yağan yağmur, sel, fırtına belli belirsiz de olsa mutlaka bir imza atar kanyonun duvarlarına.
İşte şu asma köprü, Ilıca şelalesinde kaybettiğimiz Pınarbaşı KHGB Müdürümüz merhum Şendoğan Şahin hocamı hatırlatır hep bana. Çok sohbetimiz vardı bu köprüde. Mekânı cennet olsun.
Asma köprü üzerinden geçerken gözüm uzaklara dalar gider. Sisler arasında uzaklarda bir gülen yüz, bir dost yüreği, bir eski dostun hayali görünür.
…
Dünyada bir ilkin/İmkânsızın başarıldığı yer Horma…
Kanyonun içinde çok rahat ve keyifli bir yürüyüşteyim. Yanımdan Hollandalı bir çift köpekleriyle geçiyorlar. Gençler ihtiyarlar bebek arabalarında çocuklar. Etrafımızda envai çeşit yeşillik var. Anlatmaya ne yazı ne görüntüler yeter.
Bazen suyun yanından yürürken bir bakıyorsunuz aynı suyu aşağılarda bir yerde incecik bir pırıltı olarak görüyorsunuz. Baş döndürücü bir yükseklikten, iki yanı kayalarla çevrili arasında daracık bir yerden geçiyorsunuz. Üstünüzde kayalar yanınızda kayalarda büyüyen şimşir ağaçları, yosunlar, eğrelti otları.
Etrafıma bakıyorum normalde buraları ancak profesyonel bir ekiple/ekipmanla geçmek görmek mümkünken şimdi çok kolayca yanından geçip gidiyoruz.
Oysa o kadar zor bir işi başardılar ki, gerçekten inanılmaz bir süreç.
Dönemin Doğa Koruma ve Milli Parklar 10. Bölge Müdürü Hasan Başyiğit dünyada ilk kez bir kanyonun içerisine 3 kilometre uzunluğunda yürüyüş yolu yapıldığını söylemişti.
“Buraya o 3 km lik yolu yapmanın zorluğu anlatılmaz. Bu doğa harikası yeri ziyaret edenlerin sadece girişini değil tüm kanyonu gezebilmesi için 2016 yılında yürüyüş yolu yapılmasına başlandı. Ahşap yürüyüş yolu çalışmaları 3 yıl sürdü. 3 kilometrelik yürüyüş yolunu kayalara sabitlemek için yaklaşık 50 santimetre boyunda 260 bin cıvata kullanıldı. Kayalar delinerek yürüyüş yolu için platformlar oluşturuldu.”
Bizzat gördüğüm için biliyorum. Bana göre imkânsız bir projeydi, Şimdi bu emeklerin karşılığı olarak kanyon özellikle hafta sonları, bayramlarda dolup taşıyor. Bunun için emeği geçen tüm kişi ve kurumlara şahsım adına teşekkür ederim.
Kanyon içinde yürüyüş keyfi…
Horma içinde yürüyüşteyiz. Tabi ki 3 km lik yolu yürüyerek herkes yaklaşık yarım saat 45 dakikada alırken bize gün yetmiyor.
Hava dışarıda çok sıcak ve adeta yanıyor, ama kanyonun içi oldukça serin. Aşağıda akan suların sesi, kanyon içinde gezen yellerin ıslıklı türküsü, tanıdık tanımadık onlarca kuşun cıvıltısıyla bambaşka bir dünyanın içindeyiz hissi veriyor.
Zari çayı akıyor kanyonun içinden ve kayalara çarpa çarpa gidiyor taaa uzaklara…
“Kimsem de, kimse de yok etrafta.”
Ben de uzanıp atıyorum yüreğimi o sulara, bir karanfil atar gibi
Ahmet Telli’nin “Hüznün isyan olur” adlı o şiirinde diyordu ya,
…
“Suya düşen bir karanfilse yüreğin,
Bırak kendini ırmağın türküsüne gülüm
Vursun seni o taştan bu taşa
O çağlayandan bu çağlayana sürüklesin”
Araçlı hemşerim Turan Durmuş ve kızçesi Emine ile memleket üzerine…
Kanyon bu neyle kimle karşılaşacağımız hiç belli olmuyor. Fotoğraf çekerken kenardan beni seyreden amcam öteden laf atıyor,
-Nasıl beğendin mi? hiç böyle güzel yer var mı dünyada? Dakikalarca aynı yerde fotoğraf çeken birine aslında sorulmaması gereken bir soru ama şöyle bir bakıyorum, bu sevimli amcamı kızdırmak için,
-Ohoooo nedir ki bu, kayaya bir tahta çakmışsınız hepsi bu, ne varmış bunda diye ortalığı yangın yerine çevirecek bir cevap veriyorum.
Tam da tahmin ettiğim şey oluyor. Amcam yol yürümekten zaten bunalmış bu cevabım üzerine iyice kızıyor ve bir başlıyor ki tutabilene aşk olsun.
Allahtan kızı var yanında.
Ben yine de kendimi garantiye almak için iki adım öteye kaçıyorum.
Amcam içini epeyce boşalttıktan sonra biraz ferahlamış görünüyor, Hele bi dur allasen hemşerim şaka da mı yapmayak… De bakalım sen nerelisin.
-Nedecen diyor belli ki kızgınlığı tam geçmemiş.
Az sonra yarım yamalak da olsa “İğdirliyim” deyince aramızda ilk iletişim başlıyor, onu tanın mı bunu bilin mi derken neredeyse akraba çıkacak gibi oluyoruz.
Adı Turan Durmuş kızçesi Emine öğretmenle birlikte “baba-kız” memleket gezisi yapıyorlarmış.
Baba, memleket özlemi içinde, kızı ise ilk kez gördüğü memleketinin güzelliklerine hayran olmuş. Hikâyeleri ise bilindik gurbet öyküleri. Her ailede olduğu gibi başlamış.
Emine öğretmen aile tarihini kısaca özetliyor. “Dedem, evlenip çalışmak için İstanbul’a geliyor ama eşini ve çocukları yanına alamıyor, onları babasının yanında bırakıyor. Bir sure sonra hem kendi anne babasını hem de eşini ve çocukları yanına alıyor İstanbul’a. Bu arada dedemin diğer kardeşleri de halen İstanbul’dalar. Dedemin eşi hem yetim hem öksüz, kardeşleri de dağılmış gitmiş. Hal böyle olunca köyde kimse kalmayınca bağlar kopmuş.”
Kanyon Arkadaşlığı…
Artık dost olduk ya, yol dar istikamet de tek olunca sık sık karşılaşır oluyoruz. Her karşılaşmada da eski bir dostla rastlaşmışız gibi selamlaşıp hal hatır soruyoruz. Misafirperverlik genlerimizde var, üstelik ben de hanım tarafından Araç’lıyım.
Her karşılaşmada daha iyi tanıyoruz birbirimizi.
Mesela yufkacı olduğunu düşündüğüm Turan amcamın bir işçi emeklisi olduğunu ve her Kastamonulunun hayali olan köyüne dönüp bir ev yapma isteği özlemi içinde olduğunu öğreniyorum. Kızçesi bu projeye pek sıcak bakmasa da baba kesin kararlı gözüküyor.
Hayırlısı diyerek onları Ilıca şelalesiyle bizi de her gördüğünü fotoğraflayan Balıkçı Şefle baş başa bırakıyoruz.
…
Yolun sonu Ilıca şelalesi…
Horma Kanyonunda Araç İğdir “Kıyıdibi” köyünden işçi emeklisi Turan Durmuş ve kızı öğretmen Emine geziyorlardı.
Onları tanımaktan keyif aldım mutlu oldum.
Baba kızın böyle bir memleket turu yapmaları ne yalan söyleyeyim çok hoşuma gitti. Kaç yaşında olurlarsa olsunlar bilirim ki her kız çocuklarının kahramanı babalarıdır.
Bir ömür boyu mutluluklarının daim, yolları ve bahtlarının açık olmasını dileyerek ayrılıyoruz baba kızdan.
Horma inanılmaz bir güzellikler sundu bize…
Artık akşam oldu. Gün batmaya yakın, gökyüzü “meygün” tadında, renginde.
Şelale desen biraz kahverengiye çalan tonda çağıl çağıl akarken, merdivenlerden bir baba kız çıkıyor.
Aşağılarda bir yerlerde kayadan çıkan ağaç bir kolunu kaybetmiş, sessizce bekliyor.
Balıkçı Şef, “Kimsem de, kimse de yok etrafta.” Diyerek suya bir karanfil/bir yürek bırakıyor usulca…
Arkasından el ediyor,
Karadeniz’e ulaş, bir buluta tutun ve Ilgaz’a kadar gidesin emi… Diye.
19 Temmuz 2023/ Kastamonu
Cebrail Keleş/Balıkçı Şef